10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 9-10 Temmuz Ağustos 1990 Müzik dünyası Ünol Büyükgönenç'le söyleşi

Müzik dünyası Ünol Büyükgönenç'le söyleşi

Fidan Turhan

Ünol Büyükgönenç adı, bu yılın ilk aylarından itibaren müzik çevrelerinde sık sık konuşulmaya başladı. Sanatçının "Güzel Günler Göreceğiz" adlı Long Play çalışması müzikseverlerin beğeni ve hayranlığını kazandı. Biz de, Ünol Büyükgönenç'le müzik ve son yapıtı üzerine söyleştik.

F.T. Sayın Büyükgönenç, isterseniz söyleşimize kendinizden bahsederek başlayalım.

Ü.B-1946 İstanbul doğumluyum. Konservatuarın Piyano Solfej ve Keman bölümünde üç yıl okuduktan sonra ayrıldım. Sonra askere gittim ve askerlik dönüşünde evlendim.

Okul sonrası ne tür müzik yaptınız?

Okuldan ayrıldıktan sonra enstrüman olarak gitarı seçip, uzun yıllar klasik ve İspanyol gitar çalıştım. Daha sonra askere gidinceye kadar elektro-gitar çalıştım ve çeşitli orkestralarda dans müziği yaptım.

Bu arada, yanılmıyorsam gurup çalışmalarında bulundunuz.

Evet, askerlik dönüşü Seyhan Karabay ve Cem Karaca ile "Kardaşlar" adını taşıyan ilk topluluğumu kurdum. Dört yıla yakın süre Cem Karaca-Kardaşlar olarak müzik yaptık. Gurupta gitarın yanısıra bağlama, yaylı tambur gibi geleneksel sazları çalıp, gurubun ürettiği şarkıların düzenlenmesini üstlendim. Dört yıl sonra Cem Karaca Kardaşlar birlikteliği sona erdi. Guruba genç şarkıcı Erseni solist olarak aldık. İki yıla yakın Ersen-Kardaşlar devam etti. Bu süre sonunda Kardaşlar gurubunu dağıtarak "Dervişan" adlı yeni bir gurup kurdum. Aynı günlerde Cem Karaca'da iki yıldır birlikte olduğu "Moğollar" grubundan ayrılınca, Cem ile yollarımız bir kez daha birleşti. Cem Karaca Dervişan olarak bir yıl devam ettik. Bu bir yıl bitiminde, kafamdaki yeni hedefleri gerçekleştirmek amacı ile Dervişan adını kullanmayı sürdürebileceklerini de belirterek, guruptan ayrıldım ve Amerika'ya gittim.

Sayın Büyükgönenç, Amerikadan geri geldiğiniz zaman türünüzde "keskin" denebilecek bir dönüş olmuştu. Bu tür değişikliğinin nedenlerini anlatabilir misiniz?

1975 yılından itibaren kafamdaki yeni hedefler doğrultusunda benim için değişik bir araştırma dönemi başladı. Amaç, gurup müziğinden farklı olarak, tek bir gitarla çalıp söylemek ve belli bir felsefeyi aktarabileceğim özgün bir müzikal tavıra ulaşabilmekti. Önce "bestecilik" ve "yorumculuk" çalışmalarına ağırlık verdim. Bu arada araştırmalarımı özellikle Nazım Hikmet şiirlerini müziklemek konusunda yoğunlaştırdım. Onun şiirlerinin bir müzikçi yaklaşımı ile gerek kendi içinde gerekse müzikal düzlemde "çözümlenmesi" çalışmaları uzun yıllarımı aldı. Bu çalışmalar, gurup müziği döneminde zaten içi dışlı olduğum Türk Halk ve yanı sıra Divan müziğini çok daha geniş kapsamda ve derinlemesine araştırmayı kaçınılmaz kıldı. Bu bağlamdaki araştırma ve çalışmalarımın odak noktasını Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre gibi Türk dilinin geçmişteki ustaları ve çağdaş ozanlarımızla birlikte, temelde Türkçenin en büyük ustalarından biri olan Nazım Hikmet'in şiirlerini müziklemek oluşturdu.

Peki, bu dönemde piyasaya çıkarttığınız çalışmanız olmadı mı?

Stüdyo, konser, plak gibi çalışmalarımı bu süre içinde dondurmak zorunda kaldım. Yalnız araştırma ve çalışmaya ayırdığım bu dönem aralıksız beş yıl sürdü.

Ama aynı dönemde aldığınız çeşitli ödüller vardı. Bunlardan söz edebilir misiniz?

-1979 yılında Saklambaç gazetesinin düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasına katıldım. Bin iki yüzü aşkın bestenin katıldığı bu yarışmada sözleri ve müziği bana ait olan ve "1979: Dünya Çocuk Yılı" konusunu işleyen "Dışarıda Kar Yağıyor" adlı şarkıyla hem beste, hem şarkı sözü dallarında ortaya konan iki "Altın Mikrofon"u kazandım. Aynı yıl piyasaya çıkan Dışarıda Kar Yağıyor adlı 45'lik plak, çeşitli kuruluşlarca yılın şarkıcısı, yılın bestecisi ve yılın şarkı sözü dallarında birincilik ödülüne layık görüldü. Yine aynı yıl TRT'nin düzenlediği yılın şarkısı seçiminde birinciliği Dışarıda Kar Yağıyor aldı.

-İsterseniz pek çok müzik otoritesi tarafından "doruk çalışması", "değişik bir tat" olarak nitelenen "Güzel Günler Göreceğiz" yapıtına geçelim. Birçok engeli aşarak gerçekleştiğini bildiğimiz bu çalışmanın evrelerini anlatır mısınız?

"Yaratıcılığından ödün vermemek için yaygınlaşmaya sırt çevirebilen bir müzisyen, acımasız ve inatçı bir özenle sürdürüyor çalışmasını." - Bilgesu ERENUS

Bu çalışmam stüdyo hazırlıkları aşamasındayken 12 Eylül ile demokrasi askıya alındı. Bu çalışmanın tamamına yakın bir bölümü Nazım Hikmet'in şiirlerinden oluştuğu için, söz konusu prodüksiyonu uzunca bir süre ertelemem gerekti. Bu belirsizlik ilk aşamada dört yıl sürdü. 1984'den 1986 sonuna kadar süren iki yıl ise plak yapımcılarının taşıdığı fazla rizikolu içerik kaygıları ve bu içeriği mutlaka 4-5 arabesk şarkı ile dengelemek önerileri ile yitirildi.

Long Play'i henüz bu yıl tamamlayabildiğinize göre, tüm bunlardan başka zorluklar da olsa gerek...

-1986 yılının Kasım ayında başlayan stüdyo çalışmaları biraz benim güç beğenirliğimden, biraz kimi özel efekt çalışmalarının elde edilip bunların "senkronik" uygulamalarındaki teknik zorluklardan; ve çokça da böyle karmaşık bir yöntemin getireceği kaçınılmaz aksiliklerin sonucu, rekor bir süre ile otuz iki ay sürdü. 1989 Haziranında stüdyo çalışmaları bitirilip "master"ler kaset olarak çoğaltılmak üzere ülkemizde bu konuda ilk sırayı alan dolum tesislerine gönderildi. En çok 15-20 gün içinde bitirilmesi gereken bu işlem, firmadan kaynaklanan ve bazen bana bildirildiği halde mantık kapsamı içinde açıklanması büyük çaba gerektiren, bazen de, hiç bir zaman öğrenemediğim ve herhalde öğrenemeyeceğim nedenlerden ötürü sürekli yenilenen "teknik yanlışlar" sonucu yine rekor bir süre ile 10 ay sürdü. Böylelikle ilk çalışmalarına 1980 Eylül'ünden önce başlanan Güzel Günler Göreceğiz adlı yapım, ancak 10 yıllık aradan sonra müzikseverlerin beğenisine sunulabildi.

Evet, Sayın Büyükgönenç, bunca kırılması güç "rekor" un sahibi olan bu yapıtı oluşturan şarkılar hakkında okuyucularımızı bilgilendirebilir misiniz?

Güzel Günler Göreceğiz adlı yapımın on bir şarkısından yedisini, Nazım Hikmet'in şiirlerinden yola çıkılar, besteler oluşturmaktadır. "A" yüzünün ilk şarkısı olan Yapıyla-Yapıcılar, şiirin doğal ritmi olan 5/8'lik aksak ritm ile bestelenmiştir.. Şarkı yapı alanından seslenişi canlandırır. Çeşitli efektlerin yaraşıra bağlama, mey, zurna ve köy davulu ana ritme eşlik eder. Hasret, Tairvo Vitoi, Komi, Japon Balıkçısı ve Bulutlar Adam Öldürmesin adlı 2.3.4. ve 5. şarkılar kendi içlerinde birbirlerine bağlı bir anlatım sergilerler. "B" yüzünün ilk şarkısı olan Dışarıda Kar Yağıyor ile Dışarıda Bahar Geldi adlı iki şarkı da birbirleri ile iç içe düşünülmüştür. 3. şarkı olan Aynı Daldaydık yine duygu-yoğun bir hasret şarkısıdır. 4. şarkı ise bir öncekinin oluşturduğu hüzün atmosferinin herşeye rağmen ve asla gelecekten umut kesmeden iyimserliğe dönüşmesini sergiler. 5. şarkı ise bir halk türküsüdür.

Sizin de söylediğiniz gibi, bu çalışmanız daha çok N.Hikmet'in şiirlerinden yaptığınız bestelerden oluşuyor. N. Hikmet'in şiirleri bestelenmeye? uygun mu, ya da şöyle sorayım, N. Hikmet'in şiirlerini bestelemenin güç yönleri var mı?

Her büyük ozanda olduğu gibi, N. Hikmet'in şiirlerini bestelemek de üstesinden gelinmesi gereken önemli teknik zorunluluklar içermekte. İlk sorun, bu şiirleri şiir yapan bütün öğelerin her birini hiç fire verdirmeksizin müziğe aktarabilmek. Özellikle bir müzikçi gözü (daha doğrusu kulağı) ile yaklaşıldığında N. Hikmet şiirlerinin teknik açıdan en belirgin özelliği, şiirin kendi içindeki sağlam ve mükemmel ritm ile, onun üstyapısı diyebileceğimiz -zaman zaman olağanüstü bir çarpıcılığa ulaşan - "şiirsel ezgi"nin oluşturduğu iç müziktir. İşte bu ritm ve ezgiyi bozmadan müziğe aktarmanın ilk koşulu, sözcüklerin ritminin, müziğin ritmini kendine uymaya zorlaması ile sağlanır. Diğer bir amaç da sözcükleri "süslemek" yerine açıklamaya çalışmaktır.

Sayın Büyükgönenç, müziğimizi de içine alan geleneksel kültürümüz hakkında neler söyleyebilirsiniz?

"Ünol'un ezgilerini dinlerken, ağabeyimin şiirlerini kendi sesinden dinliyormuşum duygusuna kapıldım. Şiirlerin böylesine firesiz bestelenmesi ve yorumdaki özgünlük beni çok etkiledi."
Samiye YALTIRIM

Bugün evrensel kültür mozaiğini oluşturan çeşitli toplumların ürettiği sayısız değerler vardır. Türk halkıda belki bir başka hamurdan nice değerler yoğurup, bin yıldan bu yana arıta-damıta önünde eğinilesi güzellikler yaratmış bir halk. Sorun, geleneksel kültürümüz içindeki bu evrensel pırıltıları çağdaş ve güncel bir anlatımda sunabilmek.

Peki sizce "geleneksel kültürümüz içindeki bu evrensel öğeler" nasıl sunulabilir? Tarihe sahip çıkılarak. Ancak, tarihe sahip çıkmak onu günümüzde yaşatmak demek değildir. Yüzyılların damıtılmış güzellikleri olan geleneksel değerler; yaşamlarını, ancak ve ancak çağdaş ve evrensel bir nitelik kazandırarak sürdürebilirler. Evrensel olmanın ilk koşulu ise önce kendimiz olmaktır. Etkileneceğiz, etkileyeceğiz. Ancak bunu yaparken hiçbir açıdan ve asla "ille de...!" biçiminde bir "taşra tutuculuğuna" düşmeyeceğiz.

Bu açıdan bir sanatçının konumu sizce ne olmalı?

Bugün için ülkemizde bir sanatçının ilk adımda önüne dikilen sorumluluk, bu bakış doğrultusunda yöreselden evrenseli kucaklayan bir bileşimin oluşmasına katkıda bulunmaktır.

Bu ilginç söyleşi için okurlarımız adına size teşekkür ederim.