10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 9-10 Temmuz Ağustos 1990 Takrir-i Sükûn Kararnamelerine hayır!

TAKRİR-İ SÜKÛN KARARNAMELERİNE HAYIR!

Uzman gözüyle yumuşatma değil aldatmaca

Prof. Dr. Çetin ÖZEK

413 sayılı kararnamenin yürürlüğe girmesi üzerine dergimiz geçen yazısında şu değerlendirmeyi yapmıştı: "Milli Güvenlik Kurulu'nun, devletin yeni duruma yanıtı olarak önerdiği önlemler, Çankaya zirvesinde İnönü ve Demirel'in de onayını alarak olağanüstü bir kararnameyle yürürlüğe girdi... Türkiye ikinci bir Takrir-i Sükûn (Sessizliğin Sağlanması) dönemine giriyor" Gelişmeler bu değerlendirmeyi doğruladı. Sosyalist basın matbaa bulamaz hale getirildi. Olağanüstü hal bölgesinde grevler ve işçi hareketleri yasaklandı. İktidarın aldığı önlemler büyük basının ve tüm burjuva kurumların hizaya girmesiyle uygulanmaya başlandı. Bu arada iktidar, 12 Eylül'ün toplumun sırtına geçirdiği kışla nizamnamesinin dar kalıplarına ve en basit kanun yazım tekniklerine bile aykırı olan 413 (ve ona ek olarak çıkarılan 421) sayılı kararnamelerin numarasını 424 ve 425'e'rdi. Kimi bariz teknik yanlışlıkları düzeltirken dergi ve matbaa kapatma gibi yetkilerin kullanımını daha kolay hale getirdi. 1987'de Olağanüstü Bölge Valiliğin kurulmasına ilişkin kararname gibi bu kararnameler de meclise sunulmadı. Türkiye her türlü hukuksal denetimden yoksun kararnamelerle yönetiliyor. Sosyalist dergilerin ortak açıklamasında vurgulandığı gibi son kararnameler "birleşik bir karşı devrimci saldırı" anlamına geliyor. Bu hukuk dışı saldırıya boyun eğmek yok. Özgürlük hakkımızdır, savunacağız. Sayın Prof. Dr. Çetin Özek'in 424 ve 425 sayılı kararnameleri hukuk açısından irdeleyen yazısını sizlere sunuyoruz. (Yazı Cumhuriyet'in 22 Mayıs 1990 tarihli sayısından Sayın Çetin Özek'in izniyle alınmıştır)

Olağanüstü hal durumu ile ilgili, hukuk devleti kavramıyla bağdaşmazlığına inandığımız kanun hükmünde kararnameler (KHK) yenilendi. Kamuoyunda, bu KHK'larla 413 ve 421 sayılı KHK'ların getirdiği sistemin yumuşatıldığı izlenimi yaratılmak istenirken hukuk devleti kavramına aykırılık sürdürülüyor, hatta yaygınlaştırılıyor.

Önce şunu belirtmek gerekir ki ilk çıkartılan 413 ve 421 sayılı KHK'lar şimdi yayımlanan 424 ve 425 sayılı KHK'lar da, içerik açısından olduğu kadar, yöntem açısından da anayasaya aykırıdır.

YETKİ KANUNU BULUNMADIKÇA

Gerçekten söz konusu KHK'ların çıkartılması yetkisinin, 2935 sayılı "Olağanüstü Hal Kanunu'nun 4. maddesinden ve anayasanın 121. maddesinden kaynaklandığı ileri sürülüyor. Oysa Sayın Uğur Mumcu'nun 11 Mayıs 1990 günlü "Amaç Nedir?" başlıklı yazısında da, çok haklı olarak belirttiği gibi 2935 sayılı yasanın 4. maddesi, anayasanın 91. maddesinin öngördüğü anlamda "Yetki Yasası" niteliğini taşımamaktadır. Kaldı ki anayasanın 121. "Olağanüstü Hal Kanunu"nun 4. maddesi sadece "olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda" KHK çıkartılmasını öngörüyor. Anayasanın 121/2. maddesi, olağanüstü hal sistemiyle ve olağanüstü hal idaresinin yetkileriyle ilgili düzenlemelerin kanunla yapılmasını kural olarak benimsemiştir. Anayasanın 121. maddesinin Milli Güvenlik Kurulu Anayasa Komisyonu gerekçesinde de "hükümlerin kanunla düzenlenmesinin uygun olacağı" denilmek suretiyle, olağanüstü hal sisteminin ve kullanılacak yetkilerin kanunla düzenlenmesi zorunluluğu, ancak uygulama açısından duyulabilecek gereksinmelerin KHK ile düzenlenebileceği öngörülmüştür. Bu durumda da, "Olağanüstü Hal Kanunu"nun 4. Maddesi, KHK çıkartmak açısından bir "yetki kanunu" sayılamayacağı gibi" Olağanüstü Hal Kanunu"nun 4. maddesine dayanılarak aynı kanunun değiştirilmesi de yerinde değildir. Ancak "Olağanüstü Hal Kanunumun uygulanması açısından alınması gereken önlemler KHK ile düzenlenebilir ve bu önlemlerin alınabilmesi için de ayrı bir "yetki kanunu"nun varlığı zorunludur.

Nitekim anayasanın 121. maddesinin Danışma Meclisi gerekçesinde "Bakanlar Kurulu'nun KHK çıkartma yetkisi olacaktır, bütün tasarruflar Yasama Meclisi'nin denetimi altında düzenlenecektir" denilmek suretiyle olağanüstü hal durumunda da KHK'ların bu konuda çıkartılmış yetki kanununa dayandırılması zorunluluğu belirtilmiştir.

Belirtilen nedenlerle 413 ve 421 sayılı KHK'lar gibi 424 ve 425 sayılı KHK'lar da anayasaya aykırıdır, hukuk devleti kavramına aykırıdır. Gerçekte, bu kapsamda düşünüldüğünde, Olağanüstü Hal Valiliği İhdası Hakkında KHK da anayasaya aykın nitelik taşımaktadır.

Kaldı ki anayasanın 121. maddesine göre, olağanüstü hal ilanı dahi, tatilde bile bulunsa, TBMM'nin toplanarak karar almasına bağlı tutulduğuna göre, olağanüstü hal durumuyla ilgili KHK yayımlayabilmek için TBMM'nin yetki yasası kabulü öncelikle gerekir.

Kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili sınırlama getirilemeyen olağan KHK çıkartılması durumunda dahi yetki yasasının arandığı bir sistemde, kişi hak ve özgürlüklerini sınırlayabilen KHK'ların yetki kanunu olmadan çıkartılabileceği, bir hukuk devleti ve hukuk devletine saygılı bir iktidar var ise düşünülmemesi gerekir.

Kaldı ki anayasanın 91. maddesi, olağanüstü hal durumuyla ilgili olarak sadece kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili düzenleme yapılabilmesi olanağının kabul ederken anayasanın 91. ve 121. maddelerinde yetki kanunu açısından bir ayrıcalık hükmü konulmuş değildir.

Bu nedenlerdir ki olağanüstü hal durumunda da, anayasamı* 91. maddesine uygun olarak "çıkarılacak KHK'nın, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini içinde birden fazla KHK çıkarılıp çıkarılamayacağın:" gösteren bir yetki kanunu bulunmadıkça, KHK çıkartılamaz. 2935 sayılı "Olağanüstü Hal Kanun’unun 4. maddesi ise anayasanın 91. maddesinin "yetki kanunu" açısından öngördüğü kuralları içermemekte, yetki kanunu niteliği taşımamakta, sadece anayasanın olağanüstü hal durumunda KHK çıkarılabileceğine ilişkin kuralını yinelemektedir.

Belirtilen nedenlerdir ki 413 ve 421 sayılı KHK'lar gibi 424 ve 425 sayılı KHK'lar da anayasal gereklere aykırı olarak yayımlanmış olup, hukuka uygun KHK düzenlemesi değil, hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz fiili bir düzenleme söz konusudur.

Yasal dayanağı bulunmayan fiili düzenleme kişi hak ve özgürlüklerini sınırlarken anayasanın 121/2. fıkrasına tümden aykırıdır. Gerçekten anayasanın 121./2. fıkrasında aynen:

"Anayasanın 15. maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanunu'nda düzenlenir" denilerek, olağanüstü hal durumunda dahi, KHK'ların dilediğince kişi hak ve özgürlüklerini sınırlayamayacağı, bu sınırlamaların, ancak kanunla yapılabileceği anayasal kural olarak kabul edilmiştir.

Siyasal iktidar ise ancak kanunla yapılabilecek hususları KHK ile gerçekleştirdiği gibi "Olağanüstü Hal Kanunu"nda öngörülen güvenceleri de, "Olağanüstü Hal Kanunu"nu değiştirerek ortadan kaldırmaktadır. Belirli hususların "Olağanüstü Hal Kanunu"nda gösterilmesinin zorunlu kılınması, bu hususların KHK ile düzenlenemeyeceğini de belirtmek anlamına gelir. KHK ile olağanüstü hal sisteminin değiştirilemeyeceği, sadece kanunla saptanmış sistem çerçevesinde "olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda" uygulamaya yönelik KHK çıkartılabileceği anayasanın 121/3. maddesinin açık hükmü gereğidir.

Anayasanın 91. maddesi ise sadece olağanüstü hal durumunda, olağanüstü halin kapsamındaki bölgelerde, kişi hak ve özgürlüklerini sınırlayıcı KHK çıkartılabileceğini öngörmüştür. Bu ıçıdan, hukuk devleti kavramı, anayasa ve hukukla bağımlı ve sınırlı siyasal iktidar gerekliliği hiçe sayılarak, gerçekte tüm Türkiye'de olağanüstü hal ilan edilmiş bulunmaktadır.

Başka bir deyişle anayasanın 121. maddesinin 1. ve 3. fıkraları birlikte düşünüldüğünde, olağanüstü hal sistemi sadece kanunla belirlenebilir KHK yeni sistem ve sınırlama getiremez, uygulamaya yönelik gereksinmeleri düzenleyebilir.

Anayasaya aykırı

Belirtilen nedenlerle 413 ve 421 sayılı KHK'lar gibi 424 ve 425 sayılı KHK'lar da anayasaya aykırıdır, hukuk devleti kavramına aykırıdır. Gerçekte, bu kapsamda düşünüldüğünde, Olağanüstü Hal Valiliği İhdası Hakkında KHK da anayasaya aykırı nitelik taşımaktadır.

413 ve 421 sayılı KHK'lar gibi 424 ve 425 sayılı KHK'lar da olağanüstü hal bulunmayan bölgelerde uygulanabilir niteliktedir. Anayasanın 91. maddesi ise sadece olağanüstü hal durumunda, olağanüstü halin kapsamındaki bölgelerde, kişi hak ve özgürlüklerini sınırlayıcı KHK çıkartılabileceğini öngörmüştür. Bu açıdan, hukuk devleti kavramı, anayasa ve hukukla bağımlı ve sınırlı siyasal iktidar gerekliliği hiçe sayılarak, gerçekte tüm Türkiye'de olağanüstü hal ilan edilmiş bulunmaktadır. Olağanüstü hal için kabul edilen kuralların, olağanüstü hal bölgeleri dışına yaygınlaştırılması da öngörülüyorsa, bu husus anayasanın 121/2. maddesine göre ancak yasa ile düzenlenebilirdi. Bu durumda dahi olağanüstü hal bölgesi dışında olağanüstü hal kurallarının uygulanması, yine de anayasaya aykırı olur, fakat yasa, Anayasa Mahkemesi'nce denetlenebilirdi. Siyasal iktidar, anayasanın 148. maddesine göre olağanüstü hal ile ilgili KHK'ların anayasaya aykırılığı Anayasa Mahkemesi'nce incelenemeyeceği, Olağanüstü Hal Kanunu ise Anayasa Mahkemesi'nin uygunluk denetimine bağlı olduğu için kanunla yapılması zorunlu olan hususları KHK ile düzenleyerek "anayasaya uygunluk" denetiminden kaçmaktadır.

Anayasal, yasal niteliğini, çıkartılmasındaki siyasal amacı belirtmeye çalıştığımız 424 ve 425 sayılı KHK'lar "hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz düzenleme"yi sürdürdüğü, hatta yaygınlaştırdığı gibi kişilere "yargı güvencesi" tanındığı izlenimini yaratmaya yönelik "aldatmacalar" da içermektedir.

Oysa olağanüstü hal ile ilgili "istisnai kanun hükmünde kararnameler", anayasanın 12. maddesine göre "Aynı gün TBMM onayına sunulur." Anayasanın 91. maddesi, olağan KHK açısından ise aynı gün TBMM'ye verilmek ve "öncelikle ve ivedilikle" görüşülmek koşulunu getirmiştir. Olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri, kişi hak ve özgürlüklerini de etkileyeceği için, anayasa, bu KHK'ların Resmi Gazete'de yayımlandığı gün "onaylanması"nın zorunlu görmüştür. Bu konuda, anayasanın yapılmasını öngördüğü tüzük hükümlerinin şimdiye kadar yapılmamış olması, "aynı gün onay" zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. KHK kişi özgürlüklerini sınırlamaktadır. İç tüzüğün yapılmamasının kusuru ise kişilerde değil, siyasi iktidardadır. Kişi özgürlüklerini sınırlayan siyasal iktidarın kendi kusurlu hareketine dayanarak, hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz kararnameleri yasama organı ve Anayasa Mahkemesi denetiminden kaçırmaya yönelik politikasına mazeret sağlayamaz.

ALDATMACA

Anayasal, yasal niteliğini, çıkartılmasındaki siyasal amacı belirtmeye çalıştığımız 424 ve 425 sayılı KHK'lar "hukuk devleti kavramıyla bağdaşmaz düzenleme"yi sürdürdüğü, hatta yaygınlaştırdığı gibi kişilere "yargı güvencesi" tanındığı izlenimini yaratmaya yönelik "aldatmacalar" da içermektedir.

Gerçekten KHK ile suç yaratmak, sansür kavramını aşan "matbaa kapatmak" uygulamasını kurala bağlamak yönelişi yeni KHK'larda da sürdürülmüştür. Hatta "matbaa kapatmak" yetkisi İçişleri Bakanı'nın tekeline-verilerek, bu konudaki uygulanabilirlik olanağı yaygınlaştırılıp, kolaylaştırılmıştır.

Aynı şekilde, basma karşı yetki de yaygınlaştırılmaktadır. Matbaaların kapatılması olanağı dışında, bölge içinde basılıp basılmadığına bakılmaksızın, İçişleri Bakara'na, her türlü basılmış eserin, basılmalarını, çoğaltılmalarını, yayımlanmalarını ve dağıtılmalarını yasaklama yetkisi verilmiştir. Başka bir deyişle, İçişleri Bakanı süreli/süresiz yayınların basılıp dağıtılmalarını süreli ya da süresiz yasaklamak yetkisiyle donatılmış bulunmaktadır. Bu yetki, tüm Türkiye'ye yaygındır ve artık Güneydoğu bahane edilerek, Türkiye'de basın özgürlüğü siyasal iktidarın denetimi altına alınmıştır; halkın bilgi edinme hakkı yok edilmiştir. İçişleri Bakanı, sıkıyönetim komutanı yetkileriyle donatılmıştır.

"Sürgün" açısından da 425 sayılı KHK'da, "zor ve baskı ile zararlı faaliyetlerde bulunanların" da bölgeden çıkartılacağına kurala bağlayarak, sürgün olanaklarını da yaygınlaştırmıştır.

424 ve 425 sayılı KHK'lann olağanüstü hal idaresine ve İçişleri Bakanı'na verilen yetkiler konusunda yumuşama getirdiğine yönelik kamuoyunda yaratılmaya çalışılan izlenim de bir aldatmacadan öteye gitmiyor.

Gerçekten 413 sayılı KHK ile Olağanüstü Hal Kanunu'nun 33. maddesi değiştirilmiş ve "Bu kanunla İçişleri Bakanı'na ve valilere tanınan yetkilerinin kullanılmasıyla ilgili idari işlemlere karşı yargı mercilerinde dava açılamaz" kuralı kabul edilmiştir. Olağanüstü Hal Kanunu'nun 33. maddesinde, daha önceki "Valilerin bu kanunun verdiği yetkileri kullanarak yapacakları idari işlemlere karşı açılacak davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez" denilmekteydi. Böylece, İçişleri Bakanı'nın idari işlemleri, idari dava ve yürütmeyi durdurma kararına konu olabiliyor, valilerin idari işlemleri ise dava konusu olmakla beraber, bu işlemler hakkında yürütmeyi durdurma karan verilemiyordu. 413 sayılı KHK ile hem İçişleri Bakanı'nın, hem valilerin idari işlemleri tümüyle idari yargı denetimi dışında bırakılıyordu.

424 ve 425 sayılı KHK'lar, yargı güvencesini getirmek şöyle dursun, kırıntısı kalmış olan yargı güvencesini dahi ortadan kaldırmıştır. Belirtilen nedenle de, bu KHK'lar çıkartılmadan önce kamuoyunda yaratılmak istenilen yeni KHK'larla "yumuşama" getirildiği propagandası aldatmacadan öteye gitmemektedir.

425 sayılı KHK, Olağanüstü Hal Kanunu'nun 33. maddesini yeniden değiştirerek "Bu kanun ile İçişleri Bakanı'na, Olağanüstü Hal Bölge Valisi'ne ve il valilerine tanınan yetkilerin kullanılmasıyla ilgili idari işlemlere karşı açılacak davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemez" hükmünü getirdiği gibi aynı kanunun ek 1. maddesini de "Olağanüstü Hal Kanunu'nun verdiği yetkilerin kullanılmasından dolayı tazminat davaları idare aleyhine idari yargıda açılır. İdarenin kamu görevlisine şahsi kusurundan dolayı rücu edebilmesi, şahsi kusurun çok açık ve ağır olmasına bağlıdır. İçişleri Bakanı'nın uygun görüşü olmadıkça rücu davası açılamaz" şeklinde değiştirilmiştir.

Belirtilen maddeler, sanki dava açmak, tazminat talep etmek hakkının kabul edildiği izlenimini yaratmaktadır. Oysa 425 sayılı KHK'nın 7. maddesinde "Bu KHK ile Olağanüstü Hal Bölge Valisi'ne tanınan yetkilerin kullanılmasıyla ilgili idari işlemler hakkında iptal davası açılamaz" denilerek Olağanüstü Hal Valisi'nin tüm işlemleri idari yargı denetimi dışında bırakılmıştır.

Kaldı ki 424 sayılı KHK'nın 10. maddesinde de aynen, "Bu kanun hükmünde kararname ile İçişleri Bakanı'na, Olağanüstü Hal Bölge Valisi'ne ve il valilerine tanınan yetkilerin kullanılması ile ilgili her türlü karar ve tasarruflardan dolayı, bunlar hakkında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargılama mercine başvurulamaz" denilmektedir. Böylece İçişleri Bakanı'na verilen, anayasa ve demokratik ilkelerle bağdaşmaz yetkilerin kullanılmasıyla gerçekleştirilen idari işlemler, idari yargı denetimi dışındadır. Ayrıca bu yetkilerin kullanılmasından dolayı ceza hukuk ve mali sorumluluk da söz konusu olmayacaktır. Aynı şekilde, Olağanüstü Hal Bölge Valisi'nin ve il valilerinin de idari işlemleri, idari yargı denetimi dışında bırakılmış, bu kişiler de hukuka aykırı işlemleri nedeniyle doğabilecek cezai, mali ve hukuki sorumluluktan kurtarılmışlardır.

Belirtilen durumda, söz konusu KHK'lann uygulanmasında en geniş yetkiye ve karar olanağına sahip İçişleri Bakanı, bölge valisi ve valilerin idari işlemleri, yargı denetimi dışında bırakılmış, hukuka aykırı işlemleri nedeniyle sorumlu tutulabilmeleri olanağı yok edilmiştir. İşte "hukuk devleti!"

425 saydı KHK ile değişik İçişleri Bakanı'na, her türlü basılmış eserin, basılmalarını, çoğaltılmalarını, yayımlanmalarını ve dağıtılmalarını yasaklama yetkisi verilmiştir. Başka bir deyişle, içişleri Bakanı süreli/süresiz yayınların basılıp dağıtılmalarını süreli ya da süresiz yasaklamak yetkisiyle donatılmış bulunmaktadır. Halkın bilgi edinme hakkı yok edilmiş, İçişleri Bakanı, sıkıyönetim komutanı yetkileriyle donatılmıştır.

Durum böyle olunca Olağanüstü Hal Kanunu'nun 33. maddesine göre idari dava açılabileceği kuralı bir aldatmacadan öteye gitmemektedir. Ek madde 1'de öngörülen idare aleyhine tazminat davalarının idari yargıda açılacağına ilişkin kural ise sadece İçişleri Bakanı'nın, bölge valisinin ve il valilerinin dışında kalan kamu görevlilerinin şahsi kusurlarıyla verdikleri zararlar açısından uygulanabilir niteliktedir.

Sonuç

Kısa bir deyişle, 424 ve 425 sayılı KHK'lar, yargı güvencesini getirmek şöyle dursun, kırıntısı kalmış olan yargı güvencesini dahi ortadan kaldırmıştır. Belirtilen nedenle de, bu KHK'lar çıkartılmadan önce kamuoyunda yaratılmak istenilen yeni KHK'larla "yumuşama" getirildiği propagandası aldatmacadan öteye gitmemektedir. Niteliklerine değindiğimiz KHK'ların uygulandığı bir ülkede hukuk devletinin varlığından söz edilemeyeceği de açıktır.