10 eylül dergisi kapaklarndan oluşan kolaj

Sayı 9-10 Temmuz Ağustos 1990 Ayın Yorumu "Yaratıcı Politika"

Ayın Yorumu "Yaratıcı Politika"

Politika özü yakalamak sanatıdır. Çok yönlü ve karmaşık gelişmeler içinde yüzeysel olanla özsel olanı, geçici olgularla kalıcı olguları birbirinden ayırt edemeyenler politikada başarısızlığa mahkûmdurlar. Geçici ve yüzeysel olguları abartarak politika yapanlar kimi zaman bir yıldız gibi parlarlar. Ama bunlar kuyruklu yıldızlardır, kısa sürede kayarlar. Marksizm-Leninizm işçi sınıfına gelişmelerin özünü yakalamayı sağlayacak bilimsel bir yöntem sunar.

Türkiye'ye bakalım. Türkiye örneğinde özsel ve kalıcı olan neydi, yüzeysel ve geçici olan neydi? Burjuvazi "demokrasiye geçiş", "özgürlükleri genişletme", "çağ atlama" söylemini tutturmuştu. Bu söylemi ciddiye alarak politika yapanlar oldu. TBKP liderleri devrim hedefinden vazgeçerek bir mutabakat programı benimsediler. Türkiye'ye gelerek teslim oldular. Aynı sıralarda burjuvazi olağanüstü hal ilan etmiş, Süper Valilik oluşturmuş, 1 Mayıs'ta kan dökmüş, sosyalist basın üzerinde terör estirmeye devam etmişti.

Mutabakat kâğıt üzerinde kaldı. TBKP liderleri 29 ay içeride kaldılar. Parti geniş ölçüde tasfiye oldu. TBKP liderleri tahliye olunca "taşları yerinden oynattıklarını", "mutabakat programlarının doğrulandığını" iddia ettiler. Hâlbuki aynı sırada Sessizliği Sağlama Kararnamesi çıkarılmış, 1 Mayıs'ta terör estirilmiş, bir gün içinde 3304 devrimci gözaltında alınmıştı. Yasal Sosyalist Parti'nin genel sekreteri Yalçın Büyükdağlı ile yine yasal 2000'e Doğru dergisinin genel yayın yönetmeni Doğu Perinçek hakkında tutuklama kararı verilmiş, İşçi Sağlığı Derneği yöneticileri gizli örgüt suçlamasıyla içeriye alınmışlardı. TKBP'in öngördüğü mutabakatta yer alacak muhalefet partileri de bütün bu gelişmelere onay vermişti. Öyle ki 141-142 maddeler bile Meclis'e sunulmamış, 12 Eylül anayasasına göre bile Meclis'te görüşülmesi gereken 424 ve 425 sayılı kararnameler için bu "zahmete" katlanan olmamıştı.

Bakın, iktidar Takrir-i Sükun Kararnamesi'ne dayanarak 2000'e Doğru dergisi ile Halk Gerçeği gazetesinin yayınına son verdi. Bu yayınlan ve sosyalist dergilerin bir bölümünü basan Ilıcak Matbaasını kapattı. Gerekirse daha başka tedbirler alacaklarını bütün yetkililer açıklıkla ifade ediyorlar. Kurşunlamalar, öldürmeler devam ediyor.

Hangi mutabakat? Bakınız, işçi sorunuyla birlikte ülkenin en önemli iki konusundan birisi olan ulusal sorunda "anadilde eğitim" gibi en asgari bir istemi Olağanüstü Hal Bölge Valisi Hayri Kozakçıoğlu nasıl değerlendiriyor. Güneş gazetesinin bu konudaki sorusuna Kozakçıoğlu şu yanıtı veriyor: "Vatandaş ana dili Kürtçeyi özel hayatında, kahvesinde, tarlasında istediği gibi konuşabilir. Benim için hiçbir sorun yoktur Devlet için de bir sorun yoktur. Bunu köylüye her zaman söylüyorum. Ancak, Türkiye'nin birlik ve beraberliğinin dağılmaması için şu anda eğitimde resmi dil olarak Türkçenin kullanılmasında müthiş yarar vardı. Çünkü korkunç bir propoganda var. Şu anda buna gittiğimiz takdirde ileride Türkiye için büyük problemler çıkabilir" (Güneş, 27 Mayıs 1990)

Hangi mutabakat? Bakın Aliağa'da doğayı mahvedecek termik santradaki gelişmeye. Büyük protestolara rağmen iktidar projeden vazgeçmedi. "Vazgeçtik" şeklindeki açıklamanın zaman kazanmak ve hukuk dışı işlemleri "kitabına uydurmak" için yapıldığı ortaya çıktı.

Hangi mutabakat? İktidar partisi ANAP'ın iç çekişmelerinde bile taraftar birbirlerini komployla suçluyor. Hasan Celal Güzel kendisine karşı "devletin komplo kurduğunu" söylüyor. Savcı Ülkü Coşkun "komployu biz yapmayız, politikacılar yapar" diye yanıt veriyor. İktidar partisi içindeki mücadelenin bile komplolarla yapıldığı bir ülkede mutabakat programının doğrulandığını söylemek garip kaçıyor.

Türkiye'de sözü edilen olguların hangisi geçici ve yüzeysel, hangisi kalıcı ve özseldir? Politikamızı belirlerken "demokrasi" söylemini, örneğin Kutlu ve Sargın'ın tahliyesini mi, yoksa çok dar bir kadronun hukuk dışı kararnameleriyle ülkenin yönetilmesini, devrimcilere, emekçilere, ulusal hareketle karşı baskının yoğunlaştırılmasını mı esas almalıyız?

Dünyaya bakalım. 5 yıldır dünya Gorbaçov rüzgarıyla dalgalanıyor. "Yeni bir dünya", "barış", "ortak Avrupa evi", "totaliter sisteme son", "uluslararası kardeşlik" sözlerinden geçilmiyordu ortalık. Gorbaçov son on yılın adamı ilan edilmişti. Peki şimdi ne görüyoruz? Avrupa'da güvensizliğin artması, ırkçılığın kol gezmesi, ulusal düşmanlıkların hortlaması. Gorbaçov artık tüm pırıltısını yitirmiş yorgun bir adamdır. Bu arada ABD emperyalizmi eskisinden çok daha rahat bir biçimde dünya jandarmalığına devam ediyor.

Amerikan emperyalizmi hala ayakta kalmakta direnen sosyalist ülkeleri yıkmayı pratik gündemine koydu. Küba'ya ve Arnavutluk'a karşı yoğun bir karalama kampanyası sürdürüyor. Amerikan yetkilileri "sıra Küba'ya geldi" diye ilan ediyor, Zengin kapitalist ülkelerin oluşturduğu 7'ler Zirvesi Gorbaçov'a yardım için Küba'ya yapılan Sovyet yardımına son verilmesi şartını koşuyor. Nikaragua'da ABD yönetiminin istemlerini yerine getiren Gorbaçov bu isteğe de boyun eğeceğinin sinyallerini veriyor.

Sovyet Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Gerasimov Amerikan televizyonlarına verdiği demeçte "Evet, Küba'ya yardımı yavaş yavaş azaltacağız ve bir süre sonra gündemden bu sorun kalkmış olacak" dedi.

Kim haklıydı? Gorbaçov mu, sosyalizmin sorunlarını sosyalist çerçeve içinde çözmekten yana olanlar, "ya sosyalizm, ya barbarlık, başka seçenek yok" diyenler mi?

Piyasa ekonomisi hayranlığını ele alalım. Sosyalist ülkelerde yönetimler piyasayı her derde deva ilaç ilan ettiler. Hâlbuki piyasa ekonomisi bir uçta zengin bir azınlık, diğer uçta yoksul bir çoğunluk yaratır. Piyasa ekonomisi devresel bunalımlarla iç içe yürür. Kitlesel işsizliğe yol açar. Tekelleri doğurur. Zengin ve yoksul ülkeler arasındaki uçurumu genişletir. Bütün bunları kapitalizmin tarihinden biliyoruz. Bütün bunları Türkiye'de yaşıyoruz. Piyasa ekonomisine geçmeye çalışan Polonya'da insanların yüzde sekseni daha altı ay önce "bizi kapitalizm kurtarır" diyordu. Piyasa ekonomisinin sonuçlarıyla, işsizlik ve pahalılıkla karşılaşan Polonyalıların çoğunluğu son yerel seçimde sandık başına bile gitmediler. Seçimlere katılma düzeyi yüzde kırk oldu. Gözlemciler bu düşük katılımı kitlelerin hayal kırıklığına uğraması ve umutsuzluğu kapılmasıyla açıklıyorlar. Geçici ve yüzeysel olgulara kapılarak politika yapanların, "marksizm öldü" diyerek piyasa şakşakçılığına soyunan, kapitalizm modasına uyan eski markist politikacıların miyopluğu kanıtlanıyor. Kapitalist restorasyon yoluna koyulan ülkelerde işçilerin ve köylülerin eylemleri yoğunlaşıyor. Amerikan Time dergisi bu ülkelerde aydınlarla emekçilerin yollarının ayrıldığı tespitini yapıyor. "Amaçlan farklıymış, bu ortaya çıktı" diyor.

Politika güçle yapılır. Bu da işin diğer yönü. Gücünüz yoksa "muktedir" değilseniz kâğıt üzerindeki en doğru tespitler, en güzel yorumlar da hiçbir işe yaramaz, tarihin tozlu raflarına kaldırılır. Politikada kalıcı ve özsel olanı yakalayanlar, muktedir olmak zorundalar. Hoş, zaten burjuvazi tepemize indirdiği yumruklarla bur gerçeği her an bize hatırlatıyor. Sessizliğin Sağlanması Kararnameleri bütün sosyalistleri bir çıkmaz sokağa hapsediyor. Bugüne kadarki yöntemlerle yetinemeyiz. Yeni çözümler bulmalıyız. Tarihi incelediğimizde çıkmaz sokağa hapsedilenlerin, köşeye sıkıştırılanların ya teslim olup yok olduklarım, ya da en yaratıcı çözümleri bulup dünyayı sarsaklarını görüyoruz. Devrimcilerin teslim olmaya niyeti yok. Öyleyse en yaratıcı çözümleri bulacak, dünyayı sarsacağız.

Kuşkusuz yaratıcı çözümler gökten zembille düşmeyecek. Kimsenin elinde sihirli reçeteler yok. Kolay ve kestirme çözümler bulunacağı hayaline hiç kimse kapılmasın. Örgütlenmenin zahmetli yollarında ısrarlı, özverili, gösterişsiz çalışmalarla gerçekleşecek herşey. Örgütlenmek, yani devrimci kadroları leninci parti içerisinde birleştirmek-tekleştirmek; örgütlenmek, yani işçi sınıfıyla bağlan güçlendirmek; örgütlenmek, yani işçi sınıfının devrimci yolunu rehber edinen bir gençlik hareketi yaratmak; örgütlenmek, yani burjuvazinin örgütlü saldırısına örgütlü biçimde direnmek... Yaratıcı politika devrimci kadroların sorumluluğu, özverisi, çalışkanlığı ve ustalığı temelinde yükselecek. Görev bir kişinin ya da bir grubun değil, hepimizin. Bu bilinçle davranmak gerekiyor.