10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 9-10 Temmuz Ağustos 1990 “Marksizm ve Günümüz Dünyası” üzerine tezler/tartışmalar

“Marksizm ve Günümüz Dünyası” üzerine tezler/tartışmalar

Temel Demirer

Değerli Arkadaşlarım,

Y.B.T.D.G'ince düzenlenen tartışmamızın konusu "Marksizm ve Günümüz Dünyası". Bocholt toplantılarındaki genel konsensüsün eğilimince saptanan bu konuya, "kerhen evet" dediğim için, benim itirazım olacak. Öncelikle konuşmama bunu açıklıyarak, kimilerine bir hayli "şekli"de gelse, önemine şiddetle inandığım itirazımı burada dile getirerek, başlamalıyım: Benim açımdan bu konunun alanı "M-L ve Günümüz Dünyası"dır.

Batı Avrupalı kapitalist güçler, devrimle yaratılmış yeni sistemi yıkmayı başaramadılar ama ileri adım atmamın engellediler. O adım ki sosyalistlerin tahminlerini doğrulayacak ve üretken güçlerin görülmedik bir hızla gelişmelerini sağlıyacaktı; sosyalistler de böylece, sosyalizmin kendi içinde pek büyük güçler içerdiğini ve insanlığın şimdi olağan dışı parlak beklentilerle dolu yeni bir gelişme aşamasına girdiğini kanıtlıyacaktı.

Kimileri çok dogmatik bulsa da ben; hiç bir bilimsel şüphe duymadan "emperyalizm ve proletarya devrimleri çağanda yaşadığımızı düşünüyorum. Onun içinde sadece Marksizm'den değil, Marksizm Leninizm'den söz ediyorum. Eksikli nitelemelerden uzak duruyorum, uzak durulmasını öneriyorum...

"Öneriyorum" dedim. Sizlere burada "âlimane" ve "kâhince" bir bilgiçlik taslayacak değilim. Hem konuşma süresi ve hem de bilgi birikimi sınırlı birisi olarak, sizlere burada M-L. okulun sıradan bir öğrencisinin, konuya ilişkin yorumlarım ve düşüncelerini sunacağım.

İfadeye gayret edeceğim görüşlerim, son noktası vurulmuş şeyler değildir. Bunun iki nedeni var: Birincisi ben M-L toplumbilimsel tasavvurun, inşa halindeki dinamik bir sınıf mücadelesi tarihi olduğuna inanırım... İkincisine gelince de; son noktası vurulmuş "kurtarıcı" aydın mitlerine, çözümlemelerine ve söylemine pek inanmam. Bunun yerine, M-L toplumbilimin eyleminden söylemine ('son söz' uluslararası planda söylenilene!) değin son noktası vurulmamış bir kolektif aydının, devrimin güncelliğine inanan toplum bilimsel eylem kılavuzu olduğuna inanırım...

Konuya ilişkin görüşlerimi dile getirmeden önce, hemen belirteyim: Görüşlerimi kıyasıya eleştirin, gerekiyorsa yerden yere vurun, kolektif fikir oluşturma süreçlerinin M-L'izm açısından 'olmazsa olmaz' olan olduğunu bir an dahi atlamayın... Özetle ifade ettiğim (eleştirilere sonuna değin açık ve elbette katkılara muhtaç !) görüşler benim, yargı siz ve panelist arkadaşlarımın, gelecekse her şeye ve hertürlü öne çıkmış olumsuz görüngüye rağmen; bir şizofreni ve restorasyonel barbarlık sistemi olan tekelci kapitalizmin değil, M-L'indir...

Gelecek M-L'izmindir dedim... Bu tek yanlı bir 'mutlak'çılık mıdır? Bence hayır! Ben burada bir "mutlak" lılığı değil, taraflılığımı dile getiriyorum. Diyeceklerim elbette taraflıdır. Kimse genellemeci bir sözde bilimsellik konseptinin şüpheciliğiyle benden, tarafsızlık beklemesin ve istemesin. Ben de ifadeye gayret edeceklerim de taraflıdır.

Yüzlerce binlerce yıldır ilk kez efendiler arasındaki savaşa, kölelerin bütün efendilere karsı yapacağı savaş ile cevap vermek için verilen söz tamı tamına yerine getirildi... Ve tüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek... Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda ve hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna kadar vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır.

Bu taraflılığım ise, M-L'izmin bozulup deforme ya da revize edilmeden, ipliklerini ayırmaya olanak vermeyen bir dokuya sahip olmasından kaynaklanır... M-L'izm mevzu bahis olunca, keyfi ve seç-meci bir eklektikliğin de-formasyonel revizyonlarına "evet" diyemem... Kendimi olağana teslim ederek, olması gereken yolundaki toplumbilimsel ve tarihsel bir öğretiden vazgeçemem... M-L'izm (adil ya da gayri adil bulunsun) açık ideolojik taraflılığıyla sınıflı sömürücü toplumlarda, ödevlerinin ve olanaklarının bilincinde olan bir sınıfın, insanlığın kurtuluşu yolunda (kendisini de yadsıyabilen!) düşünce ve davranış bütünselliğidir....

Bu bütünsellik, yaşamın sınıflar mücadelesi boylarındaki yeşili ile; sürekli olarak akmakta ve değişmekte olanı: açıklayıp, tanzim ve tasnif ederek dünyayı değiştirmenin biricik yöntemidir... Kimileri "elveda" diyerek, M-L'izmden vazgeçse de ben asla Leninci de devrimin güncelliğinden şüphe etmiyorum. Leninci devriminhala Leninci devrimin güncelliğinden şüphe etmiyorum. Leninci devrimin güncelliğinden ise, "tek tek günlük her sorunun, toplumsal-tarihsel bütünün somut bağlamı içinde ele alınması bunların proletaryanın kurtuluş momentleri olarak incelenmesi demek" (G. Lukacs, Lenin'in Düşüncesi, S. 1-1) olduğunu anlıyorum...

Sorumluların kendilerine "yenilenme" çığlıklanyla yeni manevra alanları açma girişimlerinden medet ummadan; yaşanandan dersler çıkartarak, M-L'izmin temellerinde, kaynağa dönen bir rönesans gerçekleştirilmelidir. Onun için de, yüzümüzü geçmişin eleştirisi temelinde (ki bu özekştirimizdir!) geleceğe dönüp, M-L'ist teorik kaynakların engin perspektif ve imkanlarıyla donanardk ilerlemek ve bu ilerleyişle de sosyalizmin ikinci büyük dalgasını örmek gerekiyor.

Kimileri bu görüşten vazgeçebilir. M-L'izmin yetmezliğinde karar kılarak, "yenilenelim" diye haykırabilir! Ben ve ifadeye gayret edeceklerim barikatın bu yüzünde değiliz. Açıkça ifade ediyorum: Karşısındayız...

Bu açık karşıtlığımla, kimilerinin "M-L'izm ve Günümüz Dünyasından söz ederken; şu tür tespitleri yapıyor olduklarım da umuyor değilim: "Sosyalizmin "tarih öncesi" sona ererken" (M. Belge, Birikim, No:9, S.21-24)... "İdeolojik doğmalardan, bilgi çağının dinamizmine geçiliyor" (Hürriyet, 08.02.1990). "Sovyetlerle kapitalizm arasındaki antagonistik çelişki, sonunda meyvesini verdi, artık bundan sonra non-antagonistik bir çelişkiye geçiyoruz" (A. Altan, Adımlar, No:29, S. 10)... "İlkel sosyalizme son" (Milliyet, 15.02.1990)... "İlkel sosyalizm yerine, insanı değerlere dayalı demokratik bir sosyalizm" hedeflenmeli" (SBKP 28'inci Kongre Platformu tezlerinden, Cumhuriyet, 14. 02.1990). "Astık proletarya diktatörlüğü bitti" (V.F.Yudin, L.N. Dobrohotov, M, 12.02.1990)... "çağımızın Marksizmini yaratmak durumundayız (...) Marksizm'in Rusça formlarından sıyrılmak, Lenin'in düşüncelerine bu açıdan eleştirici yaklaşmak gerekir. Çağımız değişmiştir ve Marksızmın Leninist yorumunu aşmak gerekir. Çağımız değişmiştir ve Marksizm’in Leninist yorumunu aşmak gerekir. " (Y.N. Yağcı/N. Sargın, Nokta, Yıl:7, No:52, S.87)... "İflas eden Leninizm'dir (...) Toprağı bol olsun" (M.A. Aybar, y.a.g.k, S.86)... v.b'leri, v.b'leri...

Örnekler çoğaltılabilir. Kimilerine göre M-L'izm "ölmüştür". Kimilerine göre ise de, Leninizm... Veya varılan aşamada bırakınız "ölen" Leninizmi; Marksizm'in bile "çağdaş" bir biçimde revizyonu gerekmektedir!

Bernstein'den beri hiç de yeni olmayan bu eskimiş "yenilenmeci" görüşlere ben "hayır" diyorum... M-L'izm yaşıyor diyorum! Çünkü

I-) Tarih içinde M-L ve onun Lenin'li fiiliyatına kadarki ifade edilmiş olan teorik, pratik, felsefi ve politik bütünsellik, köklü ve tarihsel bir kazanımdır.

II-) M-L'izmin öngördüğü teorik tasavvur ile, onu takip eden Lenin sonrası icraat arasında 4/4'lük bir özdeşlik yoktur. Hatta Lenin sonrası bir kopuşun başlangıcıdır. Lenin sonrasındaki Ekim devrimi ve diğer deneyimler kişiliğinde sosyalizmin ilk büyük dalgası; "rahminden çıktığı eski toplumun" ağırlıklı lekelerini taşıyan bir deformasyonel girişimlerdir. Kaldı ki, tarihin kendine özgü istihza dolu mantığı; sözünü ettiğimiz kuruluş deneyimlerindeki pratik süreçlerin ekonomist/bürokratik işlerliği ile, öz dinamiğin M-L toplumbilimsel tasavvurun alanları dışına savrulmasını devreye sokmuştur.

III-) SSCB'deki kuruluşun "imdadına" dünya devrimi yetişemeyince; Ekim devrimi NEP ile 'geri adımlar' atmak zorunda kalmıştır. Bu bir tercih olmaktan da ötede, objektif bir durumdur.

IV-) Lenin sonrasında, SBKP'deki Stalin/Troçki kutupsallığıyla; sosyalist demokrasinin (tasvip edilmesi olası olmayan uygulamalarla!) 'askıya alınmasından sonra; M-L teori ve tasavvurunu bozucu bir reel politikerlik, adım adım öne çıkmıştır. Bu 'milli komünizm'ci ve 'tek benim ülkemde sosyalizm'ci sapma, M-L teori ve ideolojiyi, reel politiker bir siyasetçiliğe kurban etmiştir.

Ben ("avrupa merkezli" bakış açılarının tersine!) "batı"dan ya da "kuzey"den değil; "doğu"dan, "güney"den bakıyorum... Bakış açımın bu farklılığının altını özenle çiziyorum. Tüm arkadaşlarıma da, fosilleşmiş 2'inci enternasyonal kocakarılığının, devrimci romantik boyutu olmayan, ütopya ufku iğdiş edilmiş; ekonomist ve bencil üretici güçler teorisinin saltçılığına sarılmış, anarko-liberal perspektiflerinden uzak durmayı öneriyorum...

"Moskova Mahkemeleri, Dimitrov'un Stalin onaylı Halk Cepheleri" politikaları; Stalin'in 1936'larda "komünizmin birinci evresi, yani sosyalizm, ülkemizde, daha şimdiden, temel olarak gerçeklenilmiştir" (J. Stalin, Leninizmin Sorunları, S.628) denilmesi; yine Stalin'in 1939'daki 18'inci parti Kongresi'nde, "ileriye komünizme doğru gidiyoruz. Devletimiz komünizm döneminde de kalacak mıdır?(.) Eğer kapitalist kuşatma eritilmemişse ve yabancı askersel saldın tehlikesi yok olmamışsa, evet, kalacaktır" (J. Stalin) yollu; M-L ideolojiyi, güncel siyasete güttüren uygulamaları; sözünü ettiğimiz bu kesitin ürünüdür.

V-) 2'inci dünya savaşının ardından; Doğu Avrupa'da devreye giren (kızıl ordu şemsiyesi altındaki!) Ekimsiz devrimlerle; Yalta ve Potsdam'da çizilen yeni uluslararası harita ile, sosyalizmin artık bir "dünya sistemi olduğu" ilan edilmiştir. Oysa sosyalizm, tek dünya pazarında hala sektörel bir yapıdır...

M-L'izmin öngördüğü gibi, sosyalist geçiş toplumlarında (bir devrim, Dünya devrimine bağlanarak ilerlemiyor ve ilerlememekten ötürü de geriliyor ise!) geriyi dönüş ve kapitalist restorasyon her zaman olasıdır!...

VI-) Bu sektörel ülkeler topluluğunun, emperyalist-kapitalizm ile uzun süreli 'barış içinde yan-yana yaşayarak, onları ekonomik olarak aşmacı varsayımları ve dünya komünist hareketine ise, bu ülkelerin "kayıtsız şartsız savunuculuğu'nun alt ünitecilik misyonunun yüklenilmesi ile; işler arap saçına dönmüştür.

VII-) Giderek durağanlaşan bu yapılardaki tıkanıklık, sosyalist demokratik işlerliğin yerine bürokrasinin ikamesi ile çakışınca da; 1961 yılındaki SBKP programındaki "Parti resmen ilan eder: Sovyet insanının şimdiki nesli komünizmde yaşayacaktır" (SBKP Programı, S. 123) yollu ajitatif ve hiçbir bilimsel değeri olmayan "saçma"lıklara rağmen; yapının sorunları bir bütün olarak katlanmacasına artmıştır.

Sonrası ise, Perestroyka'ya ulaşılan kesitte; buzların kırılması ile "malum"dur... 'Malumun ilanı'ma aşağıda değineceğim. Ondan önce bu olup bitenden asla sorumlu tutulmaması gerekliliğinin altını çizdiğim Lenin'den; Ekim'e ilişkin değerlendirmelerini nakletmek istiyorum. 4.Mart.1923'de Lenin der ki: "Kapitalist endüstriyi yıktık ve ortaçağ kurumlan ile toprak sahipliğinin kökünü kazımak için elimizden geleni yaptık. Böylece proletaryanın devrimci çalışmasına inandığı için onun önderliğine güvenen bir küçük ve çok küçük köylülük yarattık. Ne var ki, daha gelişmiş ülkelerde sosyalist devrim zafere ulaşıncaya değin bu güvenin yardımı ile ayakta duramayız; çünkü ekonomik zorunluluk, özellikle NEP koşullarında, küçük ve çok küçük köylülüğün emek üretkenliğim son derece düşük bir düzeyde tutuyor. Üstelik uluslararası durum da, Rusya'nın ilerlemesini engelliyor ve genellikle, halkın üretkenliğini savaş öncesindekinin epey altındaki bir düzeye indiriyor. Batı Avrupalı kapitalist güçler, kısmen bilerek, kısmen de bilinçsizce, ilerlememizi engellemek için (...) her şeyi yaptılar. (...) Sonunda problemleri yan yarıya çözüldü. Devrimle yaratılmış yeni sistemi yıkmayı başaramadılar ama ileri adım atmamızı engellediler. O adım ki sosyalistlerin tahminlerini doğrulayacak ve üretken güçlerin görülmedik bir hızla gelişmelerini sağlayacaktı; sosyalistler de böylece, sosyalizmin kendi içinde pek büyük güçler içerdiğini ve insanlığın şimdi olağan dışı parlak beklentilerle dolu yeni bir gelişme aşamasına girdiğini kanıtlayacaktı" (V.İ. Lenin)

Dikkat ediniz: Lenin devrimin boğuştuğu güçlüklerden söz ederken; çok soğukkanlı ve objektiftir. Boş bir "resmi iyimserliğe, ya da "abartıya" müracaat etmemektedir. Bu tutumuyla da, yüzü dünya devrimine dönük olarak şunu demektedir: "Yüzlerce binlerce yıldır ilk kez efendiler arasındaki savaşa, kölelerin bütün efendilere karşı yapacağı savaş ile cevap vermek için verilen söz tamı tamına yerine getirildi... Ve tüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek... Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda ve hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna kadar vardırırlar, bunun önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır" (V.İ. Lenin)

Evet Ekim devrimi, ML'ist tasavvurun gerçeklenilmesi yolunda; "buzu kırmış, yolu göstermiş ve açmıştır"! Bu bağlamı tarihsel önemdeki yol gösterici pratiği ile M-L'ist toplum imisel tasavvurun "girizgahını" gerçeklemiştir. Onun için de aşılmamıştır, "aşınmamıştır"... Sadece ve sadece, karşılaştığı yeni sorunlar karşısında (geleceğe siparişler çıkartmadığı için!) yetkinleştirilme gereksinimi duymuştur. M-L'in yetkinleştirilememesinin ve bir dogmalar yığınına çevrilmesinin nedeni ise, bizatihi bu toplumbilim değil, onun devrimci ve eleştirici özünü iğdiş eden ekonomist/bürokratik yorumların "tekçiliği" olmuştur...

"Devrim yalnızca yönetici sınıfı devirmenin başka bir yolu olmadığı için değil, fakat aynı zamanda onu deviren sınıf ancak ve ancak bir devrim içinde kendisini geçmişin birikmiş pisliklerinden temizliyebüeceği ve böylece toplumu yeniden kurabileceği için de zorunludur"

Örnek mi?... Uzaklara gitmeye ne hacet?... Alın geçmişin (hiç bir zaman M-L partiler olamamış olan!) TKP'sini, TSİP'ini, TİP'ini vb'lerini!... Bugün bunlar yenilenmenin şampiyonlarıdırlar. Onların bugündeki takipçileri gibi bizim aklımızı da "nisyan ile malûl" değildir. Yakın geçmişe kadar S-B'nin ve Doğu Avrupa'daki düzenlerin mükemmel, dokunulamaz ve her türlü eleştirinin üzerinde olduklarını savunanlar, bugün karşımıza her şeyin ve M-L'izmin bittiği 'sav'larıyla dikilmektedirler!...

Küçücük bir örneğinde olduğu gibi, bugün Veysi Sansözen "Yeni Öncü'ye Mektup" (bak: Yeni öncü, No:21, S. 74-76) yazsa da; bunda inandırıcı hiç bir şey yoktur. Yenilenme iddiaları da samimi değildir. Çünkü TB'K'P bugün Y.N. Yağcı'nin ağzından şunları demektedir: "Bizim sosyalizmimiz bizim ulusal renklerimizi ve çizgilerimizi taşıyacaktır" (Y.N. Yağcı, Cumhuriyet, 04.07.1989)

Evet sorumlular da, sorunlar da meydandadır!... Kaldı ki, Y.N. Yağcı'nın ifade ettiği reformist-milli 'Marksizm'ciliğe biz "hayır" derken; bu konuda Ülkü Ocakları eski Başkanı - ve MÇP Genel Sekreter yardımcısı Muhsin Yazıcıoğlu "biz milli Marksizme saygı duyarız" (Tempo, Yıl:3, No:4, . S.26) diyebilmektedir!

Sorun bu noktada iken, sorumluların kendilerine "yenilenme" çığlıklarıyla yeni manevra alanları açma girişimlerinden medet ummadan; yaşanandan dersler çıkartarak, M-L'izmin temellerinde, kaynağa dönen bir Rönesans gerçekleştirilmelidir. Onun için de, yüzümüzü geçmişin eleştirisi temelinde (ki bu özeleştirimizdir!) geleceğe dönüp, M-L'ist teorik kaynakların engin perspektif ve imkanlarıyla donanarak ilerlemek ve bu ilerleyişle de sosyalizmin ikinci büyük dalgasını örmek gerekiyor.

Bunu yaparken, "M-L'izm öldü iddialarını" elbette sapına değin yanıtlayarak, bunları kaile almamak ve de "Avrupa merkez"li bakış açılarından da, karşımıza çeşitli kılıklarda dikilen "Gorbi"cililkten de kopmak gerekiyor... Böylesine bir kopuşsuz, sosyalizmin ikinci büyük dalgasını örgütleyebilmek mümkün değildir. Şimdi bu yanaşımını bir hayli "dogmatik" bulan ve sorunlara teorisist bir kürsü sosyalistliğinin kolaycılığıyla yanaşan, "Avrupa merkezli bakış" açılarına; yeri gelmişken belirtivereyim: "M-L'izm ve Günümüz Dünyası"nın sorunlarına ben ("avrupa merkezli" bakış açılarının tersine !) "batı"dan ya da "kuzey"den değil; "doğu "dan, "güney"den bakıyorum... Bakış açımın bu farklılığının altını özenle çiziyorum. Tüm arkadaşlarıma da, fosilleşmiş 2'inci enternasyonal kocakarılığının, devrimci romantik boyutu olmayan, ütopya ufku iğdiş edilmiş; ekonomist ve bencil üretici güçler teorisinin saltçılığına sarılmış, anarko-liberal perspektiflerinden uzak durmayı öneriyorum...

Lütfen büyük Ekim devriminin (mecazi anlamıyla da!) "kapital'e karşı" bir devrim olduğunu ifade eden A. Gramsci'yi anımsayınız (Bak: Yeni öncü, No: 13, S. 66/68)... Gramsci burada, teorisizme bulaşmış ekonomist bir kolaycılığın, "Avrupa merkezli" bakış açılarını eleştirmektedir...

M-L'izme ve büyük Ekim devrimine bugünkü gibi, geçmişte de benzeri "eleştiri" ve "itirazlar" getirildi. Bunlar "yeni" değildir. Bu tür "eleştiriler" açısından ağır basan bir eyyamcılıkla, olasının teorisini yapmaya takıldığından dolayı!) "inanılması kolay olanı söylemek, doğru olanı söylemekten daha kolaydır" (B. Brecht, Me-Ti'nin özdeyişler Kitabı, S.94)

M-L'izm "bitti" ya da Marks dahi gözden geçirilerek "revizyona tabi tutulmalıdır" diyenler; doğru olanı değil, kolay olanı söylüyorlar... Sosyalist sektörel ülkeler topluluğunda olup bitenden ve sosyalizmin birinci büyük dalgasının trajik görüngüleri ile geri çekilişinden hareketle, M-L'izmi sorgulamaya ye "geçersiz" ilan etmeye kalkışıyorlar...

Bu ucuz mu ucuz bir kolaycılıktır arkadaşlar. Şimdi açıkça soruyorum: Lenin sonrasında sosyalist sektörel ülkeler topluluğundaki ekonomist/bürokratik uygulamaların, sapmaların ve deformasyonların "müsebbibi" M-L teori ve onun Lenin'li pratiği midir?... Ya da "yukarıdan reformcu bir teknokratlar projesi" olarak devreye giren, Perestroyka'lı kesitle ulaşılan ideolojik, politik ve ekonomik tıkanıklığın sorumlusu M-L'ist teori midir? Tıkanıklığın öncülleri M-L'ist teoride mi yoksa M-L'ist ideolojiyi "milli komünizm" uyarlamaları ile, dünya devriminden koparak yaşama geçiren uyarlamada mıdır?...

Benim yanıtım açık: Sorun, M-L'ist teori ve bu teorik tasavvura uygun olarak öngördüğü pratikte değil, onun teori ve pratiğini "ilerlemeci Sezarist" uygulamalarla deforme eden, takipçilerindedir... Takipçilere haklı olarak "hayır" demek, (Aristo mantığı ile!) M-L'ist teori ve pratiğe "hayır" demek olarak yorumlanmamalıdır...

"Kuru bir ekonomik sosyalizme ilgi duymuyorum. Sefalete karşı mücadele ediyoruz ama aynı zamanda yabancılaşmaya da karşı mücadele ediyoruz. Marksizmin temel hedeflerinden biri, bireysel çıkar ve kar etkenini, insanın ruhsal iticileri arasından çıkartmaktır.

Hepimiz biliriz: "Köklü değişimler, çıkmaz sokaklarda gerçekleştirilir" (B. Brecht, y.a.g.e, S.95).. M-L'ist toplumbilimsel tasavvurun Lenin sonrasındaki uygulamaları, sosyalizmin birinci büyük dalgası ile geri çekilirken; bir çıkmaz sokağa dalmıştır. Ortaya, Mihri Belli'nin deyişi ile "resto-rasyonel" bir durum çıkmıştır. Ama "yıkılan sosyalizm değil, bürokrasinin baskı düzeni "dir (M. Belli, 2000'e Doğru, Yıl:4, No:7, S.26)

Bu restoratif ve resesyonel gidişatın köklü alt-üst oluşu içinde, kendi hesabıma S. Savran gibi "kimse doğu'da (sosyalist ülkeler topluluğunda-y.n) kapitalizm beklemesin" (S. Savran, Ekonomik Panorama, Yıl:3, No:1, S.46) diyemiyorum... Yine Çağlar Keyder'in ekonomik bazı gerekçelendirmelerine (bak: y.a.g.k, No:4, 48-49) rağmen; bu ülkelerden (en azından!) bir kaçında kapitalist restorasyonun olası olduğunu düşünüyorum.

"Pek iyi ama bunun böyle olması, M-L'izmin iflası değil midir?" denilecek olursa; elbette değildir der ve eklerim: M-L'izmin öngördüğü gibi, sosyalist geçiş toplumlarında (bir devrim, Dünya devrimine bağlanarak ilerlemiyor ve ilerlememekten ötürü de geriliyor ise!) geriye dönüş ve kapitalist restorasyon her zaman olasıdır!...

Bu olasılığın gerçeklenmesi ise bize, Yun Borko'nun "çağdaş kapitalizmin gelişme mekanizması" makalesindeki gibi (bak: Deng, No:1, S.52-57), kapitalizmin kendi kendisini "radikal bir biçimde yeniliyen" canlı bir kapasite olduğunu göstermez. Aksine, sosyalist sektörel ülkeler topluluğundaki uygulamalarımız ve deneyimimizle; onu aşamadığımızı gösterir. Unutulmamalıdır, sosyalizmin birinci bü-yükü dalgası, kapitalist-emperyalizmin güçlülüğünden değil; birinci büyük dalganın ekonomist/bürokratik yanılgılarının kaçınılmaz iflasından ötürü geri çekilmiştir.

Marx yıllar önce söylemişti; bir kez adha anımsayalım. "Devrim yalnızca yönetici sınıfı devirmenin başka bir yolu olmadığı için değil, fakat aynı zamanda onu deviren sınıf ancak ve ancak bir devrim içinde kendisini geçmişin birikmiş pisliklerinden temizleyebileceği ve böylece toplumu yeniden kurabileceği için de zorunludur" (K. Marx, Alman ideolojisi, S.122)

İnkar edilemeyecek bir biçimde görüldüğü üzere, yaşanan deneyim, Marx'ın ifade ettiği gerekliliği gerçekleyememiştir. Lenin'in "Uzaktan Mektuplarından (bak: Tek Ülkede Sosyalist, Devrim. S. 33-49) "Yaklaşan Felaket"e (a.g.e. S. 9-66) değin ifade ettiklerim ve tek ülkede sosyalist kuruluşun proleter enternasyonalistçe dünya devrimine bağlanması öngörüsünü "es" geçmiştir...

Yani sosyalizm "resmi" bir devlet ideolojisinin reel-politikerliğine indirgenerek, bir gelişme ve ekonomik kalkınma modeli biçiminde algılanmıştır. Bu böyle olunca da devrimci romantik boyutu ve engin enternasyonalist ütopya ufkuyla sosyalizm, iğdiş edildiği için bu günlere ulaşılmıştır...

enternasyonalizmin unutulduğu ve yeni insanın yaratılamadığı, bu yapılarda, ciddi bir "milliyetçilik tehdidi yükseliyor Piyasacı yönetimlerin gidişatı içinde, "milliyetçilik" yeniden yükseliyor"

Bu uyarlamalarla, öznesi insan olan ve doğrudan demokrasi üzerinde dünya devrimine bağlanılarak inşa edilmesi gereken sosyalist kuruluş çözümlemeleri, ekonomisi/bürokratikçe askıya alınmıştır. Oysa sosyalizm özünde yeni insanı yaratmaktır... Yeri gelmişken size M-L'izmin devrimci romantik boyutunun ve engin enternasyonalist ütopya ufkunun, birinci dalgadaki son temsilcisi olan E.Che Guevara'nın dediklerini nakledeyim: "Kuru bir ekonomik sosyalizme ilgi duymuyorum. Sefalete karşı mücadele ediyoruz ama aynı zamanda yabancılaşmaya da karşı mücadele ediyoruz. Marksizmin temel hedeflerinden biri, bireysel çıkar ve kar etkenini, insanın ruhsal iticileri arasından çıkartmaktır. Marx, ekonomik etkenler ve onların insan zihnindeki etkileri üzerinde uğraştı. Eğer komünizm Sununla ilgilenmezse, malların paylaşımının bir yöntemi olabilir, ama asla hayatın devrimci bir biçimi olmayacaktır" (E.C. Guevara-1963)

Guevara'nın bu belirlemesinden bugüne uzanıp, sıralıyorum:

1-) Gennadi Pavluşkin "Lenin'in yolundan ayrılmıyoruz" (Cumhuriyet, 09.09.1990) dese de; Gorbi'nin perestroyka'sı "geçmişteki hatalı önderlik ve uygulamaların aşılması" gibi bir tez'den hareketle M-L'i "çağdaşlaştırma adına alt-üst etmektedir. Gorbi'nin yönelimi "The Economist'den (09.02.1990) "Le Figaro'ya (09.02.1990), "The Guardian'e (07.02.1990), "Frankfurt Allgemeine"ye (07.02.1990), "The Independent'e (07.02.1990) değin geniş bir desteğe mazhar oluyor.

2-) Bürokratik/ekonomist yapının "yuvadan reformculuğu "koşullarında bile, hala etkinliğini sürdüren parti/devlet içiçeliği "SBKP 28'inci Kongre Platform"unda şunları diyebilmektedir: "SBKP, üretim araçları da dahil olmak üzere kişisel mülkiyetin varlığının, ülkenin ekonomik gelişmesinin vardığı çağdaş aşamayla çelişmediğine inanmaktadır (...) Tüm boyutlarıyla piyasa ekonomisinin oluşması (...) mümkündür." (Cumhuriyet, 18.02.1990)

Leonid Abalkin damgalı bu yanaşım tarzı, "çelişkili ve ikili anlama gelen" (y.a.g.k, 17.02.1990) bir yapıya sahiptir. Ve de kim ne derse desin, İgor Ligaçov'un bile "sınırlı desteğini" (y.a.g.k) alabilmektedir...

Evet adını koyalım: Bu Guevara'nın "Hayır" dediği türden bir gidişattır...

3-) Bu gidişat içinde, Boris Yeltsin'in deyişi ile "Sovyet'lerde iç savaş çıkabilir" (y.a.g.k, 12.02.1990) Bu da pek sürpriz olmaz! Çünkü enternasyonalizmin unutulduğu ve yeni insanın yaratılamadığı bu yapılarda, ciddi bir "mülkiyetçilik tehdidi yükseliyor. Piyasacı yönelimlerin gidişatı içinde, "milliyetçilik:" yeniden yükseliyor "Bir açılım için bak: E. H. Carr, Milliyetçilik ve Sonrası, İletişim Yayınlan-1990)

4-) Sonra da ekonomik tıkanıklığını yaşayan sosyalist sektörel ülkeler topluluğunda; beş yıl içinde Polonya, Demokratik Almanya, Çekoslovakya ve Macaristan'ın 100 milyar dolar dış borca gereksinimi var iken (Prof. Dr. Erol Manisalı, Milliyet, 12.02. 1990); bu sorunların faturası piyasacı reformlar adına, tıpkı Polonya'daki gibi emekçi yığınların sırtına yıkılıyor. Örneğin, Polonya'daki "ekonomik kemer sıkma" politikalarınca 1. Ocak. 1990"dan bu yana halkın reel gelirlerinde %43,3 azalma oldu. Tüketim mallarının fiyat artışları ise, %70'leri aştı. Ocak 90'da ülkede 1,7 milyon işsizlik kaydedildi (Cumhuriyet, 16.02.1990)... Tüm bunlar olup biterken de, Macaristan'da olduğu gibi, Polonya'da da Komünist Partisi'nin kapısına kilit vuruldu (Milliyet, 30.01.1990)

Buraya kadar kuşbakışı değindiklerim, Lenin sonrasından Perestroyka'ya kadar uzanan tarihsel kesitin sonuçlarıyla devreye giren, kimi ilk verilerdir! Ve de bunların arkası daha da gelecektir! Şimdi soruyorum: Bu bağlamı içinde olup-biten, M-L'ist tasavvurun öngörülerine ilkesel bağlılıktan mı kaynaklanmıştır?... Yoksa M-L'izmin ekonomist/bürokratik yorumlarının deformasyonundan mı?...

Ben ikincisi deyip, bir kez daha ekliyorum: Olup bitenden M-L toplumbilimsel tasavvuru "sorumlu" tutmak, eğer salt gözlemci ve ampirist bir siyasal miyopluk değilse, bir cinayettir...

M-L'izm teori ve pratiğin açıkça kaydettiği gibi, sosyalizmin nihai zaferi kimi ekonomik önlemlerle ve bürokratik uyarlamalarla gerçekleştirilemez... Bir hamlede çatışkısız ve çelişkisiz elde edilemez... idealist, ekonomist ve teorisist mükemmeliyetçi bakış açılarının tam da tersine, sorun bir tarihsel sürecin enternasyonal ölçekli sınıf mücadeleri kişiliğinde; yenilgilerle ve zaferlerle, ilerlemelerle ve geri püskürtülmelerle içice geçmiş helezonik gelişmeleriyle ve yeni sosyalist insan yaratılılarak gerçekleştirilecektir... Unutulmamalıdır ki, sosyalist yeni insanın sadece üretimin kolektivize edilmesiyle yaratılamayacağı gün gibi aşikardır. Bu tür bir ekonomist/bürokratik tezin uyarlanmasıyla varılabilecek nokta, doğu Avrupa deneyimlerinden de anlaşılacağı gibi (bırakınız yeni inşamın yaratılmasını!) yığınların sosyalizme yabancılaşmasını ve uyarlamalar kişiliğinde de düşman olmasını devreye sokar!

Bugün sosyalist sektörel ülkeler topluluğundaki bu yabancılaşmadan ötürü: SSCB'de %31, Polonya'da %1, Macaristan'da %4 sosyalizme "evet derken; yine SSCB'de %35, Polonya'da %44, Macaristan'da %53 sosyal-demokrasiye "evet" der konuma itilmiştir. (Milliyet, 21.02.1990)

Soyut doğru diye bir şey yoktur. Doğru her zaman somuttur ve M-L'izmin bütün ruhu, bütün sistemi her önermenin I-) yalnızca" tarihsel olarak; II-) yalnızca diğerleriyle bağıntılı olarak: III-) yalnızca tarihin somut deneyimlerine bağıntılı olarak düşünülmesi gerektiği isteminde bulunur.

Özetle denilebilir ki, bu ülkelerin geleceği yığınlar sokaklarda olmasına ve faal bir biçimde "tarih yapmalarına" rağmen; yüzü sosyalist geleceğe yönelik bir gidişat içinde değildir. Bunun nedeni ise, ne yığınlar ne de M-L teori değildir. Neden bu yapılarda sosyalist demokrasiyi iğdiş eden, bürokratik deformasyonlardadır. Çünkü açıktır ki, tasavvurun gerçeklenilmesi çevreninde, yeni sosyalist insan sorununu önüne temel görev olarak koymayan bir inşa girişimi; ne kadar ileri idari ve teknik düzenlemeler gerçekleştirirse gerçekleştirsin; "tek benim ülkemde sosyalizm'ci ekonomist/bürokratik "milli komünizm" çözümsüzlükleriyle, sosyalizmi inşa edemezler... Bundan ötürü de, sosyalizm inşa edilemeyince, bundan M-L'izm sorumlu tutulamaz. Bu trajedinin "hesabı" M-L toplumbilime "mahsup" edilemez...

Bu bab'da buraya değin işaret ettiklerimi, M-L'izme "elveda" denilen koşulların puslu ortamında G. Lukacs'in şu dedikleriyle noktalayayım: "Vasat bir insan proletarya devrimini ancak, emekçi kitleler barikatlarda çoktan beri döğüşüyorlarken görebilir ve bu vasat insan bir de kaba Marksist eğitimden geçmişse, bunu ondan sonra da görmeyebilir. Çünkü kaba bir Marksist'in gözünde burjuva toplumun temelleri o kadar sarsılmaz bir sağlamlıktadır ki, bu temellerin son derece göze çarpan biçimde sarsıldığı anlarda bile yalnızca "normal duruma" dönülmesini diler, burjuva toplumun bunalımlarını geçici olarak görür ve böyle zamanlarda bile mücadeleye, asla yenilmez bir kapitalizm karşısında akıldışı ve sorumsuz bir isyan olarak bakar. Ona göre, barikatlardaki savaşçılar delidir; yenilgiye uğrayan devrim bir hata ve başanya ulaşan bir devrimde (...) sosyalizmi kurmaya girişenlerse düpedüz canidir" (G. Lukacs, Lenin'in Düşüncesi, S.9-10)

Çok büyük bir abartma ya da haksızlık mı olur bilmiyorum ama bence Lukacs'ın sergilediği "tip" yerine, bugün M-L'e "hayır" diyenleri biraz "modernize" ederek koyabilirseniz; buraya kadar sergilemeye çalıştığım tipi gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz kanaatindeyim...

Her neyse; bu gerekli ve bir hayli de uzun değini, yorum ve açılımlarımızın ardından; "Günümüz dünyasını artık kucaklamadığı iddia" edilen, M-L'me geçersek:

1-) M-L toplumbilim insanların birbirleriyle ve doğayla kurdukları ilişkileri inceleyerek, insanın zorunluluklar dünyasından özgürlükler dünyasına geçiş sorunlarını önüne koyan eleştirel bir devrimci teoridir.

İdeolojik taraflılığıyla ve teori-pratik bütünselliğiyle, işçi sınıfının sınıfsız, sömürüşüz ve savaşsız yenidünya paradigmasının eylem kılavuzu olan bu teori; kendinden önceki insanlığın devrimci kültürel birikiminin de eleştirel bir sentezine tekabül etmektedir.

Bütünsel bir teorik disiplinler toplamına denk düşen M-L'izm, taraflı bir dünya görüşü olması yanında, kendini durmadan eleştirerek aşan bir açık bilimsel bilgilenmenin de inşa halindeki tarihsel teorisidir.

Bu teorinin bel kemiğini oluşturan diyalektik tarihsel materyalist bakışaçısı, merkezine dünyayı kavrama yanında (kendisini asla bununla sınırlamadan) değiştirme fiilinin girişimciliğini koymuştur, tnsanlann tarihsel gelişmesinden soyutlamaları en mümkün olan genel sonuçların sentezini sistematize ederek; bunu da devrimci bir eylem kılavuzu olarak (bilimsel bilgilenmeye sonuna değin açık olan bir esneklikle !) proletaryanın sınıf mücadelesinin hizmetine sunmuştur.

Bu bab'da Orhan Silier arkadaşımın Bocholt'daki Y.B.T.D.G.'inin 9.11 .şubat. 1990'daki yuvarlak masa toplantılarına sunduğu "tez'lerindeki şu görüşlerini paylaşıyorum: "Marksizm (...) bilim ve felsefe akımıdır (...) Sosyalizm ve işçi hareketinin bir teorisidir (...) İdealizme ve metafiziğe karşı güçlü bir silah olan diyalektik maddecilik, bu işlevini ancak ilkellikten, yalınkatlıktan titizlikle uzak durarak yerine getirebilir (...) Marksizmi dogmatizmin elinde aldığı biçimleri ölçü alarak yargılamaya kalkışmak, kuşkusuz, Marksizm karşıtlarının işine gelmektedir. Bu yöntem eski ama etkili bir yöntemdir" (O. Silier, Marksizm ve Günümüz Dünyası üzerine Bazı Tezler /Taslak/)

2-) Kaldı ki M-L'izmin felsefi yaklaşımının temel kategorisi olan praksis'in toplumdaki maddi karşılığı da, maddi hareketin kavranarak çözümlenebilmesi için, sınıf mücadeleleri dinamizminin ekseninde açıklanmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta şudur: Marx sınıf mücadelesinin varlığım değil, sınıf mücadelesinin toplumsal gelişmenin motoru ve sınıfsız topluma kadarki sürecinde gelişme ekseni olduğunu ve de bunların toplumsal-tarihsel yasallıklarını ortaya çıkarmıştır.

Sözünü ettiğim toplumsal-tarihsel yasallıklarını bilincine varılması yolundaki M-L teori açısından; bilgilenme süreci somuttan soyuta ve soyuttan somuta doğru ilerleyen bir yeniden üretim faaliyetinin, (sınıf mücadeleleri zemininde) kendini ifadesinden ve teorisine vardığı noktada son şeklini vermesinden başkaca bir şey değildir. Çünkü toplum tarihinde her aşama, bütün açısından göreli ama, o an ya da kesit için belirleyici ve (bir diğer anlamıyla da!) "mutlak'tır...

Kaldı ki M-L teori açısından,,soyuttan somuttaki hareket, yalnızca bir teorik düşünme süreci değil, aynı zamanda pratik bir girişkenliktir. Unutulmamalıdır ki M-L teori açısından, ortamın değiştirilmesi ve eğitime ilişkin materyalist öğreti, ortamın insanlar tarafından değiştirildiğim ve eğiticinin de kendisini eğitmesi gerektiğini asla unutmaz. Kendisini sadece burjuva sınıfın ve egemenliğinin eleştirisi ile sınırlamayan M-L'ist öğreti; kendini bu eylemin, yeni bir dünya yolundaki devrimci romantik boyutlu ve engin ütopya ufuklu özeleştirisi olarak ifade eder.

Sınıfsız, savaşsız, sömürüşüz yeni bir dünyanın yaratılması uğrunda insanlığın Ekim ile yarattığı birinci büyük dalgadan bu yana, hiç bir şey boşa gitmemiştir. Gelenekleri (pozitif ya da negatif bağlamı içindeki) deneyimi ve onun ışığında örülmesi kaçınılmaz olan ikinci büyük dalganın engin birikimini oluşturmuştur.

Evet, bu noktada sözü Ahmet Kaçmaz'ın "Günümüzde Marksizm üzerine Bir Deneme" adlı Bocholt toplantısında sunduğu tezlerdeki katıldığım şu satırlara bırakabilirim: "Marx artı-değer sömürüsünü keşfetti. Marx ve Engels bu noktada durmadılar ve kapitalist ekonominin gelişme dinamiklerini de analiz ederek artı değer sömürüsünün ortadan kalkacağı perspektifi bilimsel temelde açıkladılar. Bu kadarla da kalmadılar. Bu süreci hızlandırmak için tüm hayadan boyunca mücadele ettiler. Dolayısıyla bilimsel bir teori olan Marksizm, bir veçhesiyle ideolojik bir hüviyet kazandı. Marx ve Engels'e göre, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte artı-değer sömürüsünü ortadan kaldırmaya yetenekli yegâne toplumsal güç inkârın inkar ilkesi uyarınca işçi sınıfıydı. Böylece Marksizm, aynı zamanda da işçi sınıfının ideolojisi niteliğine büründü (...) Engels, Marx'ın iki büyük keşfinden birisinin "insanlık tarihinin gelişme kanunu" olduğunu söylüyordu. Bana göre Marksist teoriyi Marksist teori yapan esas bileşenlerin başında gelen bu teori. Öyle ki, bu unsur çekilip alındı mıydı Marksist teori kendisi olmaktan, hatta teori olmaktan çıkar. Bir başka deyişle bu kanun Marksist teorinin, var olan şartların değişmesinden bağımsız, dolayısıyla şartlar ne olursa olsun geçerli olması gereken bir birleşenidir (...) Marksizm günümüz dünyasını ve onun devinimini açıklamaya hala yetenekli mi? Ben bu soruya evet cevabını veriyorum (...) "Marksizm mademki hakikati ifade ediyor, hakikate erişilmesini mümkün kılması çok doğaldır". Bu cevabın hayli kestirme ve mekanik olduğu açık. Çünkü tarihin motora, biliyoruz sınıflar mücadelesidir. Ve Marksizm’in ifade ettiği hakikat, egemen sömürücü güçlerin çıkarlarına taban tabana zıt olduğu için de, bu hakikate ancak zorlu bir sınıf mücadelesi verilerek erişmek mümkündür. Marx'a göre, geliştirdiği dünya görüşünün taşıyıcısı işçi sınıfı olacaktır (...) İşçiler uzunca bir süre Marx'ın bilimsel örgörüsünü boşa çıkartmadılar. Özellikle kapitalizmin mezarkazıcıları olmakla, yani sömürüye baskıya karşı başkaldırmakta modern dünyanın en yetenekli ve sonuç alabilir gücü olduklarını fiilen kanıtladılar." (Ahmet Kaçmaz'ın Tezlerinden)

Lenin sonrasını "sığ" bir "anti-stalinist'lik ya da "anti-Troçkist'lik sahte ikilemi ile değil, yapılanların ve denilenlerin ne kadar M-L'ist olup olmadığı ile kavrayıp/tanımlamaya çalışırım...

3-) Toplumsal tarihsel yasallıklar dedim: Kimileri olmaz böyle şey diyor ki Bu dediklerimde de kendi gönüllerince "tıkır tıkır işleyen bir otomatiklik arıyorlar!...

M-L'izm böyle bir öngörüde bulunmaz. Bunu arıyanlar veya "iddia" edenler de korkunç bir yanılgı içindedirler. M-L'ist teori insan merkezli ve açıklamalıdır. Bu teoride insanlar, toplumsal-tarihsel yasallıklar ekseninde onların bilincine varıp, kitle hareketleriyle de tercümanı olarak kendi tarihlerini yaparlar. Yoksa onların yaptığı bu iş'i, toplumsal-tarihsel yasallıklar, "altın tepsiler içinde" ve otomatiğe bağlanmış bir şekilde, yığınlara sunmazlar!

Evet insanlar kendi tarihlerini, bizatihi kollektiviteleriyle kendileri yaparlar. Ama onlar bu tarihi, somut verili koşulların ölçüsünde, kapasitesi ve de yasallıkların sınırlarında gerçekleştirebilirler. Unutulmamalıdır ki, insana hiç bir şeyi hazır ve otomatiğe bağlanmış bir biçimde sunmayan tarihte, nesnel süreçlerin ve toplumsal yasaların kavranabilmesiyledir ki, onların "denetim altına alınarak" yönlendirilebilmesi mümkün olabilir.

"Yasalar var mı yok mu?"... Sözü fazla uzatmadan F. Engels'e bırakıyorum: "Biz kendi tarihimizi kendimiz yaratırız. Ne var ki bunu gerçekleştirmemiz için, ilk önce belirli koşulların ortada bulunması gerekir. Bunlar arasında ekonomik koşullar sonuç belirleyicidir, ayrıca politik ve benzeri koşulların (...) sonuç belirleyici olmamakla beraber belirli bir rolü vardır" (F. Engels Bloch'a mektup'tan) "Biz ekonomik ilişkileri oldukları gibi ve gelişmeleri gibi tanımlıyoruz (..) ve kesinlikle ekonomik olarak, onların gelişmesinin aynı zamanda bir toplumsal devrimin unsurlarının gelişmesi olduğunu kanıtladık (...) Prudhon tam tersine, günümüz toplumundan kendi ekonomik gelişme yasaları uyarınca değil, ama adalet hükümleri uyarınca kendini değiştirmesini istemektedir" (F. Engels, Konut Sorunu)

4-) M-L'izm açısından toplumsal yasallıklar kavramının ve bunun ekonomik ve toplumsal gelişim ile bağıntısının altını çizerken; ekonomizm illetinden ve dogmatik şablonculuk belasından da söz etmek gerekiyor.

Bilindiği gibi M-L'ist toplumbilimi açısından: Olumsuzlamanın olumsuzlarım ası diyalektiği temelinde, herşey birbiriyle bağıntılıdır, her şey bir bütündür, hareket halindedir, iç çelişkileri barındın^ niceliksel gelişimlerden niteliksel değişimlere geçilir..

Birinci büyük dalganın trajedilerine uzanan yolu; mutlaka büyük bir iyiniyetliliğin taşlarıyla iöşeyenler: sosyalizmin birinci büyük dalgasının püskürtülmesinde ciddi zaafların tarihsel "sorumluluklarını" taşısalar da, onlar: Stalin'i Troçki'si, Mao'su Enver Hocası ya da diğerleriyle sosyalizmin ikinci büyük dalgasını örmek istiyenlerindir, bizimdir!...

Ekonomizm'in anlayamadığı bu bağıntılı diyalektik; somuttan soyuta ve soyuttan da tekrar somuta yönelen yeniden üretimi içinde irdelediği geneli ve onun bir parçası olan tikeli:
I-) Nedenleri ve sonuçlarıyla;
II-) Onun iç çelişkilerini ortaya çıkartmak amacıyla;
III-) Olayı ya da süreci somut bağlamları ve tarihsel bağıntıları içinde ele alır.

Bu M-L'ist ele alış tarzı açısından, soyut doğru diye bir şey yoktur. Doğru her zaman somuttur ve M-L'izmin bütün ruhu, bütün sistemi her önermenin
I-) yalnızca tarihsel olarak;
II-) yalnızca diğerleriyle bağıntılı olarak:
III-) yalnızca tarihin somut deneyimlerine bağıntılı olarak düşünülmesi gerektiği isteminde bulunur.

Oysa bu türlü girift bir bağıntı yerine, ekonomiye ve onun düzenleyici "erdemine" müracaat eden ekonomizm insanı ve üst yapıyı unutur:..

Yasamdan kopup Marx'a sığınan değil, Marx'tan bu yana teorik serüveni gerçek hareketle bağı içinde kavramaya çalışan bir tartışma" gereklidir.

Bu konuda Mahir Sayın'ın "Günümüz ve Marksizm" isimli "tez"lerinde, ekonomizm merkezli eleştirilerine katılmamak mümkün değildir: "Marksizm sınıf mücadelesinin yol gösterici teorisi olarak ortaya çıkışının akabinde, felsefi olarak onu dogmatizme sürükleyen ekonomizm tarafından sakat kılındı. Bu sakatlığa Marksizmin kurucuları daha yaşamları sırasında dikkat çektilerse de ikinci enternasyonal gibi bir yapılanmanın, ekonomizmi Marksizm yerine ikame etmesinin önüne geçemediler. İkinci enternasyonal ekonomizmi radikal dönüşümlerin teorisi olan Marksizmi yeniden sistemin içine çekme, onu bir evrim teorisine dönüştürme girişimiydi ve uluslararası ilişkiler sisteminin yardımcılığıyla batı işçi hareketi içinde egemen oldu (...) Marksizmin ihtilalci özelliğinin dünyanın yeni koşullan içerisinde önde gelen savunucusu olan Lenin'in mücadelesini ekonomizme karşı geliştirmiş olması ve giderek bütün bir ikinci enternasyonal geleneğine karşı çıkmış olması bir tesadüf değil, bataklığın Marksizmi burjuva toplumunun bir eklentisi haline getirmiş olduğunun açık bilincine varılmış olmasıdır (...) Proletarya diktatörlüğü gerekli midir? Avrupa komünisti KP'lerin yanıtı sosyal demokratların 60 yıl önce verdikleri yanıt oldu: Evet atılmalıdır. Ama atılan, Althuser'in dediği gibi köpek yavrusu değil, Marksist teorinin temel taşıydı. Ekonomist kayrayış belli bir tarihsel gecikmeyle kendisi sınıf işbirliği politikasıyla taçlandırdı. İktidarda olan komünist partilerin konumlan kuşkusuz muhalefette olanlara göre önemli bir farklılık arz etmekteydi. Onlar da ekonomist kavrayış çerçevesinde Marksist teoriyi bir planlama yöntemi, bir kalkınma modeline indirgeyip, burjuvazinin ekonomik ve siyasal alanda var olmadığı bürokratik rejimler içerisinden yol almaktaydılar" (Mahir Sayın'ın Tezlerinden)

5-) Son bir noktaya gelince; M-L'izm açsından yıllarca önce F.Engels’in ifade ettiği gibi, "Bilimsel sosyalizm doktrin değil, harekettir, ilkelere değil, kanıtlara dayanmaktadır. Çıkış noktalan şu ya da bu felsefe değil, şimdiye kadar ki tüm tarihtir ve özellikle bu tarihin uygar ülkelerdeki çağsal gerçek ürünleridir (...) İlkeler incelemelerin çıkış noktalan değil, ürünüdür, doğaya ve insanlık-tarihine uygulanamazlar, onlardan çıkarılırlar; ilkelere ne doğa uyar, ne de insanlık. Tam tersine ilkeler sadece doğaya ve tarihe uygun oldukları ölçüde doğrudurlar." (F.Engels, Düşünceler ve Aforizmalar, S.73)

Bunun içindir ki, tıpkı Lenin'in ifadesindeki üzere, "Marksistler Marks'in teorisinden, yalnızca onun toplumsal ilişkileri aydınlatmak için mutlaka gerekli olan son derece değerli yöntemlerini koşulsuzca alırlar ve dolayısıyla da, ilişkiler üzerine yargının ölçütünü, soyut semalarda ve buna benzer saçmalıklarada değil, bu yargıların doğruluğunda ve gerçeğe uygunluğunda bulurlar" (V. i. Lenin, "Halkın Dostları" Kimlerdir ve Sosyal Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?, S. 78-79)

Tüm bunlardan dolayıdır ki, İlkay Alptekin Demir'in Bocholt'taki "tez'lerinden şunlarla da uyum içindeyim: "Sınıfsız toplum hedefinden ve bu hedefe yönelik bir sınıf mücadelesinden kopartıldığında Marksizm ölür. Marksizm önce ikinci enternasyonalde, sosyal demokrat partilerin elinde öldürüldü. Bu partiler sınıf mücadelesini sınıfsız toplum hedefinden koparttılar, ütopyayı müzeye kaldırdılar (...) ütopyası dondurulmuş bir Marksizm ölü bir teoriydi, sınıf işbirliği politikasının yeni ve karmaşık sorunlarına kılavuz olamazdı, olamadı (...) Reel sosyalist alan sarsılırken, bu alandan Marksizme iki eleştiri geliyor: Birincisi reel sosyalizmin özeleştirisi, ikincisi ise sosyalizm karşıtlarının reel sosyalizmden kalkarak Marksizme saldırısı (...) Bir de resmi ideolojinin güne ayak uyduran takipçileri var: "düne kadar her şey iyiydi ama, artık Marksizm aşılmıştır" (...) Yaşamdan kopup Manc'a sığman değil, Manc'tan bu yana teorik serüveni gerçek hareketle bağı içinde kavramaya çalışan bir tartışma" gereklidir. (İlkay Alptekin Demir'in "Günümüz ve Marksizm" başlıklı tezlerinden)

Diyeceklerimi, kimi tezlere yönelteceğim eleştiri hakkimi mahfuz tutarak sonlamadan önce, şu iki noktayı eklemek istiyorum: Birincisi, M-L'izm yaşıyor, savaşıyor. Yaşayan, savaşan M-L'izmi ne Marx'siz ne de ne Lenin'siz düşünmemek gerekiyor. Marx ve Lenin ayrılmaz bir bütünün organik parçalarıdırlar. Ne Marx'sız bir Lenin ne de Lenin'siz bir Marx dünyayı kucaklamış bir bilim ve eylem kapasitesini oluşturamazlardı. Burjuvazi bile bunun farkındadır... örnek mi?.. Bakın Coşkun Kırca "Lenin ölüyor! Ya Marx" adlı yazısında ne diyor: "Manc'ı, (...) çoğulcu Batı demokrasisinin hararetli bir taraflısı olarak taramak mümkün değildir. Marx'a göre proletarya (...) kapitalizmin çelişkileri olgunlaşmış olunca, mevcut burjuva iktidarını zorla devirecek ve eski durumunu yok edecekti. (...) Nitekim Lenin, aynı fikri iradeci bir biçimde yorumluyarak, bu görüşü savunmuştur. Şu halde Marx'i Lenin'den tamamıyla ayırmak zordur. Marx, zora başvurmayı sosyalizmi kurabilmek için, en aşağısından bir imkan, bir olasılık olarak meşrulaştırmıştır (...) Her ikisi de (Lenin ve Marx'i kastediyor-y.n) Batılı demokrasinin düşmanı olmakta herhalde birleşirler, çünkü Marx'da, çoğulculuğu, sadece işçi sınıfı içerisinde ve onun diktası çerçevesinde kabullenmiştir. (...) çünkü batılı anlamında çoğulculuk, Marx'in anladığı çoğulculuk değildir" (Coşkun Kırca, Milliyet)...

Marx ve Lenin ayrılmaz bir bütünün organik parçalarıdırlar. Ne Marx'sız bir Lenin ne de Lenin'siz bir Marx dünyayı kucaklamış bir bilim ve eylem kapasitesini oluşturamazlardı

İkincisi: Sınıfsız, savaşsız, sömürüşüz yeni bir dünyanın yaratılması uğrunda insanlığın Ekim ile yarattığı birinci büyük dalgadan bu yana, hiç bir şey boşa gitmemiştir. Gelenekleri (pozitif ya da negatif bağlamı içindeki) deneyimi ve onun ışığında örülmesi kaçınılmaz olan ikinci büyük dalganın engin birikimini oluşturmuştur. Bu bağlamı içinde, birinci büyük dalganın trajedilerine uzanan yolu; mutlaka büyük bir iyi niyetliliğin taşlarıyla döşeyenler: sosyalizmin birinci büyük dalgasının püskürtülmesin-de ciddi zaafların tarihsel "sorumluluklarını" taşısa-lar da, onlar: Stalin'i Troçki'si, Mao'su Enver Hocası ya da diğerleriyle sosyalizmin ikinci büyük dalgasını örmek isteyenlerindir, bizimdir!...

Dikkatiniz için teşekkür ederim.

(İKİNCİ TUR KONUŞMA)

Değerli Arkadaşlarım,

Sevgili Oya Baydar bizleri "mümkün olabildiği kadarıyla, bildiklerimizi ve inançlarımızı unutarak" düşünmeye çağırıp ekliyor: "Sizleri dinsel dogmalardan kurtulabilmeniz için, münkirliğe davet ediyorum.... Konuyu tartışırken; iman tazeleme seanslarına hiç mi hiç gerek yoktur. 150 yaşını aşmış Marksizm günümüzde bir bunalım, en azından bir güven bunalımı geçiriyor." Bir çoğumuzun kendisinden bir şeyler öğrendiği, Sevgili Oya ablamız kızmasın ama, bir harici olarak "davetlerini kabul edemeyeceğim!..

Bilmeyen yoktur: "Müminliğin ve münkirliğin" dışında bir tavır daha vardır ki, o da "hariciliktir"... Oya ablamız da anımsar: Bir zamanlar, sosyalist sektörel ülkeler topluluğunu "mutlak olarak eleştiri üstü gören" bu salondaki Oya Baydar'lar, Veysi Sarısözen'ler, Ahmet Kaçmazlar bir dönemlerin kraldan çok kralcı kesilmiş "müminleri" iken; sınırlı bilgi birikimleri ile, "goşist" ya da "sol sapık akım" diye nitelenen "önce eylem" diyen hariciler vardı. Ve de onlar "tek yol devrim'ci bir cür'et ile, "müminlerin" "yeryüzü cenneti" iddialarımın bir yanılsama olduğunu iddia ederlerdi...

Zaman geçti. Köprülerin altından sular aktı. Sonra dünün "müminlerinin" iskambilden hayal şatoları yıkılınca, dünün en hızlı "müminleri" bugünün en hızlı "münkir" leri kesildi. Sonra da dün haricileri "müminliğe" davet ettikleri yöntemle, bugün yine haricileri "münkir"liğe davete devam ettiler...

Hemen belirteyim: Davetleri kabulümüz değil. Dünün "mümin'leri, bugün aynı madalyonun ters yüzü olan "münkir"liğe rücu edebilirler. Bu haricileri etkilemiyor. Bu böyle bilinmelidir !..

Oya Baydar'ın "tezlerinde neye karşı olduğuma gelince, bir çok şeyi deyip, (zamanın sınırlılığından ötürü!) genel bir saptama ile yetineceğim: Sevgi Oya Baydar'ın "tez"leri, aslında ve bizatihi kendisi araştırma konusu olan, bilmezci yanı ağır basan bir "araştırma ve soru name"dir. Cidden sağ'a kayan bir dünyada "Marksizm ve Günümüz Dünyası" sorunlarına çok sağdan bakan, akıntıya kapılmış bir metindir...

Orhan Silier arkadaşımıza gelince; ona yönelteceğim eleştiriler, arkadaşımızın metninin öznesi belirsiz belirlemelerin meçhullüğüyle dolu olmasıdır. Örneğin Silier arkadaşa göre: (Marksizm11... kimi yanlışlar, boşluklar ve eksiklerle dolu"dur (Marksizm ve Günümüz Dünyası üzerine Bazı Tezler, S.l)... Hemen sorayım: Bu "yanlışlıklar, boşluklar ve eksiklikler" nelerdir?...

"Problem yalnızca şu biçimde ortaya çıkar: Burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji (...) Bundan ötürüdür ki, sosyalist ideolojinin her türden güçten düşmesi bu ideolojiden her türden uzaklaşma, burjuva ideolojisinde bir güçlenmeyi içerir."

Bunun yanında Marksizm'de "kuruyan dalların kesilmesi; gövdeye yabancılaşanlarının kopup "gitmesi" gerekmektedir (S. 2-3)... Yine sorayım: Marksizmin "kuruyan ve gövdesine yabancılaşan dalları" hangileridir?... Leninizm'de bu kapsama giriyor mu?...

Sonra yine Silier'e göre; "Marksizmin bir çok önerme ve kestirimi paradigmatik değil dogmatik bir işleve döndürülmüştür(...) Marksizmin bilimsel icrası bir bilimsel-faaliyet olmaktan çıkartılmış ve dinsel bir faaliyete dönüştürülmüştür. Marksizmin kitleselleşmesi ve iktidarlaşması bu tehlikeyi daha artırmıştır. "1920'lerin ortalarından sonra, Marksist teori ile yeni bir toplum düzeni kurma mücadelesi içinde, güç ilişkileri içinde kesin bir dogmatizm öne çıkmış"tır (S. 3-4)... Kimi yönleri ile, O. Silier'in haklı "dogmatizm" vurgusu; ekonomizm'e açıkça değinmeyen ele alış tarzıyla; oldukça eksikli kalıyor kanısındayım... Çünkü Silier'in dile getirdiği sorun, yani Marksizmi "dinselleştiren eğilim" ya da dogmatizm, Marksizmin kitleselleşerek iktidar olması "tehlikesi"nden değil; iktidardakilerin ekonomisi/bürokratik yönelimlerinden kaynaklaşmıştır. Kaldı ki bunun miladı ise 1920'lerde değil, Lenin sonrasının 1924İÜ-1940İ1 kesitlerinde aranmalıdır.

Öte yandan ise, yine Silier arkadaşımız: "Marksist teori tamamlanmış bir bütün değildir (...) sürekli olarak bazı önermelerini değiştirerek, yeniden formüle ederek gelişmiştir ve gelişebilir (...) Diyalektik maddeciliğin, bilimsel araştırma ve yaklaşımın dışında, tümüyle kendine özgü kuralları, kanunları yoktur" (S. 4-5) diyor... Silier bence, kimi doğrulan köklü yanlışlara da kapı açabilecek türde formüle ediyor. Evet M-L'izm inşa halindeki bir tarihtir. Açık bilimsel bilgilenmeyle sürekli olarak beslenerek; gelişir ve geliştirilir. Bu tamam ama, buradan da "proletarya diktatörlüğü" ilkesi eskimiştir, global insani sorunlar sınıfsal sorunların önüne geçmiştir gibi sonuçlar çıkartılamaz... Bilmem Silier arkadaşım çıkartılır mı diyor?...

Ahmet Kaçmaz'a gelince; o da, "marksizmin taraflı bir ideoloji olmasından" rahatsızmış izlenimi verdiği "tezlerinde diyor ki: "yani bilimsel niteliğiyle tarafsız olan Marksist teoriden, taraf tutan bir ideoloji türemiş oldu (...) Marksizmin ideolojik veçhesi, onun teorik açıdan geliştirilmesinin önünde bir handikap oluşturuyor. Çünkü ideoloji dogmatizme açık (...) İdeolojinin ön plana çıkmasıyla teoride dogmatizm ve teorinin deformasyonu bir ölçüde kaçınılmaz hale gelir", vb'leri vb'leri...

M-L'izmin ideolojik taraflılığının "bir tür dogmatizme açık olması tehlikesi" Ahmet Kaçmaz'ın zannettiğinin, tersine, M-L'izme ve onun yapısal bütünlüğüne içkin bir durum değildir. Sözü geçen "tehlike1 M-L'izmin ekonomist/bürokratik yorumlarından veya onun binbir kılıktaki versiyonlarından kaynaklanmaktadır...

Anımsayınız: Marx'ın "Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı'nın önsöz'ündeki formülasyonu ile "insanların sosyal çatışmanın bilincine, vardıkları ideolojik biçimlerden" (K. Marx) biri olarak tarifi mümkün olan ideolojinin önemini (hiçte "dogmatik" olmayan bir biçimde Lenin Ne Yapmalı'da şöyle ifade eder: "Problem yalnızca şu biçimde ortaya çıkar: Burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji (...) Bundan ötürüdür ki, sosyalist ideolojinin her türden güçten düşmesi bu ideolojiden her türden uzaklaşma, burjuva ideolojisinde bir güçlenmeyi içerir." (V.İ. Lenin)...

Kaldı ki aynı konuda A. Gramsci ise: ideolojiyi "en geniş anlamda hepsini içermek üzere, sanatlarda, hukukta, ekonomik çabada, bireysel ve kollektif yaşamın bütün belirtilerinde kendisini gösteren bir dünya görüşü" olarak tanımlar (A. Gramsci, Tarihsel Maddecilik ve Benedett Croce'un Felsefesi) Bu koyuş tarzı iledir ki A. Gramsci tüm M-L'istler gibi, bu ideolojik dünya görüşünden sosyal düşüncelerin bütünselliğini ve taraflılığını anlar. Ve de böylesine algılanması gereken bir ideolojinin "belirli bir temel için, zorunlu üst yapı'yı oluşturduğunu söyler ve ideolojiyi "insan kitlelerini örgütler, insanların üzerinde hareket ettikleri, konumlarının bilincine vardıkları, savaştıkları vb alanı oluşturur" (y.a.g.k) der...

Onun içindir ki, bir anlamıyla "kuşbakışı" ve "dördüncü vites" dile getirdiklerimle, M-L'izmin açık ideolojik taraflılığından "hiç rahatsız olunmaması" gerektiğini ifade edip, ekliyorum: Ama onun eleştirel devrimci özünü iğdiş eden, "mümin" şablonculuklarından ya da "Fıkıh'cı nakliliğinden uzak durulması kayıtıyla...

Bundan ötürüdür ki, Mahir Sayın'ın "tezlerindeki ekonomizm eleştirilerine tüm içtenliğimle katılıyorum.

Katılmadığıma gelince: Mahir Sayın arkadaşın tutarlı ve devrimci ekonomizm eleştirilerin ardından sıraladığı kimi tezleri ise, bana bir hayli "Gorbi'ci gibi geliyor. Bilmem ben yanılarak, haksızlık mı ediyorum?.. Böyle ise, ne âla!... İnanın yanılmış olmaktan ötürü çok sevineceğim...

Galip Gündüz'ün ve (metni elime geçmediği için, sadece Bocholt'taki yuvarlak masa toplantılarından dinleyebildiğim Doğan Tarkan'ın "tezlerine gelince: bunlar bende "tez" olmaktan çok, "anti-Stalinist teşhirci tasvirler izlenimi bıraktı!.. Bu tür bir yanaşımı onaylamıyorum. Evet Lenin sonrasındaki hiç bir şey Stalin'siz anlaşılamaz. Ama bunların tümü de Stalin ile açıklanamaz! "Açıklanılmaya" kalkışıldı mı da, orta yere kimi "hilkat garibesi" söylenceler çıkıverir! Benim tavrım açık: ben Lenin sonrasını "sığ" bir "anti-stalinist'lik ya da "anti-Troçkistlik sahte ikilemi ile değil, yapılanların ve denilenlerin ne kadar M-L'ist olup olmadığı ile kavrayıp/tanımlamaya çalışırım...

Dünün eski "Doktor"cusu ve bugünün tutarlı Troçkist'i olan Demir Küçükaydın'a gelince; o: "Marksizmin krizinin aşılması için, kadın, barış ve ekolojik hareketi imdada çağırıyor!... Ve bence de sınıfsal bir ideolojiye "demokratizm" sınırını aşması olası olmayan hareketlerin yardımını istemekle, M-L'izm adına iyi bir iş yapmıyor...

Demir Küçükaydın'a göre: Marksizm açısından, "son yirmi yılın en yaratıcı katkıları, bu hareketlerin (yani barış, kadın ve ekoloji hareketlerinin -y.n) saflarından geldi (...) Marksizm bu hareketleri öngöremedi (...) bu hareketlerin esas teorik katkıları yaptıkları alanlar, Marksist öğretinin adeta kör noktalarıydı" (D. Küçükaydın)...

Sadece bir soru sorup geçeceğim?.. Gerçekten de "Kör olan Marksizm mi? Yoksa ona ilişkin olarak bunu diyenler mi?...

İlkay Alptekin Demir'e gelince: Ona; "tez"lerinde ifade ettiği "M-L'izmin zorunlu bir boyutu olan ütopya ufkuna" bir de; insanın insanal özüne dönüşü yolunda, cür'et edip döğüşebilen insan merkezli devrimci romantik boyutu eklemesini öneriyorum...

İlkay abla "tez'lerinde ve konuşmalarında "M-L'izme ilişkin olarak durmadan soru sormalarım" öneriyor. Bunda kaçınılacak bir şey yok. Ama soru sormaktan, M-L'izme savaşacak ya da dünyayı değiştirmeye vakit ayıramayacak olan bir septikliğe de, benim gibi İlkay ablanın da açıkça "Hayır" demesini umuyor ve bekliyorum...

Evet diyeceklerimi burada bağlamak isteğiyle ekliyorum: Büyük sorunlarımız vardır. Sorunlarımızın büyüklüğü, onbir'inci tezi unutmadan M-L'izmi ikinci büyük dalganın örülmesi yolunda yetkinleştirebildiğimiz oranda, M-L'izmi de bir kez daha büyütecektir...

Bu noktada yaşam çok şeyi M-L'izmin devrimci temellerinde; biliminden, politikasına değin engin alanda yetkinleştirerek kurmamızı gerekli kılıyor... Yaşamın gerekli kıldığının biricik yolu, kaynağa dönen bir rönesans ile (sadece günceli değil!) tarihseli çözmek için ileriye atılmak ve sınıf hareketine organik bağlamı içinde mal olmaktır...

Dikkatiniz için teşekkür ediyorum. Sizleri ve tüm panelist arkadaşlarımı sevgiyle selamlıyorum...