10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 4 Aralık 1989 Gözlemler, değinmeler, deneyimler

Gözlemler, değinmeler, deneyimler

Belediye-İş sendikası genel merkez kongresi yapıldı

Sendikaların çoğunda olduğu gibi Belediye-İş'te şube kongreleri, ardından Genel Merkez Kongresi, 3-5 Kasım tarihinde İstanbul Beşiktaş'ta yapıldı.

Tabanda demokrasi ve sınıf mücadelesinden yana varolan kararlı eğilimin şube kongrelerinden üst organlara taşınabilmesi için şube yöneticileri, üstkurul delegeleri ve soruna sınıfsal sorumlulukla bakan ilerici devrimci işçiler, birtakım görüşme ve toplantılarla olayın tabanda geniş bir biçimde tartışılmasını sağladılar. Bu sırada çok sayıda broşür, bildiri ve bültenlerle nasıl daha ileri bir sendikal birlik sağlanacağı tartışıldı.

Bu arada Eylül ayında yapılan Başkanlar Kurulu toplantısında, 25 kadar şube başkanının yaptığı ortaklaşa toplantıda "Demokratik Muhalefet"in çalışmalarını yürütmek üzere 7 kişilik bir komite seçildi. Başlangıçta İstanbul şubelerinden kaynaklanan bazı ufak sorunlar çıktıysa bile, komitenin bu konudaki kararlı ve ısrarlı çalışmaları sonucunda tüm muhalefetin birliği sağlandı. Kongreye kendi iç çelişkilerini aşmış olarak giren muhalefetin amacı, olayı kişisel davranışlardan ve kişilere muhalefet anlayışından çıkarıp, sınıfsal konuma ulaştırmak, kısır çekişmelerden kurtarmaktı.

Yıllardan beri sendikal hareketimizin başına çöreklenmiş, uzlaşmacı, sarı sendikacılık anlayışına karşı "demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı" ilkelerini savunmak bazında birleşen muhalefet, kimi eksikliklerine, yetersizliklerine rağmen, kürsüyü iyi değerlendirerek, kongreyi bir "demokratik platform'a döndürmeyi başardı. Tabandan duyarlı işçilerden ve konuklardan da yoğun bir dinleyici kitlesi kongreyi izledi.

Eleştiriler bölümünde söz alan çok sayıda ilerici, demokrat delege, Türkiye işçi sınıfının gündemini oluşturan konulara değindi. Belediye-İş yönetiminin bu konulara kayıtsızlığını, tutarsız yaklaşımını sergiledi. İstanbul delegelerinden birinin "1 Mayıs'ı benimsemeyen sendikacı, sendikacı olamaz, 1 Mayıs'ı benimsemeyen sendikaya işçi sendikası denemez, çünkü 1 Mayıs, işçi sınıfının mücadele, birlik ve dayanışma günüdür, eğer sendika işçi sendikası ise 1 Mayıs'a sahip çıkmak zorundadır" anlamındaki konuşması, yine bir başkasının "demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı" ile "işyeri komiteleri" konusundaki konuşması, bir diğerinin ise eski yöneticilerin tüm tutarsızlıklarını amansızca sergilemesi ve İzmir delegasyonundan Kasım Yorulmazbaş'ın "Ben genel merkezin adayı olmak istemiyorum, ben tabanın, sizlerin adayınız olmak istiyorum dedikten sonra gözlerini: «Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür; Ve bir orman gibi kardeşçesine; bu hasret bizim.» dizeleriyle bitirmesi en çok alkışlanan konuşmalar oldu.

Konuşmaların niteliği ve davranışta birliğin sağlanması bakımından oldukça düzeyli geçen kongrenin sonucunda, seçimlerde de başarılı olundu. Türk-iş kongresine katılacak 29 üstkurul delegesinden 26'sı muhalefetin listesinden seçildi. Genel başkanvekili genel sekreter ve genel mali sekreter üstkurul delegesi olamadılar. Disiplin kurulunun 5 Asil üyesinden 4'ü, Denetim Kurulu'nun 3 asil üyesinden 2'si ve tüm yedeklerde çoğunluğu muhalefet listesi adayları kazandılar. Ancak bu başarı daha önce 7 olan ve 9'a çıkarılan Yönetim Kurulu asil üyeliklerinde pek sağlanamadı. Eski yönetimin genel başkan adayı açık farkla kazandı. Genel başkanvekili, genel sekreter ve genel mali sekreterliklerde ise muhalefetin adayları az farkla kaybettiler. Genel merkezin eski yöneticilerinin, yönetimde bulunma avantajı ile muhalefetin gösterdiği adaylara tek tek kimi delegelerin antipatisi etken oldu. Genel yönetim kurulunun diğer üyeliklerini yine muhalefet adayları kazandı. Yani Genel Yönetm Kurulu'na, eski yöneticilerden aday olan 5 kişiden hiçbiri ekarte edilemedi.

Burada burjuva seçim oyunlarında olduğu gibi "şu şunu kesti, bu bunu kesti" teranelerini bir yana bırakıp, kongrede blok davranabilen mevcut muhalefet hareketinin devamınının sağlanabilmesine bakmak gerekir. Bu birliktelik "Öküz öldü, ortaklık bitti"ye getirilmemelidir. Yarın önümüde daha zorlu mücadelelerimiz olacaktır. Kongre salonlarında, tartışmalarla sağlanan bu birliğin eylem alanlarına da yansıtılması kaçınılmazdır. Kısacası; Belediye-İş'te bundan sonra kapalı kapılar ardında işçiler satılamaz, Belediye-İş'te artık geri gidiş yok. Yasak savmacılık ve evet efendimcilik bitti. Daha bilinçli, daha ileri bir Belediye-İş'in güvencesi işte bu "demokratik muhalefet"tir. Yeter ki kişisel ve grupsal çıkarlarımızı öne almayalım.

Kazım YILDIR




TBKP komünist adına layık bir parti olamaz

Bu yazımda tartışmak istediğim konu, TBKP komünist ve öncü olma görevini yerine getirebiliyor mu?

Marksizm-Leninizm'in temel özelliklerinden biri, onun devrimci bir hareket oluşudur. Devrimcilik, Marksizmin bilimsel analizinden kaynaklanır. Her kim ki devrimciliği ortadan kaldırmaya çalışır ve devrimi gerçekleştirmenin bir aracı olan devrimciler örgütünü bir düzen partisi haline getirmeye çalışır, onun Marksizm'le ilişkisi zayıflamış demektir. Marksizmi yalnızca dünyayı yorumlamak için kullanılan bir araç görüp proletaryanın sömürü altında olduğunu söyleyerek yeni bir toplum istemekle, bu sorunu çözecek bir alternatif oluşturulamaz. Alternatif oluşturabilmek için, bu sömürü denilen olayın yerine geçirilecek olanın kendisini açıkça tanımlamak, sosyalizmi ve ona ulaşmada devrimi doğru olarak ortaya koymak gerekir.

Partinin proletaryanın mücadelesinde önünü aydınlatacak bir eylem kılavuzu olması gereken programının yerine proletaryanın mücadelesini sonu gelmez bir reformizme sürükleyen bir programla sömürü toplumunun değiştirilmesi mümkün olabilir mi?

Varolan sınıflı toplumlarda tekeller, holdingler, tefeci bezirgan ve mafya takımı için utanç duyulası artı-değer meşrudur ve ahlakidir. Proletarya için de bu saydıklarımızın haksız kazançlarını yok edip bu değerleri toplumsal mülkiyet temelinde kollektif tüketime yöneltmek de meşrudur ve ahlakidir. Herkesin bildiği bu gerçeklere dogmatik deyip bir kenara mı atacağız yoksa sahip çıkıp kadroların ve yığınların böyle bir kültürle gelişmesine öncülük mü edeceğiz?

Yeni Açılım'ın 15. sayısında Haydar Kutlu tarih bizi yaptığımız programda haklı çıkarmıştır çünkü sosyalist devletlerdeki krizler bize karşılıklı bağımlılık çerçevesinde barışçı geçişin zorunluluğunu göstermiştir diyor. Leninist parti anlayışını inkarla partinin öncü güç, müfreze gibi ilkeleriyle dalga geçiyor. Yeni kavram olan sivilleşmeyi telkin ediyor. Daha da ileri giderek, eski tip cephe anlayışlarının artık eskimiş olduğunu iddia ediyor.

Bir atasözünü hatırlatmadan edemeyeceğim. Yaprağa sormuşlar yurdun neresi, demiş rüzgar bilir. Şimdi TBKP yöneticileri de yaprak misali rüzgara kapılmış, uçurumun kenarına gelmişlerdir. 1917 devrimini erken bulup günah keçisi yapıyorlar. Eline kalemi alan önce Stalin'den başlıyor, sonra da Lenin'i aşmalıyız diyor. Bu gidiş kendini önce işçi sınıfının iktidarı konusunda açığa vurdu. Bu gün sosyalist ülkelerde yaşanan krizde de bu konuda yapılan hatalar önemli rol oynadı. Ekonomik kalkınma herşeydir deyip sosyalist demokrasi gözardı edildi. Bu nedenle sınıfların farklı ahlak anlayışları ortaya konup kültürel olarak sosyalist toplum öluşturulamadı. Doğal ki bürokratik işleyiş keyfiliği ve mülkiyet hırsını da beraberinde getirecekti. Bu böyle kavranıp geçmişin eleştirisi, geleceğin önünü Çağımız, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır. Savaşsız, sömürüsüz bir dünyanın kurulmasının üç temel bileşeni; sosyalist sistem, ulusal kurtuluş hareketleri, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının hareketi, çok renklilik ve çeşitlilik aydınlatma çabası olarak yürütülmesi gerekirken yenilenme adına işçi sınıfının iktidara devrimci yoldan gelişi tartışmaya sokuldu ve barış içinde geçiş ve parlamento mutlaklaştırıldı. Legalite başlı başına bir amaç haline getirildi. Yeni Açılım dergisinde Leninci parti anlayışıyla sinsi ya da açık biçimlerde alay ediliyor.

Eskiyi kabaca inkarla yeni oluşturulamaz. Öte yandan siyaset boşluk tanımaz. Marksizm-Leninizmi aşmalıyız sözleriyle Marksizm-Leninzm'in adım adım terkedildiği gözlerden kaçmıyor.

Yeni parti anlayışı olarak partimiz çok sesli, özgür ve çağdaş bir parti olacak, programını kabul eden herkes üye olabilecek deniyor. Bu, yeni adına 1900'lerin başlarında Martov tarafından sunulan menşevik parti anlayışıdır. Lenin bu anlayışı teoride çürütmüş, tüm devrimler de pratikleriyle Lenin'in haklılığını ortaya çıkarmıştır. Bu konuda Lenin'in şu dediğini hatırlatmak isterim: Devrimci teoriyle donatılmamış bir parti nihai hedefi olan sınıfsız topluma insanlığı ulaştıramaz. Öte yandan savunduğunuz parti anlayışıyla popülizmden başka ne yapıyorsunuz? Başı bozuklar alayının Leninist anlamda bir proletarya partisiyle alakası olabilir mi? Böyle özsüz, teoriden yoksun bir parti elbette ki günü birlik bir politikayı aşamayacaktır. Bu haliyle TBKP komünist adına layık, öncü bir parti olamaz.

Ali Kemal / Avusturya




Reformizmi reddetmek

Çağımız, kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır. Savaşsız, sömürüsüz bir dünyanın kurulmasının üç temel bileşeni; sosyalist sistem, ulusal kurtuluş hareketleri, kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının hareketi, çok renklilik ve çeşitlilik içinde bir birliktelikle damgasını vuruyor, ekmek, gül ve özgürlük dolusu günlerin tüm dünyada kurulmasına.

Bu kuruluş, kuşkusuz, kendiliğinden gerçekleşmiyor. Birdenbire de olmuyor. Düşmanlarımız tarafından da bir lütuf olarak sunulmuyor bize. İlk işçi devleti "Paris Komünü"nün 1871'de kurulup 2.5 ay gibi kısa bir süre sonra burjuvazi tarafından yıkılması, kurucu emekçilerin kana boğulması, zindana atılmaları; 1917 Sovyet Ekim Devrimi'nin bütün gerici ve kapitalistlerce kuşatılması, iç savaşla boğulmaya çalışılması, 2.Dünya Savaşı'nın baş sorumlusu Hitler faşizminin dehşet ve barbarlığıyla demokrat, sosyalist, komünist ülke, kuruluş ve kişilere yaptıkları, dahası Türkiye burjuvazisinin başlangıcından günümüze kadar, en somutu olarak 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerinde işçi sınıfına, demokrasi güçlerine, Kürtlere nasıl ve ne için saldırdığı apaçık ortadır. Burjuvazi, her şeyi sınıfsal çıkarlarım gözeterek yapıyor. Kısıtlı ve göreceli demokratik dönemlerde varolan hak ve özgürlükleri nasıl geri aldığını herhalde sınıf bilinçli insanlarımız görmezlikten gelmemektedir. Burada herşey egemen sınıf olarak örgütlenmiş burjuvazinin sınıfsal çıkarları temelinde düzenlenmiştir. Lenin'in dediği gibi, "Burjuva demokrasilerinin her çeşidi, özünde burjuva diktatörlüğüdür." Bu diktatörlüğe ancak işçi sınıfının öncü politik örgütünün öncülüğünde emekçilerin, işçilerin ve köylülerin çoğunluğunun kazanılmasıyla, çağımız ve işçi sınıfının bilimi Marksizm-Leninizm'le donatılmasıyla son verilebilir. Sermaye düzeni yerine emekten yana bir düzen kurulabilir. Kimsenin kimseyi sömürmediği, eşitlik içinde sosyal refahın gerçekleştirilmesi için ilk tohumların atıldığı günden bugüne kadar geçen 100 yıllık süreç, düşünce ve inançlarımızı doğrulamaktadır.

100 yıllık zaman sürecinde yaşananları ve binbir çeşitlilikte günümüzde olup biten emperyalist-kapitalist manevraları görmezlikten gelerek, geçici ve yasal yapay konumlar için burjuvaziden lütuflar beklemek, işçi sınıfı ve demokrasi güçleri adına ahkam kesip "devrim" ve "iktidar" sorunlarını "Kaf" dağının ardına atmak, çalışma yöntem ve düzeylerini burjuvazinin isteğine uyarlamak, işçi sınıfının öncü politik örgütlülüğünü likide etmek, gelenek ve kazanımlarını tasfiye etmek hiç de iç açıcı bir olay değildir. Şimdi "dogmatizm" diye avaz avaz çığlıklar atanlar, kapitalizme övgüler düzerek, onun yeni yeni nimetlerini keşfediyorlar. Reformizm son bir-iki yıl içinde ülkemiz Marksizm-Leninizm geleneğinde etkinliğini iyice açığa vurdu. Basın yayın alanında ve kurum ve birimlerde etkinlik kazandı. İç sorunların taban önünde tartışılmaması, 1980 darbesinin getirdiği koşullar nedeniyle korkunç büyüklükte olumsuzluklarla karşı karşıyayız. 70 yıllık onurlu tarihimizi, birlikteliklerimizi, övünç kaynaklarımızı bir tarafa atmak, bunları savunanları, en verimli yıllarını işkencelerle, zindanlarla, acılarla geçiren dostlarımızı dogmatizmle suçlamaktalar. Kapitalizmin sınırları çerçevesinde kendilerine yol seçenler, kapitalizmin devrimle değil de, evrimle "insancıllaşacağınnı" söyleyenler, "Leninizmin aşıldığını" iddia edenler (bunlar Marksizmi de reddediyorlar kanımca) açıkça reformizmi, revizyonizmi ve oportünizmi bize dayatmaktadırlar.

Bu sürecin ilk gelişim evresinde bu olumsuzlukları çoğumuz göremedik. Kuşkusuz, söylenen ve yapılanlar ilginçti. Bir araştırma gözlemleme dönemi yaşadık. Doğru da, yanlış da diyemedik. Hava kısmen de olsa dumanlıydı. Acele etmemeye çaba sarfettik. Otoritesizliği, kararsızlığı, örgütsüzlüğü günden güne daha fazla görmeye başlayınca, yolumuz daha da aydınlandı.Reformizm, uluslararası alanda ençok Avrupa ülkelerinde görüldü. Bugün Macaristan'da olup bitenler, Marksizm-Leninizm'in reddinin bedelinin nasıl ödendiğini iyice somutlamaktadır. Açıktan açığa işçi sınıfının diğer emekçilerle birlikte iktidarından, Komünist Partisi'nin öncülüğünden,"Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz" belgisinden, demokratik merkeziyetçilik ilkesinden vazgeçildi. Bizde de olup bitenler bunlardan farklı değildir ya da ellerinden gelse geri kalmayacaklar, bizim "yeni düşünceciler"!

İşçi sınıfının öncülüğüne, bilimine, davasına inananlarımızın cesaretle davranmalarının zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Hareketimize, geleneklerimize ve ilkelerimize sahip çıkmak istiyorsak, ilkin 'parti programı' sorununu çözümlemeliyiz. Bireyler ve kadrolar arasında koordinasyon ve iletişimi sağlamak yaşamsaldır. Politik yayın organlarına büyük ihtiyaç vardır. Elbirliğiyle çözümlenmelidir. Koordinasyonsuzluk, örgütsüzlük, açık tartışma yapmama, yaşanan olumsuzlukların çözümlenmemesi sonucu bir kenarda duran insanlarımız aktif kılınabilir, aktif kılınmalıdır. Yeter ki birbirimize kulak verelim. Devrimci özveri, kararlılık ve girişkenliği elden bırakmayalım. Devrimciler, yurtları, halkları ve gelecekleri için her fedakarlığa hazır olmuşlardır. Bugün de hazırdırlar. İnançları uğruna yaşamlarını esirgemeyenleri, hapislerde yatanları, işkencelerden geçenleri ayakta tutan, özveride bulunmayı gerekli kılan her zaman inançları ve örgütlülükleri olmuştur.

İnsanın, özellikle devrimci insanların inanmadıkları düşünce ve talepler uğruna savaşması, aktif davranması olanaklı değildir. Ülkemiz devrimcilerini "başına buyruk" bırakan neden, en başta ortada Marksizm-Leninizm ilkelerine sahip çıkan, güncel taleplere cevap veren gerçekçi bir programın ve örgütlenmenin olmayışıdır. Yine de karamsar olmamak gerekiyor. Marksizm-Leninizm yolumuzu bugün de aydınlatıyor! Gelip dayandığımız karmaşık yolun orta yerinde, reformizmi reddederek, ilkelere sımsıkı sarılıp, inançlarımızı güçlendirerek yürüyeceğiz; 10 Eylül mirasının temelleri üzerinde, düşmana ve işbirlikçilerine inat, dostlarımızla.

Armağan Barışgül