10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 6 Şubat 1990 Kuzeylilerin Pyrruhus Zaferi ya da İtalyan Dışişleri Bakanına genişletilmiş açık mektup

Kuzeylilerin Pyrruhus Zaferi ya da İtalyan Dışişleri Bakanına genişletilmiş açık mektup

Orhan İyiler

Orhan İyiler, İtalyan Dışişleri Bakanı Gianni de Michelis'e yönelik yazdığı bu açık mektupta, genelde sosyal-demokrasinin, özelde İtalyan sosyal-demokrasisinin tarihsel misyonu ile bir polemiğe girmektedir.

Özellikle 1. Paylaşım Savaşı ve 2. Dünya Savaşı ve soğuk savaş dönemlerinde, gerek savaşların sınıfsal karakterinin saptanması, gereksede mücadelenin ana doğrultusunun çizilmesi uğraklarında, sosyal-demokratlar ile Leninci komünistlerin üretimleri ve eylemliliğini karşılaştıran İyiler, Leninci çözümlemenin, hedeflerine ulaşabilseydi "belki de savaşları tümden insanoğlunun yazgısından silebiiecek" gücünü ve tarihsel haklılığını vurguluyor. Michelis'in "komünizmin yenildiği" saptamasını yanıtlayan İyiler, sosyal-demokrat modelin saç ayaklarının nerede temellendiğini açımlayarak, nasıl bir baskı ve zulüm sistemine dönüştüğünün altını çiziyor. İyiler, yazısını, Michelis'lerin kazandıkları zaferin nasıl bir "Pyrrhus zaferi" olduğunu vurgulayarak, komünizmin bile artık kurtarmaya gücü yetemeyeceği olası bir dünyada, tüm insanlık uygarlığının yuvarlanıp gitme tehlikesine karşı göreve çağırarak bitiriyor.

“Sosyal-demokrasi komünizmi yendi". Bu tümceyi İtalya'nın Sosyalist Parti'den gelme yeni dışişleri bakanı Gianni de Michelis 8 Kasım 1989 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde kendisiyle yaptığı söyleşiyi yayınlayan sayın Nilgün Cerrahoğlu'na, derin mutluluğu içinde gerine gerine söylüyor. "Bu aylarda yaşadıklarımız", diye ekliyor, "sadece 2. Dünya Savaşı'nın ikinci kez sona ermesi değildir. (...) 1. Dünya Savaşı'nın başından beri bugüne dek sürmüş bir tarihi süreç sona eriyor. Bu tarihi süreç tüm gerilimlerin Avrupa'da, özellikle de Orta Avrupa'da toplanmasına, burada boşalmasına yol açtı ki, bu bizi 2. Dünya Savaşı ile birlikte 40 yıl boyunca Avrupa'nın bir demir perdeyle bölünmesine ve bununla birlikte gelen soğuk savaş sistemine götürdü".

Cumhurbaşkanı Cossiga'nın, evet, yalnızca onun ricası ile, omuzlarına dek gelen uzun saçlarını Dışişlerine taşınırken kestiğini söyleyen bay Michelis'in yukarıdaki bu pek diplomatik (?) sözlerini yaşadığımız gerçeklerin kaba somutluğuna açarsak şaşılası bir biçimde şunları söylediğini görürüz: Yüzyılımızın başın da siyasal erki Rusya'da ele geçirmiş bulunan komünizmin başlattığı tarihi süreç tüm gerilimlerin, Avrupa'da, özellikle de Orta Avrupa'da toplanmasına neden olurken, İtalyan Faşizmi ile Hitler nasyonal-sosyalizminin de doğmasına neden olmuştur. 2. Dünya Savaşı işte bu gerilimin Avrupa'da patlayarak boşalmasıdır. Faşizmin yıkılmasıyla komünizmin başlattığı ve 40 yıl süren ve Avrupa'yı demir perdeyle bölen soğuk savaş süreci de şimdi, komünizmin yenilmesiyle tümüyle artık ortadan kalmaktadır. İşte apaçık böyle söylüyor İtalyan Dışişleri Bakanı...

Doğrusu ya, hiç kimse, İtalyan sosyal demokratlarının bu yeni veliahtı kadar sonuçları neden, nedenleri sonuç olarak ters yüz edip büyükbabası Mussolini'nin kan içinde yüzen günahlarını yuğup yıkama becerisini böylesine fütursuzca göstermeye cesaret edemezdi.

Ne ki, Hıristiyan demokratların, belki de henüz bütün bütüne silip atamadıkları tarihsel suçluluk kompleksleri yanında, Avrupa sosyal-demokratlarının 2. Enternasyonal'den beri süre giden misyonlarının nasıl tüm ar damarlarını çatlattığını bay Michelis'in bu sözleri kadar da hiçbir şey en çarpıcı biçimde, doğrusu ya, yeniden belirleyemezdi.

Gerek 1. ve de gerek 2. Paylaşım Savaşları'nı, gerekse ondan önceki tüm savaşların nedenlerini en bilimsel doğrularla açıklayanlar, her zaman olduğu gibi, özellikle 20. yüzyılın başında en yoğunlukla ele alanlar, Marksistler olmuşlardır. 1. Paylaşım Savaşı'nın nedenini sınıfsal karakteriyle çözümleyerek kendi politikalarının temeli yapanlar da, şimdi adı geçince herkesin yüzünü buruşturmayı bir alışkanlık haline getirdiği, Leninist Komünistler olmuşlardır. Ulusal yiğitlenme ve coşkular içinde silahlı kuvvetlerinin önlerinden sel gibi geçişine alkış tutan o dönemin sosyal demokratlarına tüm bu savaş hazırlıklarının altında yatanın fethetme, yağmalama, soygunculuk olduğunu söyleyen ve de bunu sınıfsal karakteriyle açıklayan yalnızca Lenin ve Bolşevikler olmuştur. "Savaşın gerçek sınıfsal karakterinin ortaya çıkarılabilmesi için, bunun köklerinin diplomatik tarihte değil, savaşan güçlerin tüm yönetici sınıfı nın konumunun analizinde" yattığını söyleyen (1) Lenin'di. Kapitalistler arasında dengesiz ve eşit olmayan bir büyümenin monopolist aşamaya gelmiş kapitalist ülkelerin yeni bir üniversal biçimlenmeyle kartelleşmeye giderken kendi aralarında kaçınılmaz bir biçimde savaşın çıkacağını 1914-1916 yıllarındaki tüm yazılarında, özellikle bugün içinde yaşadığımız gerçekleri yeniden görmemize yardım edecek formülasyonlarıyla açıklayan Lenin olmuştur. O dönemi inceleyen tarihçilerin hepsi bu gerçeği kabul ederler... Size bay Michelis şimdi bu gerçekleri vurgulayarak herhangi bir şeyi kanıtlamak istiyor değilim. Zaten başlattığınız tartışmanın düzeyi bu tür bir devinimi ve çabayı da gerekli kılmıyor. Şunu söylemekle yetinmek istiyorum bu konuda: Tıpkı, 1. Paylaşım Savaşı'nın başındaki büyükbabalarınız sosyal-demokratlar gibi benzer misyonunuzu içinde yaşadığımız olayları çarpıtarak ve de onlardan bir bakıma daha da bilinçli olarak yerine getiriyorsunuz, Lenin, 1. Paylaşım Savaşı'nın yazgısının koloni topraklarında belirleneceğini sanan bu büyükbabalarınızın savaş kışkırtıcılığını önleyebilmek, onların en gerici şovenist hükümetlerin savaş bütçelerini desteklemelerine engel olabilmek için şunları söylüyordu. "Savaşın yazgısı sanıldığının tersi Avrupa kıtasında kendini belirleyecektir. Çünkü Almanya'nın Belçika'yı ilhak etmek için ağzının sulan akıyor. Fransa'nın da Lorraine için... Almanya, Belçika'yı İngiltere'ye karşı girişeceği savaşın bir etkin üssü olarak nitelendirirken, İngiltere de Almanya'ya karşı en etkin ve öldürücü darbelerin Bağdat'tan vurulacağına inanıyor"(2). Ne ki, 2. Enternasyonal'in, o zamanki sosyal-demokratlar, yani bay Michelis, sizin büyük babalarınız, örneğin Fransa'da ünlü sosyal-demokrat Leon Blum, Fransa'nın en gerici hükümetini oluşturan Marcel Sembat'nın Kutsal Birlik hükümetinde görev alarak savaş bütçelerini desteklemek bir yana, düpedüz paylaşım savaşının paycılık hazırlığını yapıyor; yine o dönemin Avrupa sosyalistleri içinde sözü en çok dinlenen sosyalisti Avusturyalı Victor Adler, Lenin'in önerilerine uluslararası platformlarda kulaklarını tıkıyordu. Ve onlar milyonlarca genci ulusal marşlar içinde "fethetme, yağmalama ve soygunculuktan" pay alabilmek için kan ve ateş içine sokmaktan kaçınmadılar. 10 milyondan çok insanın ölümünden sizin büyük babalarınız sorumludur bay Michelis. Büyükbabalarınız sosyal-demokratlar... Savaş bir kez başlayınca, bu kez, Leninist Komünistler, yani sizce tarihi süreci yanlış başlatanlar, silahlanmış insanların, yani işçilerin ve emekçilerin bir ' avuç, "gelişmiş" ülkenin egemen ' sınıflarının dünyayı paylaşmak savaşından tümüyle silkinip çıkabilmeleri için, asıl düşmanları olan kapitalistlere karşı silahlarını doğrultmayı, savaşın içinde "iç savaşı" başlatmayı önerdiler. Ama bu sesi top seslerinin gümbürtüsünde çok az kişi duyup işitebildi. Yalnız bolşevikler kendi misyonlarına ve tüm insanlığın geleceğine duydukları sorumluluk duygusuyla bu formülasyonu yaşama geçirmeyi son derece ustalıklı bir biçimde başararak Sovyetleri kesin kararlılığı ve tartışılmaz yasallığı içinde gerçekleştirmeyi bildiler. Eğer bu formülasyon tüm savaşan güçlerin sınıfsal karakteri içinde kesin bir çözüme ulaşabilseydi, ne 1. Paylaşım Savaşı'nda 10 milyon insanın, ne de ondan sonra gelen Hitler ve Mussolini faşizminin birincisinden devraldığı "eşit olmayan" mirasla başlattıktan 2. Paylaşım Savaşı'nda 30 milyondan çok insanın yeniden ölmesine olanak kalmayacaktı. Belki de savaşlar tümünden insanoğlunun yazgısından silinip gidecekti.

Bay Michelis, soğuk savaşın başlamasına da hiçbir zaman "1. Dünya Savaşı'nın başından beri süren tarihi süreci" izleyenler neden olmuş değildir. Bay dışişleri bakara, siz bunları söylerken 2. Paylaşım Savaşı'nda Amerikan atom bombalarıyla öldürülmüş 200 bin insanın, çocuğun katledilmelerine karşı da derin bir suç işliyorsunuz. Bay Michelis, size küçük bir ayrıntı da soğuk savaş 'iri nasıl bilerek ve tuzak kurularak başlatıldığını göstermek istiyorum. Çünkü Stendhal' ındediği gibi: "Gerçek çok kez ayrıntılarda gizlidir".

Soğuk savaşın başlamasına neden olan olaylar dizisi Truman'ın atom bombasını 6 Ağustos'da Hiroşima'ya, 9 Ağustos 1945'de de Nagazaki'ye atılmasıyla birlikte başlamıştır. Bu iki bombanın atılmasına hiç gerek olmadığını söyleyenler, ilk önce, bombanın yapımında çalışmış olan Los Alamos Atom Silahlan Laboratuvarı’nda çalıştırılmış olan görevli bilgin-fizikçiler olmuştur. Ama o dönemde Truman, başkan Roosevelt'in yerini almıştı. İngiliz Fransız emperyalizminin dünya egemenliğindeki 2. Dünya Paylaşım Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan boşluğu korkunç bir iştah ve gözü dönmüşlükle üstlenmeye hazırlanan Amerikan emperyalizmi doğrusu ya kendine son derece nitelikli bir başkan bulmuştu. Truman'ın, Roosevelt zamanında-savaş nedeniyle dondurulan ücretler politikasına 1947'de anti-grevist yasayı çıkararak, emperyalizmin kendi alanındaki ve kendi zeminindeki ilk düzenlemeyi getirmesi o nedenle hiç de rastlantısal değildir. Denebilir ki üç-beş yıl sonra başlayacak ve ABD'de tüm özgürlükleri -hem de bugüne değin belini doğrultamayacak biçimde silip süpüren, alıp götüren Mc Carthy'cilik akımı bu yasayla kendine temel bir dayanak ve sağlam bir üst bulmuştur. Ünlü fizikçi Oppenheimer'in "Hitler'in kullanmasını engellemek için" yapıldığına inandıkları bombanın hiç gereği yokken Hiroşima ve daha sonra da yangın çıkarmak için ve yangın etkinliğini ölçmek için tapınaklar kenti Nagazaki'ye atılması karşısında duydukları derin kaygı ve sorumluluk duygusunu, böyle bir bombanın son derece saldırgan bir gücün eline geçmesi karşısındaki dramını, yayınlanan "Oppenheimer Soruşturması" tutanaklarında tümüyle somut bir biçimde buluruz, Atom bombasıyla birlikte dünyayı ele geçireceklerine dair akıl almaz korkunç planlarını düzenlemeye başlayanlar ilk önce içerde, kendi ülkelerinde, tıpkı fizikçi Evans'ın dediği gibi "KONUŞMA-YAZMA-KIPIRDAMA" politikasını başlattılar. Mc Carthy'cilik politikasının felsefesini hazırlayanların, aydınlan nasıl bir köşeye sıkıştırdıkları ünlü fizikçi Einstein'ın şu sözlerinde bulmak olası: "Yeniden seçme şansım olsaydı ya tenekeci ya da gezgin satıcı olurdum. Hiç olmazsa böylece az da olsa biraz özgürlüğümü korurdum"(3) Bir fizik bilginine tenekeciliği özleten soğuk savaşın nasıl ve hangi korkunç boyutlara ulaştığını, soğuk savaşın önce nerede ve nasıl başladığını araştırmak isteyenlerin doğru kavramaları gerekir.

Buna rağmen Los Alamos'un saygın bilgin-fizikçileri "komünistleri ezmek için daha. güçlü bir nükleer bombanın yapımında" görev almayarak bir kenara çekildiler. Belki de en az direnenlerden biri olan fizikçi Oppenheimer için açılan soruşturmada, Truman'ın 2. Paylaşım Savaşı'ndan hemen sonra başlayan bu fanatik anti-komünist saldırganlığının en bilinçli sorumlularından biri olan ve de başta gelen yetkililerinden Dr. Edward Teller soruşturma komisyonuna verdiği ifadede aynen şöyle der: "Eğer Oppenheimer 1948'de Hidrojen bombasının yapılması için bize katılsaydı yapımını hemen o dönemde gerçekleştirebilirdik. Böyle bir bomba bizi Çin yenilgisinden ve daha birkaç yenilgiden korurdu. Komünistlere karşı numaralı durumda olurduk." Los Alamos'un Atom enerjisi başkanının söz ettiği birkaç yenilgiden birinin de Çin'den sonra Kore savaşı olduğunu anımsarsak Amerika'nın, halkların kendi yazgılarını belirleme özgürlüklerine karşı ne gibi emperyalist politikalar üretmekte olduğunu çok açık seçik, daha işin başında nasıl yola çıkıldığını görerek kavrarız. Bay Michelis söylediğinin tam karşıtı bir gerçeklikte kendini gösteren olay, Los Alamos'un dehşete kapılan fizikçilerinin bir bölümünün Truman'ın emperyalist politikasına alet olmayarak atom ve öteki bombaların Sovyetlerin stratejik ve önemli kentlerine atılmalarını önlemek için olağanüstü bir özveriyle karşı çıkışlarında kendini ele verir. Bu bilgin-fizikçilerden bazıları özellikle de Hanz Bethe'nin yönettiği teori servisine bağlı olanlar örneğin Klaus Fuschs ve Nunn May ile İngiliz kökenli şimdi adlarını anımsayamadığım bilgin fizikçiler destanımsı bir özveriyle atom bombasının sırlarını Ruslara ilettiler. Kimisi oraya geçerek, kimisi de ülkelerinin tüm gerici yıldırım yağdırmalarına göğüs gererek... Ve de Sovyetler çok kısa bir sürede Amerikalılardan Oppenheimer'in deyimiyle "çok daha mükemmelini " yaparak saldırganlığın önünü kesmesini bildiler. Ve hiç kuşkusuz o aradaki dehşet verici boşluğu Stalin'in kararlı ve hiç paniğe kapılmayan tutumu büyük bir ustalıkla kapayarak atlatıldı. Ve Oppenheimer nükleer tırmanışın işte böylece, komünistlerin imhasını önlemek için atom sırlarının verilmesiyle, bu olayla başladığını söyler... Ben bu özverili bilginlerin önünde size verdiğim bu yanıtla bir kez daha saygıyla eğiliyorum bay Michelis... Sizin insanları şaşırtacağını sandığınız şamatalarınız, soğuk savaşın nasıl başladığını, daha doğrusu nasıl başlatıldığını, kendi yaşamlarıyla kanıtlayan Julius Rosenberg ile karısı Ethel Rosenberg'in elektrikli sandalyede öldürülmelerinin erdemini ortadan hiçbir zaman kaldıramayacaktır. Onlar soğuk savaşın ilk yiğit kurbanlarıydı. Ve insanoğlu yeryüzü macerasında bu özverili insanlara çok şey borçludur.

* * *

Sayın İtalyan Dışişleri bakanı Bay Michelis ama bence asıl üzerinde durulması gereken tümceler, yukarıdakilerden çok şimdi alıntısını yapacağım sözleriniz. "Komünizmin yenilenmesindeki başarının temelinde, yani Batı Avrupa solunun komünist model üzerindeki tarihi zaferinin temelinde bizim modelimizin şu üç öğesi yatmaktadır: Siyasi demokrasimiz, pazar ekonomimiz ve sosyal devlet anlayışımız, işte bizim batı Avrupa solunun başarısı bu üç sacayak üzerine oturtulmuştur". Bayan Thatcher de aynı şeyleri söylüyor Orta Avrupa'da komünizmin yıkılması karşısında. Doğu bloklarında komünist rejimlerin yıkılması konusunda izlenecek politikayı birlikte saptamak için ABD başkanı George Bush ile "Camp David" deki dağ evinde 4 saat süren görüşmeden sonra yaptığı açıklamada Bayan Thatcher" bizim yaşam biçimimiz" diyor, "ekonomik zenginlik, insanlık onuru ve özgürlük demektir. Bunu ne pahasına olursa olsun savunmak gerekir. Gorbaçov'un komünizmin gerçekten iflas ettiğini kabul etmesiyle birlikte gerçek bir değişim mümkün olabilecektir. Yani komünizm zenginlik ve özgürlük getirmemiştir..."
Bay Michelis, komünizmin iflas edip etmediğine, doğu Avrupa ülkelerinde yıkılıp yıkılmadığına bakmadan önce sizin modelinizin, yani; pazar ekonominizin (ekonomik zenginliklerinizin), siyasi demokrasinizin (özgürlüklerinizin), sosyal devlet anlayışınızın (insanlık onurunuzun) nerede temellendiğine bakmak gerekir öncelikle... Bay Michelis, sizin bu modeliniz bu üç sacayağı dünyamızdaki 1 milyar insanın açlığı üzerinde oturuyor. Sizin modeliniz yani sanayileşmiş 7 lerin, yani öteki adıyla Kuzeyliler'in şu pek görkemli modeli sizdeki işçilerin saat ücreti 18-20 dolar dolaylarındayken, Üçüncü Dünya ülkelerinin, yani Güneylilerin saat ücretinin 2 doları yıllardır aşamayan bu ülkelerdeki generalleriniz ve işbirlikçi kadrolarınız aracılığıyla sağladığınız despotizmin, kan dökücülüğün başarısında odaklanıyor. Bay Michelis, siz ve diğer 6 ortağınız, siz Kuzeyliler dünya üretiminin %71,6'sını denetiminiz altında tutuyorsunuz. Birleşmiş Milletler'in 1980-1986 yıllan arasında dünya ticaretini ve gelişmesini gösteren tablosuna göre (4): bu dönemde Kuzeyliler'in kişi başına ulusal brüt gelirleri 9838 dolardan 11080 dolara yükselirken, Üçüncü Dünya ülkelerindeki ulusal üretim kişi başına 900 dolardan 884 dolara düşüyor. Sizler zenginliklerinizde, yani pazar ekonominizde şişindikçe gezegenimizin öteki ülkelerindeki insanlar nasıl iğne ipliğe dönüyor, görmüyor musunuz bay Michelis? Sizin o pazar ekonominiz yani (ekonomik zenginliklerinizi) ve yaşam biçiminiz, Üçüncü Dünya ülkelerinin az gelişmişlerinde üretim 227 dolardan 221 dolara düşerek artık insanların yalnızca yiyip içmelerinin azalmasıyla değil, bu azgelişmiş ülkelerde yaşayanların ölüm-kalım sınırına geriletildiklerini en vurucu bir biçimde ortaya koyuyor. Sizde dışsatım 1980-86 döneminde, yine Birleşmiş Milletler'in kayıtlarına göre: kişi başına 1235 dolardan 1631 dolara müthiş bir tırmanış gösterirken Üçüncü Dünyalılar'da yani Güneyliler'de 255 dolardan 192 dolara korkunç bir düşüş gösteriyor. Zavallı Az Gelişmişlerin bu dönemdeki dışsatım düşüşü ise bay Michelis, sizin güzel kadınlara, gece yaşamına ve baskete düşkünlüğünüzün katmanlaştırdığı dünyanızda algılanması bile olanaksız bir nitelikte: kişi başına 26 dolardan 22 dolara düşüş... Enerji kullanımındaki sayılar o ışıklı pırıl pırıl zenginlikler içindeki ilerlemiş renkli dünyanızın hangi yoksulluklara, hangi geriliklere ve de dünyamızın dörtte üçünün hangi koyu karanlıklarla dayanılmaz üşümelere dayandığını kanıtlamaya yetiyor da artıyor bile: Gezegenimizin Kuzeylilerinde, yani 7 ülke insanında kişi başına 6076/ kilo-kömüre eşdeğerde enerji tüketilirken bu oran Üçüncü Dünyalılar'da yalnızca ve yalnızca 54/kg-kömür. Siz kendi ülkelerinizde %99'unuz sağlıklı sular içerken dünyamızın az gelişmiş ülkelerinde insanlar koli basilli sulan %73 oranında içiyorlar... ABD'nin hemen burnu dibindeki Latin Amerika ülkelerinde yılda 1 milyon çocuk açlık ve gıdasızlıktan ölüyor. (5) ABD'nin arka bahçesindeki çocuk ölümlerinin 1 yaşından küçüklerde açlık nedeni %38, 2;2-4 yaş grubundakilerdeyse %70'tir. Yine Marcel Niedergang'ın bildirdiğine göre Dünya Bankası kaynaklan yalnızca açlık nedeniyle ölen çocuk sayısını Haiti'de binde 112, Bolivya'da 129, Peru'da 86, Ekvador'da 80 olarak saptamıştır. Yine saptanabildiğine göre Perulu çocukların sağ olanların tümünün %45'i tam anlamıyla gıdasızdır. Biz'de de, benim ülkemde kırsal kesimde bebek ölüm sayısı, 1989 bakanlık sayısal değerlendirmelerine göre binde 105, kentte binde 50 çocuk benzer nedenlerle yaşamını yitirmektedir. Bolivya'da 1850 kişiye, Honduras'da 3120 kişiye, Guetemala'da 8600 kişiye ve Panama'da 1390 kişiye 1 doktor düşerken, benim ülkem de onlara yakın bir çizgi izlemekte 1200 kişiye 1 doktor düşmektedir.

Sizin metropollerdeki yaşam biçimleriniz öylesine vurdumduymazla bay Michelis, İngiltere'nin kraliçelerinin başbakanı bayan Thatcher bu yaşam biçimini "insanlık onuru" diye nitelendirirken, Londra'da burnunun dibinde Humana Wellington hastanesinde, bu son derece lüks hastanede, yıllardır zengin müşterilerine Anadolu'dan iş bulacağız diye kandırılan insanlarımızın böbrekleri nakledilmekte, herkes insanların organlarına dek uzanan bu korkunç sömürüyü çok iyi bildiği halde en küçük bir davranışla bu olayı izlemeyi hiç mi hiç düşünmemektedir. Okuma yazması olmayan Ahmet Koç, kendisine bulunan iş için alması gereken sağlık raporu kandırmacasıyla Wellington sayrılar evine yatırıldığında imzaladığı belgelerini hiçbirinin ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ve gözünü açtığında artık bir böbreği yoktu. Zavallı genç Türk köylüsünün başına gelenlerin acıklı öyküsünü -bizim dilimizi bilmediğiniz- için isterseniz, ilgi duyarsanız, 13 Aralık 1989 tarihli Le Monde gazetesinden bulup okuyabilirsiniz. Yalnızca 2400 Frankçığa insanlarımızın iç organlarını nasıl kendilerinden habersizce sökülüp sökülüp alındığını, zaman zaman işin ölümcül sonuçlara bile vardığını ve de organ satışını yasaklayan sözüm ona yasanın nasıl çok kurnazca caydırıcı yaptırımlardan alıkonulduğunu, hepsini öğrenebilirsiniz. Hiç kuşkusuz onların insanlık onuru yok. Bayan Thacher "bizim yaşama biçimimiz insanlık onuruna dayanır" derken ve de bunu savunmayı önerirken zengin İngilizlerin Humana Wellington hastanesinin görkemli odalarında yatan İngiliz yurttaşları için söylüyordu bunu... Zavallı Türk köylüsünün, dilenen Afganlı ile işsiz Libyalı ve her şeye muhtaç yoksul Yunanlı bir genç kadının kandırılarak organlarını satma onursuzluğunu savunacak değildi.

Ama yalnızca insanların organları sökülüp alınmıyor Bay Michelis, sayın Dışişleri bakanı; sizin, dünyamızın yalnızca 7 ülkesinin insanlarının korkunç bir bolluk ve zenginlik ve onurlan içinde yaşayabilmeleri için borçlandırdığınız Üçüncü Dünya ülkelerinin halkları sizlere olan borçlarını ödeyebilmek için gezegenimizin akciğerleri diye bilinen Brezilya ormanlarım kese kese, fildişine tutkunluğunuz yüzünden fillerini öldüre öldüre gezegenimizi de yoksullaştırıyor, ister istemez hem kendi yaşamlarını hem dünyamızı elden çıkarıyorlar. Abarttığımı söylemeyin sosyal-demokrsinin seçkin veliahtı: İşte size 14 Ağustos 1988 tarihli IMF raporu. Bu rapora göre geçen yıla oranla soya yağı üretimi %13,2; bakır %9,3; alüminyum %15; nikel %10; kauçuk %7 artık daha az çıkıyor. Ve bu rapor, her yıl üretimin kronikleşerek düştüğünü gösteriyor.

İşte dünya genelindeki sosyal adaletiniz. Bir yanda Tantalos işkencesi (6) yaşayan halklar... Öte yanda Kuzeylilerin kişi başına 11 bin dolar düşen korkunç zenginlikleri... Bir yanda 1 milyar insanın açlıktan ölümü öbür tarafta kedisine köpeğine milyarlarca dolarlık miras bırakan canı sıkkın, bunalımlı, şişman insanlar...

Ama dünyamızın bu duruma geleceği; siz sosyal-demokratları "gezginci şövalye", "dönekler" diye nitelendirdiği için pek öfkelendiğiniz Lenin'in bilimsel verilerle açıklamalarına göre zaten "kaçınılmaz"dı: "Küçük patronculuk üstüne kurulu özel mülkiyetçilik, özgür rekabet, demokrasi... Kapitalistlerin ve kendi basınlarının işçileri ve köylüleri kandırmak için kullandıkları tüm bu sloganlar artık çoktan aşıldı. Kapitalizm, bir avuç "gelişmiş" ülkenin gezegenimizin büyük çoğunluğunu oluşturan halkların parasal nefes darlığının ve kolonial zulmünün evrensel sistemine dönüştü"(7) Biz bay Michelis, sizin "bizim sistemimiz komünizme yendi" demenize rağmen sizin sistemimizin nasıl bir baskı ve zulüm sistemine dönüştüğünü öğrenmek için sizi değil bu ölümsüz yapıtları yeniden yemden gözden geçiriyor, adım adım izliyoruz. Dünyaya ve kendimize duyduğumuz sorumluluğun bizde, kendimizde nasıl yoğunlaştığını da daha iyi görüyoruz.

* * *

Sayın Dışişleri bakanı, "kolonial zulmün ve parasal nefes darlığının" sürdürülerek kendi metropollerinize taşıdığınız zenginliklerin oralarda, kendi metropollerinizde de nasıl dağıtıldığını bilmiyor muyuz sanıyorsunuz? "Avrupa'da sağ ve sol alternatif siyasal el değiştirme yok artık, diyorsunuz... Yok. Bitti, artık bu. Çünkü alternatif iktidarları işbaşına getirecek sosyal ve ideolojik taban yok artık. İşçi sınıfı ve burjuva sınıfı farklılıkları yok oldu."

Siz bizi aptal mı sanıyorsunuz bay Michelis: Yalnızca İngiltere'de 140 bin kişi sokaklarda evsiz barksız yatıyor. Londra'da kiliselere her gece sığınanlar bu rakamın içinde değil. Metropollerinizin bidonville ve ghetto’larında insanlık onuru ve özgürlüklerin nasıl kutsandığını gizleyebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Buralar, bir batılı yazarın, pek doğru saptamasıyla Beyrutlarınızdır sizin.(8) Ve de yalnızca ABD' de gelirleri resmen belirlenen açlık sınırının altında olanların sayısı 1980'de tüm ABD nüfusunun %13'ne yaklaşık 29,3 milyon kişiye ulaşmıştı. Reagan yönetimi bu sefaleti daha da koyulaştırdı "Resmen açlar"ın sayısı 1981'de toplam nüfusun %14'ne (31, 8 milyon kişiye) ve 1982'de toplam nüfusun %15'ine yani 34,4 milyon kişiye ulaştı. Bu durumda olanların %53,6'sı siyahlar, %29'u İspanyol kökenli azınlıklardır. 1980'de açlık çekenlerin beşte birini çocuklar oluşturuyordu.(9)

"Sınıf farkı artık kalmadı" derken Bay Michelis nasıl oluyor da yukarıdaki insanlar bu yüzde oranlarında bidonville'lerde ve ghetto'larda yaşıyorlar ve yine nasıl oluyor da sayın dışişleri bakara, sınıf ayrıcalığının tümden kalktığım söylediğiniz modelinizde, örneğin Fransa'da nasyonal-sosyalistlerin Le Pen'i son yerel seçimlerde %20’leri aşan bir oy potansiyeline sahip olabiliyor? "İdeoloji tabanın tümüyle" silindiğini söylediğiniz Kuzeyliler'in modellerinde, örneğin Avusturya'da Nazi'lerin liberal renkler içinde kendini başarılı bir biçimde kamufle eden adayı Jörg Haider, hangi ideolojik ve sosyal tabanı bularak. Hıristiyan-demokratların oylarını altüst edip Meclise girmeyi başarabiliyor? Hem ideoloji ve sosyal taban olmayacak modelinizde hem de neo-nasyonal sosyalistler meclislere birçoklarını geri bırakarak girebilecekler? Sosyal demokratlığınızın şaşkınlığı içinde değilseniz bu gerçekleri açıklamakla yükümlüsünüz sayın Dışişleri bakanı... Almanya'nın geçen yılki Frankfurt seçimlerinde neo-Nazi partisi oyların %6,6'sını alarak 91 üyeli meclise 7 üye sokmayı başardı. Aynı seçimlerde öteki Nazi parti, Cumhuriyetçiler de oyların %7,4'nü alarak batı Berlin meclisine ilk gamalı haçlı üyelerini göndermeyi başardılar... Analizler Almanya'daki Nazilerin aldığı her 20.000 oyun en az yansını Hıristiyan-demokrat partiden aldığını gösteriyor. Ama, bence, ondan da çarpıcı yanı Hoechst dev kimya fabrikalarının bulunduğu bölgede neo-faşistlerin oy potansiyellerini artırarak bu bölgedeki sosyal-demokrat genç işçiler arasında köleleşmeye, dal budak sarmaya başlamasını göstermesi olmuştur. Bu yalnızca "Skinhead"ların, "dazlaklar"ın becerisi değildir. Yeni faşizmin kendi toplumunuzda ideolojik taban bularak ne denli hızla geliştiğini gösteren çarpıcı örneklerden biri de ABD'de Ku Klux Klan örgütünün en önde gelen ırkçı liderlerinden David Duke'ın Louisiana'da yapılan seçimleri herkesi geride bırakarak kazanmasıdır.(10)

Tüm bunlar nasıl oluyor da sınıf farkı kalmamış bir toplumda gerçekleşiyor bay Michelis, söyler misiniz lütfen? Siz ya sınıf nedir, ideoloji nedir bilmiyorsunuz, ya da tıpkı büyük babalarınız Hitler ve Mussolini'lerin yeniden önünü açmak için, her zaman yaptığınız gibi 2. Enternasyonal'den bu yana süren tarihi misyonunuzu yerine getiriyorsunuz. Sanıyorum bu ikinci varsayım daha doğru sayın dışişleri bakanı;" komünizme yenildi, biz onu yendik" derken kıvancınızın ziller takmışlığından belli oluyor bu...

Bugün doğu bloklarında olup bitenlere bakarak "Bizim sosyal-demokrat modelimiz komünizme yendi" diye zafer şölenleriyle Roma İmparatorluğu'nuzun metropollerinde Neron bencilliğiyle gece yaşamlarınızı sürdürürken, çok da uzun sürmeyecek bir süre sonra, imparatorluğunuzun surlarında vahşi insanların milyarlarca ve milyarlarca siz kuşattığını gördüğünüz zaman... işte o zaman kazandığınız zaferin nasıl bir Pyrrhus zaferi olduğunu dehşetle görecek ve kavrayacaksınız. Ve komünizmin bile artık kurtarmaya gücü yetmeyecek bir dünya ile birlikte ilk önce siz, metropollerinizin vurdumduymaz bencilliği içinde, tüm insanlık; uygarlığını da beraberinizde sürükleyip yuvarlanıp gideceksiniz...

  1. Lenin: Emperyalizm, kapitalizmin son aşaması. Ed. Progres 1969. Moscou.
  2. Louis Fischer Lenin "Ölüme mahkûm edilen Emperyalizm" bölümü. Ed. Christian Bourgois. 1966.
  3. Heinar KİPPHARD-Oppenheimer Olayı. İzlem Yayınları Dizi 26.
  4. Le Monde Diplomatique- Kasım 89. Jacques Decornoy'nun tablosundan.
  5. Açlık Kıskacındaki Kıta : Latin Amerika. Le Monde 8-9 Nisan 1984, Marcel Niedergang-Aydan Aya Dergisi 84 Haziran s:2
  6. Tantalos işkencesi: Mitolojik Lidya kralı. Tanrılar Lidya Kralı Tantalos'u kendi içkileri (Nektar) ile yemekleri (ambroisie) ölümlülere ilettiği için müthiş bir işkenceye mahkûm etmişlerdi. Tantalos su içmek için eğilse ırmak eriyor, meyva dallarına uzansa dallar göğe doğru erişemiyeceği biçimde çekiliyorlardı.
  7. Lenin: Emperyalizm, kapitalizmin son aşaması: 1920'deki Fransızca baskısına yazdığı önsözden. Ed. Progres 1969. Moscou.
  8. Florence Beauge: Wasington; iktidarın kalesinde ırkçılık ve sefalet Le Monde Diplomatique, Eylül 1989.
  9. Marcel Niedergang'ın yukarıda adı geçen incelemesinden...
  10. Bu konuda bakınız: Orhan iyiler: Danilov Manastırının Çanları. Görüş dergisi Mayıs 1989.