10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 4 Aralık 1989 Bilimsel-teknolojik devrim işçi sınıfının rolünü azaltıyor mu?

Bilimsel-teknolojik devrim işçi sınıfının rolünü azaltıyor mu?

Timur Timofeyef

Çev: İsmail Kaplan

Timur Timofeyef, SSCB Bilimler Akademisi Dünya İşçi Sınıfı Hareketi Enstitüsü Müdürü. Timofeyef'in bu makalesini, Dünya Sendikalar Federasyonu'nun (DSF) aylık yayın organı Dünya Sendikal Hareketi'nin Şubat 1989 tarihli sayısından aktarıyoruz. Timofeyef, bilimsel-teknolojik devrimin son on yılda köklü toplumsal ve ekonomik dönüşümlere yolaçtığı saptamasını yaptıktan sonra, kapitalist dünya ekonomisini sarsan çelişmelerin süreğen ve kalıcı etkenlerden kaynaklandığına işaret ediyor. Bilimsel-teknolojik devrimin işin niteliğinde de köklü dönüşümlere yol açtığını belirten yazar, bunun işçi sınıfının bileşimini değiştirirken, ücretlilerin sayısını da görülmedik ölçüde artırdığını vurguluyor. Bu süreçte hem "beyaz yakalıların bir bölümünün proleterleşmesine, hem de dünyanın bütününde işçi sınıfının sayısal düzeyde artışına tanık olunduğunu belirtiyor. Dikkat çeken nokta, özellikle Asya ve Pasifik'teki "yeni sanayileşmiş" ülkelerde işçi sınıfının sayıca önemli ölçüde artması diyor yazar. Timofeyef, sonuç olarak, işçi sınıfının kaçınılmaz "küçülmesi" konusundaki iddiaların ve yakında "yok olacağı"na ilişkin öngörülerin geçersizliğini ortaya koyuyor. İşçi sınıfına özgü örgütlenme ve mücadele biçimlerinin diğer ücretli kesimler ve yeni ortaya çıkan mesleklerde çalışanlar tarafından kullanıldığını belirterek, mücadele sürüyor yargısına varıyor.

Bilimsel ve teknolojik devrimin başarılarının artan bir hızla ve geniş ölçüde uygulama alanına girmesiyle son on yılda dünyada meydana gelen köklü ekonomik ve sosyal değişimler, insanlığı, gelecek yıllarda çözülmesi gereken birçok sorunla karşı karşıya bırakıyor. İki binli yıllarda dünyanın gelişimini derin bir biçimde etkileyebilecek bu sorunlar konusunda çeşitli görüşler öne sürülüyor. Birçok siyasi lider ve çeşitli uluslararası kuruluşlar, örneğin yatırımların ve üretimin gün geçtikçe daha da uluslararasılaşması ve uluslararası maliye ve para siteminin istikrarsızlığı nedeniyle sanayileşmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki çelişmelerin derinleşmesi konusuna çok büyük önem veriyorlar. Kimileri ise, yeni teknolojilerin uygulanmasına bağlı olarak çalışanların önemli kesimlerinin sosyo-ekonomik kutuplaşmasını ve "proleterleşmesi"ni, kapitalist sistemi daha da istikrarsızlaştıran bir etken olarak dağerlendiriyorlar. Kimileri de, çevre kirliliğinin yoğunlaşması ve ulusal kaynakların azalmasının dünya ekonomisinin gelişimini tehlikeye sokacağı korkusunu taşıyorlar. Ayrıca, henüz çözüme kavuşturulmamış sosyal ve ekonomik sorunlara kaynak ayırabilmek için silahlanma yarışını durdurmak gerektiğini kavrayan insanların sayısı gün geçtikçe artıyor.

Yeni bir büyük bunalıma doğru mu?

1970'lerden 1980'lere geçerken sanayileşmiş kapitalist ülkelerin hemen hepsinde sermayenin yeniden üretimi sürecinde kimi yeni olgulara tanık olduk; örneğin yıllık büyüme hızları düştü, bunalım devrelerinin arası kısaldı vb. Bu yeni olgular, esas olarak, bilimsel-teknolojik devrimin o aşamasında ve kapitalist ekonomide meydana gelen köklü yapısal değişimlerin sonucuydu.

1980'lerin başındaki devresel bunalımdan sonra kapitalist ülkelerin çoğunda kısa süreli bir ekonomik canlanma yaşandı. Ama (ABD ve Japonya hariç) bu ülkelerin çoğunda yıllık ortalama büyüme hızı, önceki bunalımların ardından gelen canlanma dönemlerine göre düşük kaldı. 1987 sonbaharında borsalarda meydana gelen çöküntülerden bu yana, birçok Batılı uzman. ABD'nin ekomomik ve mali bir gerileme dönemine girmekte olduğunu, biriken borçların hacmi nedeniyle bu gerilemenin, kolayca, dünya kapitalist ekonomisinin bütününü kapsayacak bir bunalıma dönüşebileceğini savunuyor.

Günümüzde dünya kapitalist ekonomisini sarsan çelişmeler devresel etkenlerden çok süreğen ve kalıcı etkenlerden kaynaklanıyor. Birçok kapitalist ülkede (emek üretkenliğini önemli ölçüde artıran yeni teknolojiler ve esnek üretim sistemleri kullanıldığı halde) ekonomik büyümenin yavaşlaması, istihdam ve yaşam koşullarını doğrudan doğruya etkiledi.

Günümüzün işçi sınıfı 19. yüzyıldaki işçi sınıfı değildir

Yeni teknolojilerin uygulanmasıyla istihdamın yapısında ve işçilerin durumunda meydana gelen değişimleri inceleyen kimi Batılı iktisatçılar, ekonomide yaygın biçimde bilgisayar ve robot kullanıldığını, bunların el becerisinden çok zihinsel yetenek gerektirdiğini, dolayısıyla işçi sınıfının toplumdaki rolünün gün geçtikçe azalacağını öne sürüyorlar.

Söylenenlerin doğru olup olmadığını anlamak için bu olayları ayrıntılı biçimde incelemeden önce, "işçi sınıfı" kavramı üzerinde durmalıyız.

"İşçi sınıfının sayıca ve tarihsel olarak çözüldüğünü" kanıtlamaya heveslenen Batılı iktisatçıların en gözde yöntemi, işçi sınıfı kavramıyla, orta sınıfı kapsamayan, salt kol işçilerinden oluşan 19. yüzyıl proletaryasını özdeşleştirmektir.

Herkesin bildiği gibi, son yıllarda (özellikle yeni mesleklerin ortaya çıkmasından sonra) işçi sınıfının bileşimi önemli oranda değişti ve ücretlilerin sayısı görülmedik biçimde arttı. Bu, bilimsel ve teknolojik devrimin işin niteliğinde yarattığı köklü değişmelerden kaynaklanıyor. 19. yüzyılda ücretli olmak, pratikte, işçi sınıfının üyesi olmak anlamına geliyordu. Günümüzde ise, ücretli çalışmanın muazzam biçimde yaygınlaşması nedeniyle, iktisaden faal nüfus içerisinde sanayi işçilerinin oranı düşme eğilimi gösteriyor.

"Mavi yakalı" işçilerle "beyaz yakalı" işçiler bir araya geliyor

Ücretlilerin birçok kesimini sözcüğün geleneksel anlamıyla işçi saymak mümkün değilse de, çoğu kez, bu kesimlerin toplumsal statüsü, çalışma ve yaşama koşulları nedeniyle işçi sınıfının toplumsal statüsüyle karşılaştırılabilir.

Dahası var. Bu durum, kimi Batılı iktisatçıları "beyaz yakalı" işçilerin belirli kesimlerini "proleterleşmesi"nden söz etmek zorunda bıraktı. Gerçekten de, bürolarda mikrobilgisayarların yaygınlaşmasıyla, büro elemanlarının birçok kesimi (işin monotonluğu ve küçücük işlemlere bölünmesiyle) montaj hattında çalışanlara benzer bir iş yapar duruma düştüler.

Bu gelişme nesnel olarak "mavi yakalı" sanayi işçileriyle "beyaz yakalı" işçilerin (büro elemanlarının) çıkarlarını birleştiriyor ve ortak çıkarlar için birlikte mücadele etmelerine yol açıyor.

Şunu da belirtelim: İşçi sınıfının tarihsel olarak çöktüğünü veya toplumun ileriye doğru dönüşümünde hiçbir rol üstlenmeyeceğini "kanıtlamak" için kaleme sarılan "sanayi ötesi", "teknokratik" toplum savunucularının unuttuğu bir nokta var. Şu anda kapitalist dünyanın bütününde işçi sınıfının sayısal düzeyinde bir azalma olmadığı gibi (eşitsiz biçimde de olsa) belirli bir artış bile görülüyor.

Gelişmekte olan ülkelere kayma eğilimi

Uluslarötesi şirketlerin kimi emek-yoğun sanayileri (tekstil, elektronik vb.) ücretlerin çok düşük olduğu gelişmekte olan ülkelere kaydırması, özellikle Asya ve Pasifik teki "yeni sanayileşmiş" ülkelerde işçi sınıfının sayıca önemli ölçüde artmasına neden oldu. Böylece, kapitalist dünyanın üç ana ekonomik merkezinde (ABD Batı Avrupa ve Japonya) işçi sınıfının sayıca azalmasının, gelişmekte olan ülkelerde işçi sayısının artmasıyla dünya düzeyinde dengelendiğini söyleyebiliriz. İşçi sınıfının bir bölümünün kapitalist dünyanın merkezinden "kenar bölgeler"e doğru kayması, gelişmekte olan birçok ülkenin toplumsal yapısında niceliksel ve niteliksel önemli değişiklikler doğurmuştur. Bütün bunlar, kimi Batılı iktisatçıların, işçi sınıfının kaçınılmaz "küçülmesi" konusundaki iddialarının ve yakında "yok olacağına" ilişkin öngörülerinin geçersizliğini ortaya koyuyor, Bir nokta daha var. Şu son yıllarda ileri sanayi ülkelerinde toplam çalışan nüfus içerisinde sanayi işçilerinin oranı azaldıysa da, bu işçiler hak nücadelesinde çok önemli bir rol oynamaya devam ettiler. Köklü bir sınıf mücadelesi geleneğine sahip olan bu kesimler, sendikal mücadelenin biçimlerini güçlü biçimde etkilemeye devam ediyorlar.

Mücadele geleneği sürüyor

İşçi sınıfına özgü örgütlenme ve mücadele biçimleri, günümüzde, diğer ücretli kesimler ve yeni ortaya çıkan mesleklerde çalışanlar tarafından kullanılmaktadır. Bilimsel-teknolojik devrimin bu aşaması bu kesimleri, özellikle çalışma koşulları açısından "proleterleştirmiş" bulunuyor.Bu aşamanın ayırdedici özelliği, işin entellektüel düzeyinin yükselmesi, böylece kafa ve kol işçilerinin çıkarlarının nesnel olarak yakınlaşmasıdır.Bu yakınlaşma, sendikalara, en farklı işçi kesimlerini, alternatif programlar çevresin-de. bütün ücretlilerin çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme amacını ortaya koyan programlar çevresinde birleştirme olanağını veriyor.