10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 6 Şubat 1990 Hangi yolda yürüyeceğiz?

Hangi yolda yürüyeceğiz?

Armağan Barışgül

Kapitalist bir düzende yaşıyoruz. Bu düzende iki temel sosyal sınıf vardır: Burjuvazi ve işçi sınıfı. Emek ve sermaye çelişkisi temelinde, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki savaşım nesneldir, süreklidir. Tek bir insan yoktur ki ekonomik, politik ve ideolojik yönden bu savaşımdan etkilenmesin. İstesek de, istemesek de bir sınıfa dayanacağız; ya sömürü düzenini yaşatmanın ya da emeğin iktidarını kurmanın yoluna.

Kapitalizmin bağrında doğan işçi sınıfı, süreç içersinde gelişerek bilimini; Marksizm-Leninizm’i yarattı. İşçi sınıfı bilimi, kısa zamanda dünya işçi sınıfına yayılarak kök salıp yığınsallaştı. 1917'de Çarlık Rusya'sında ilk işçi-köylü iktidarı, sosyalizm kuruldu. Dünyayı sarsan bu görkemli tarihsel olay, emekçileri, işçi ve köylüleri, sosyalizm yolunda esinlendirdi. 70 yıl gibi insanlık tarihi açısından çok kısa sayılacak bir zaman diliminde, dünyanın üçte birinde sosyalizm ya da sosyalizme yönelik demokratik toplumların kurulması başarıldı.

Marksizm-Leninizm'in bu zaferden zafere koşan etkinliğine bir çare bulmak için kapitalist dünyası boş durmadı. Sosyalist ülkelere savaş açmak, ablukaya almak, ilişkileri kesmenin yanında daha ince yöntemler geliştirdiler. İlkin Marksizm-Leninizm'i özünden soyutlamak istediler. Feuerbach, Berkeley, Bernstein, Gramsci. 2. Enternasyonal oportünistleri eliyle saldırıya geçtiler. Bu saldırıların en incesi de günümüzde "yeni düşünce" kisvesi altında yapılıyor. Bu "yeni" rüzgar, soğuk savaşın, neo-globalizmin, emperyalist manevraların had safhaya ulaştığı bir aşamada başladı. Yıllardan beri Marksizm-Leninizm'in karşısına "Avrupa Komünizmi"ni çıkaranlar başta olmak üzere sosyal-demokrat eğilimli "komünistler" tarafından kucaklandı. Şimdi bunların yıldızı parlıyor. Komünist partisinin iktidarına, öncülüğüne, ideolojisine, savaşım yöntemlerine bir son verilerek, "çoğulcu, katılımcı, çağdaş ve demokratik sosyalizm" belgisi altında geriye dönüş yönünde bir rüzgar esiyor. Burjuvaziden, gericilikten özür dilercesine diz çöküp "karşılıklı bağımlılık" "ulusal mutabakat" söylemiyle doludizgin yol alınıyor. Bu olumsuz gelişme ve karşı-devrimci saldırılara karşı yapılması gereken, Marksizm-Leninizm'i bir bütün olarak savunmaktır. Sosyalizmin üstünlüğünden ve tarihsel kaçınılmazlığından kuşku duymaksızın bunun da ancak işçi sınıfı ve emekçi bağlaşıklarıyla birlikte Komünist Partisi'nin öncülüğünde gerçekleşeceğini ortaya koymaktır.

Marksizm-Leninizm'e aykırı olan olumsuz gelişme ve düşünceler, haklı olarak sert tepkilerle karşılanıyor. Yaşadığımız dönem işçi sınıfı hareketinin, sosyalizm ve ulusal kurtuluş savaşımlarının parlak bir dönemi olmamakla birlikte derinden köklü ayrışmalar yaşanıyor. Bir kesim burjuva teslimiyetçiliğine, reformizme, oportünizme, popülizme(?) saplanırken, diğerleri de işçi sınıfı biliminin pusulasını yere düşürmemektedir. Küba Komünist Partisi genel sekreteri Fidel Kastro geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmasında "dünya üzerinde tek başımıza da kalsak, kanımızın son damlasına kadar Marksizm-Leninizm'i koruyacağız" dedi. Kapitalizmin propagandasını yaptıkları gerekçesiyle Sovyetler Birliği'nde yayınlanan reformizm yanlısı "Moskova Haberleri" ile "Sputnik" dergilerinin ülkesine girişini yasakladı. Her ne kadar sosyalist ülkelerin bir kısmı başta olmak üzere tarih "tekerrür" edip karşı-sosyalizm, karşı-devrimci gelişmeler ortaya çıkıp, sosyalizme en büyük zararı verenlerin itibarları iade ediliyorsa da, bunun fazla süreceğine inanmıyoruz. Emperyalist kapitalizmin birbiriyle yarışarak sarıldığı bu gelişmeler er-geç bertaraf edilecektir. Sosyalizmi açık konumlarımızla şimdi fazlasıyla savunmanın zorunluluğunu duyuyoruz. Ülkemizde burjuvazinin legalizminin bataklığına saplanan bir kesim oldukça iddialıdır. "Ulusal mutabakat" formülü ile burjuva düzeninin istikrarını korumak amacıyla "uygar" savaşım biçimlerini arıyorlar. Ara sıra birkaç aydınla bir araya gelerek yiyip-içip gövde gösterisiyle yığınsal çıkışları, savaşkan kadroları burjuvazinin kuyruğuna takmanın çabasıdır. Aydınları öncülük rolüne yükseltiyorlar. Bu telaşla burjuva sözcüleriyle, faşistlerle röportajlar, sohbetler, diyaloglar gerçekleştiriliyor. Bu gerçekleştirmeyi bîr başarı olarak görüyorlar.

Biz koyun sürüsü değiliz. İşgal ettiğimiz koltuklanınız da yok. Popülizm ve başkalarının "devrimciliğini" kurtarmanın kaygısında da değiliz. Hatalar, bilinçli olarak savunulmamalıdır. Tarih ve halk yargılamakta acımasız ve önyargısızdır. Faşistlerin sosyal demagoji yapabileceklerini unutmamalıyız. Yoksa faşistlerle yan yana "dostane"ce oturup çay, kahve yudumlamak, karşı devrimci konumlara sürükler bizi. Bir insanın gericiliğin saflarında yer alması bir şey, karşı devrimci-gerici saflarda yer alıp işçi sınıfı, demokrasi güçleri adına ahkam kesmesi başka bir şey.

Bazı şeyler tartışma götürmüyor. İşçi sınıfımız ve savaş erleri ateş çemberinden geçtiklerindendir ki objektif ve dürüst davranmanın tarihsel sorumluluğu altındadırlar. Yanlış strateji ve taktiklerin sonucunda yenilgi kaçınılmazdır. Yaygınlaşıp derinleşen tartışmalar sonuçlanmadan pişkin davranmak kimseye fayda sağlamıyor. TBKP'nin "yer altından" çıkmasıyla birlikte sol kesimde tartışmalar daha da yoğunluk kazandı. TBKP programı ve yöneticileri haklı olarak olumsuz yönde tepkileri üzerlerine çektiler. Bugünden anlaşılıyor ki bu durumuyla TBKP, demokrasinin süs çiçeği olacak, TBKP'yi aşan ilerici kesimler, burjuvazi tarafından reddedilecek, tanınmayacak, varlık bulmalarına imkan tanınmayacak. TBKP, aydınlar nezdinde bir grup durumundadır. İşçi sınıfı, köylüler, gençlik ve kadınlar arasında etkili olacağa benzememekte. Kürt ulusal sorunu açısında ise kayda değer bir yeri olamaz. Dolayısıyla öncü ve savaşkan bir parti olma ruhunu asla kazanamaz. ANAP'lı Metin Gürdere "TBKP'nin temel politikası bizden farklı değildir", Mehmet Keçeciler, "TBKP ilk sınavını Doğu olaylarına bakışıyla verecektir" dediler. Dediler de burjuvazinin sözcüleri herhalde boşuna bu açıklamaları yapmıyorlar. Perşembenin gelişi çarşambadan belli oluyor.

Burjuvazi Avrupa Topluluğu'yla entegrasyonunu sağlamanın peşinde. Bu amaç için ülke içinde bir takım yasal düzenlemeler yapmaya ihtiyaç duyuyor. Özellikle ceza yasasını değiştirmeyi, göstermelik de olsa 141-142 ve 163. ceza maddelerinde değişiklik yapmayı öngörüyor. Temel çıkarlarını zedelemeyecek nitelikte sınırlı bir düşünce, örgütlenme özgürlüğü vaat ediyor. Tüm bunlar artık Marksizm iflas etti, serbest pazar tek geçerli yoldur" mantığı çerçevesinde yoğun bir ideolojik saldın altında gerçekleştirilmeye uğraşılıyor. Bu girişimler, para babalarının saltanatı daha çok sürsün diyedir. Yoksa gerçekten demokrasinin kurulup yerleşmesi için değil. Sınıf savaşımının acımasızlığı ve karmaşıklığı içinde net bir biçimde seçimimizi yapmak durumundayız. Ya daha da yumuşayıp uslu çocuklar olacağız. Burjuvazinin lütufları doğrultusunda işçi sınıfımızın ve halkımızın bilincini saptırıp, geleceğini karartıp kapitalizme "evet" diyeceğiz; ya da savaşımın her biçim ve yöntemiyle olanaklarımızı, güçlerimizi birleştirip savaşımı hızlandırarak savaşsız, sömürüsüz düzen sosyalizme doğru bayrağımızı açarak yürüyeceğiz!.