Yüz yılı aşkın zamandır kutlanan, çalışanların en "küresel" bayramı 1 Mayıs'ın, 2009 yılında ülkemiz için farklı bir anlamı var. Tabii ki 1 Mayıs yine büyük bir coşkuyla geçirilecek. Ama, bu yıl, işçi sınıfının daha farklı bir coşkusu olacak. İşçi sınıfımız ve tüm emekçiler, kendilerinden 29 yıl önce gasp edilen ücretli izin günü haklarını yeniden aldılar. Üstelik de "Bahar Bayramı" gibi uydurma bir adla değil.

Bu nedenle Türkiye emekçileri 1 Mayıs'ı bu yıl çok daha görkemli kutlayacak. 1 Mayıs, artık resmen "Emek ve Dayanışma Günü" olarak, ücretli izin hakkımız kaybolmadan kutlanacak. Biz de bu vesile ile, 1 Mayıs'ın bir çiçek böcek günü olmadığını, işçilerin emperyalizmi ve kapitalizmi yıkmak ve yeni bir dünya kurmak için verdiği mücadelenin ayrılmaz bir parçası olduğunu asla unutturmayan, her yıl bir şekilde alanlarda kutlayan, bu uğurda her bedele katlanan ve sonuçta yeniden ücretli izin hakkını elde etmeyi başaran tüm emekçilere teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bu yılı diğerlerinden ayıran önemli bir fark daha var: Türkiye işçi
sınıfının ezici bir çoğunluğu, işçi ve emekçi örgütlerinin
büyük bir kesimi, ücretli izin günü hakkı karşılığında
"Taksim'den vazgeçme" çağrısına kulak tıkadılar. 100 yılı
aşkın zamandır işçilerin en doğal, en meşru hakkı olan 1
Mayıs'ta ücretli izin gününün bir rüşvet olarak sunulmasını
reddettiler. İşçiler bu yıl da Taksim'de olacaklarını her
vesileyle duyurdular. Burjuvaziden söke söke alınan bir hak için
sermayeden icazet beklemediklerini defalarca tekrarladılar. 1 Mayıs
birlik, mücadele ve dayanışma gününü Taksim'de ve ülkenin
dört bir yanındaki şehirlerin en merkezi meydanlarında yaşatacak
olan tüm işçileri, emekçileri, kadınları, erkekleri, gençleri,
işsizleri, çalıştığı halde aylardır parasını alamayanları
şimdiden kutluyoruz. 
Kapitalist krizin
ağır bir depresyona dönüştüğü, işsizliğin ortalığı
kasıp kavurduğu, burjuvazinin yönetme meşruiyetinin gün
geçtikçe daha fazla sorgulandığı günümüz koşullarında işçi
sınıfı, işten atılmaların yasaklanması, bankaların ve
holdinglerin işçi denetimine açılması, büyük kapitalistlerden
servet vergisi alınması, 6 saatlik çalışma günü uygulanarak
işsiz kitlelere iş sağlanması, yoksul işçi, köylü ve
emekçilere destek verilmesi, halklara, dillere, kültürlere
özgürlük tanınması ve Kürt halkının eşitliğinin kabul
edilmesi, silahlanma ve savaş politikalarına son verilmesi,
siyasal genel af ve barış, NATO'dan çıkılması ve İncirlik
üssünün kapatılması, eşit işe eşit ücret ve her alanda
kadın-erkek eşitliği, çocukların ve gençlerin istismarına son
verilmesi
talepleriyle 1 Mayıs'ı başta Taksim olmak üzere
bütün ülkede kendine yakışan şekilde birlik, mücadele ve
dayanışma günü olarak kutlayacaktır. 
1 Mayıs'ın anılmasına ve kutlanmasına vesile olan haklar kapitalist
ülkelerin bile çoğunda artık yerleşik hale geldiği için, kimi
ülkelerde sadece bir avuç insanın, kimi ülkelerde ise
milyonların sokaklara çıkıp neşeyle kutladığı bir gün
olacak. Kimi yerlerde eğlenceler düzenlenecek, festivaller
yapılacak. Kimilerinde ise barikatlar kurulacak. Kimi ülkelerde
tüm sendikalar ve partiler aynı yerde toplanacak, kimilerinde ise
her parti, her sendika sadece kendi yandaşlarıyla kutlamayı
tercih edecek. Kimileri ise, böylesi şenlik, festival, kutlama,
yürüyüş, mücadele günü gibi etkinliklerle hiç ilgileri
olmadığını söyleyecekler. Bu saydıklarımızın yaşanacağı
ülkelerin ortak noktasını ise, 1 Mayıs gününün çok uzun
yıllardır "resmi tatil" olarak belirlenmesi oluşturacak.
Ne var ki, her
ülkede her zaman "işçi sınıfının birlik, mücadele ve
dayanışma günü" 1 Mayıs, bir bayram havasında geçmiyor.
Hâlâ kutlamalardan korkan, emeğiyle geçinenlerin ortaklaşa
yapacağı etkinlikleri engellemeye çalışan ülkeler var. Sermaye
sınıfının tüm gösterilerine alabildiğine açılan meydanlar
ve salonlar, işçilerin ve sendikaların taleplerine kapatılmak
isteniyor. Bırakın resmî tatil olmayı, yani işçi, işsiz, ev
kadını gibi tüm çalışanları kapsamasını, bu hakkı hâlâ
toplu sözleşmelerle bile elde edememiş ülkeler var. Bunun
yanısıra, sadece resmî tatil olmasına karşı çıkılmakla
kalınmıyor, kimi ülkelerde gösteriler düzenlenmesine bile karşı
çıkıldığını görmekteyiz. 
1 Mayıs
mücadelesi, işçilerin bir sınıf olarak doğuşundan bu yana
geçen yüzyıllar içinde, sömürüye karşı yürütülen
mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. 1 Mayıs'ı doğuran
taleplerin, yani daha az çalışma talebinin ortaya çıkışı,
çalışanların en ayırt edici siyasal özelliklerinden biridir.
Bu nedenle de, 1 Mayıs mücadelesinin başarıya ulaşması,
emeğiyle geçinen herkesin yararına olmuştur. Bu herkes
kategorisine, işçi sınıfı düşüncesine en uzak olan kesimler
bile dahildir.
1 Mayıs
değerlendirmesini birbirinden bağımsız iki ayrı bölüm halinde
ele alacağız. Birinci bölümde 1 Mayıs'ın nasıl doğduğunu,
hangi uluslararası kuruluşlar aracılığıyla dünya işçi
sınıfının ana gündemi haline dönüştüğünü ve ikinci
bölümde 1 Mayıs kutlamalarının özet olarak ülkemizdeki
seyrini inceleyeceğiz. 
Gün doğumundan
gün batımına kadar değil, daha kısa iş günü
1 Mayıs'ın
doğuşu, işçilerin daha az çalışmak istemeleriyle, yani daha
kısa işgünü mücadelesiyle ayrılmaz biçimde bağlıdır.
Bilindiği gibi, işçilerin daha kısa süreler çalışma
talepleri neredeyse fabrika sisteminin doğuşu kadar eskidir.
Aslında, tahmin edilebileceği gibi, çalışanların ilk
direnişleri pek çok ülkede doğal olarak "daha fazla ücret"
talebiyle yapıldı. Fakat, daha kısa çalışma saatleri ve
örgütlenme hakkı mücadelesi de işçilerin patronlardan elde
etmeyi istedikleri haklar arasında daima en başta yer alıyordu.
Sömürünün en acımasız biçimleriyle karşılaşıldıkça ve
çalışma süresi neredeyse günün bütün kısmını kaplamaya
başladıkça, ücret talebinden daha çok, çalışma saatlerinin
makul düzeylere düşürülmesine yoğunlaşıldığını
görmekteyiz.
1800'lü yıllar boyunca çalışma saati "gün ışığı"
esasına göre belirleniyordu. Yani, yazları on sekiz saati bulan,
kışları ise on beş saatten az olmayan bir işgünü vardı.
Sabahları güneşin doğuşuyla başlayan, akşamları ise güneş
batmadan sona ermeyen bir mesai şekli çok yaygındı. Hatta, işe
girerken işçilere imzalatılan sözleşmelerde, günde ondokuz
yirmi saat çalışılacağı belirtiliyordu. 
Batılı ülkelerde
1830'lu ve 40'lı yıllarda işçi örgütleri genel olarak
çalışma saatlerinin on saate düşürülmesi talebini ileri
sürdüler. Tabii, o yıllarda hâlâ eski kölelik günlerindeki
gibi, günün on sekiz, yirmi saati çalışılıyordu. Bu nedenle,
sekiz saatlik işgünü talebi kapitalizmin geliştiği her yerde
yükseliyordu. "Sekiz
saat çalışma, sekiz saat sosyal hayat, sekiz saat dinlenme ve
uyku"
sloganı Avustralya işçilerinin de kullandığı bir talebe
dönüşmüştü. Avustralya işçileri bu hakkı 1856 yılında
aldılar.
Tek tek sendikaların veya işçi birliklerinin talebi olmasının ötesinde,
doğrudan 1 Mayıs'ın doğmasını sağlayan "8 Saat Hareketi"
1884 yılında ABD'de yığınsal bir hareket olarak başladı.
Ancak, bundan bir nesil önce, 1866 yılının Ağustos ayında,
asıl adı Uluslararası Emekçiler Birliği olan ve kısaca Birinci
Enternasyonal olarak bilinen örgütten etkilenen Ulusal Emek
Birliği, kuruluş kongresinde "Bu
ülkenin işçilerini kapitalist kölelikten kurtarmak için
günümüzde atılması gereken birincil ve en önemli adım,
Amerika'nın bütün eyaletlerinde normal iş gününün 8 saat
olarak belirlenmesidir "
kararı alındı. Ayrıca, aynı bildirgede, işçilerin bu amaçla
bağımsız politik mücadele yürütmesinin de gerek şart olduğu
belirtildi. Aynı yılın Eylül ayında ise, çoğunlukla
komünistlerden ve anarşistlerden oluşan Birinci Enternasyonalin
Cenevre Kongre kararlarında, aynı talep " günlük
yasal çalışma sınırı 8 saati aşamaz"
şeklinde yer aldı.
Bu arada, Amerikan Emek Federasyonunun (AFL), 7 Ekim 1884 tarihinde Şikago'da
yaptığı dördüncü kongresinde, " ABD
ve Kanada Sendikalar Federasyonu, sekiz saatin 1 Mayıs 1886
tarihinden başlamak üzere günlük yasal çalışma süresi olarak
belirlenmesini karar altına almıştır; ve biz tüm üye emek
örgütlerine, kendi yetki alanları dahilinde, sendika iç
tüzüklerini bu tarihe kadar bu karara uygun hale getirmelerini
tavsiye ederiz"
şeklinde bir karar çıkartıldı. Bu örgütün çatısı altında
bulunan örgütler ana yapıya gevşek bir şekilde bağlı olduğu
için, Federasyon, 1 Mayıs 1886 tarihinde üye sendikaları greve
zorlamak için kendi iç tüzüklerinde değişiklik yapmalarını
istiyordu. 
Kısacası, 1
Mayıs, işçilerin 8 saatlik mücadele günü olarak ilk kez bu
kongrede karar altına alındı. Her ne kadar bu kongrede "sekiz
saatin 1 Mayıs 1886 tarihinden başlamak üzere günlük yasal
çalışma süresi olarak belirlenmesi"
kararlaştırıldıysa da bunun ne şekilde eyalet yasalarına
geçirileceği kesin olarak belirlenmemişti. Geçen zamanda, önce
sendika tüzüklerinde yapılan bu değişikliklerin daha sonra
grevler, direnişler ve gösterilerle uygulamaya geçirilebileceği
konusunda bir ortak fikir oluştu.
AFL'nin 8 saatlik
iş günü için mücadele kararı aldığı kongresinden iki yıl
sonra, alınan kararda kesinleştirilen 1 Mayıs 1886 tarihinde
onlarca kentte greve çıkıldı. En yaygını Şikago'da olmak
üzere, yüz binlerce örgütsüz ve vasıfsız işçiyi de
kapsayarak iş bırakıldı ve meydanlarda gösteriler yapıldı.
Şikago, bu tarihte militan bir emek hareketine sahipti. Şikago'da
yapılan grevler ve gösteriler, aynen diğer kentlerdeki gibi
başarıya ulaştı. Sekiz saatin kabul edilmediği yerlerde bile,
çalışma süreleri azaltıldı.
Bu arada, işçi
sınıfının tarihinde sendika önderleri açısından önemi çok
büyük bir olayı anlatmadan geçmeyelim. 3 Mayıs'ta grevdeki Mc
Cormick fabrikasına polisin vahşice saldırarak altı işçiyi
öldürmesini ve onlarcasını yaralamasını protesto etmek üzere,
işçiler 4 Mayıs'ta Şikago Saman Pazarında bir protesto
düzenlediler. Ancak, bu barışçı gösteriye polisin bir kez daha
saldırması sonucunda kargaşa çıktı. Bu esnada, nereden geldiği
bilinmeyen bir bomba kalabalığın ortasına atıldı ve yedi
polisle dört işçinin ölmesine yol açtı. Bu olayın ardından
düzmece bir mahkeme sonucu Parsons, Spies, Fischer
ve Engel adlı dört işçi lideri idam edildi. Onlarcası
tutuklandı ve hapse atıldı. Hiçbir şekilde işçilerin
sorumluluğunda olmayan bu provokasyonu kullanan dönemin sermaye
güçleri, "biraz fazla talepte bulunan" emekçilerden bu
şekilde hesap sormuş oldular.
Ancak, işçi önderlerinin asılması, yüz binlerce işçinin politik taleplerle
başlattığı 8 saat hareketine son vermedi. Aksine, her yıl artık
geleneksel hale gelerek 1 Mayıslarda grevler ve direnişler artarak
devam etti. Her geçen yıl bir öncekinden daha fazla işçi
gösterilere ve grevlere katıldı. Amerikan Emek Federasyonu, 1889
yılından başlayarak her 1 Mayısta 8 saatlik işgünü mücadelesi
için grevler yapılmasını kararlaştırdı. Bu karar, doğuşundan
itibaren daha kısa çalışma hedefiyle bütünleşen 1 Mayıs
gününün emeğin sermayeye karşı yürüttüğü mücadelenin
simgesi olmasını sağladı.
1864 yılında kurulan Birinci Enternasyonal, bilindiği gibi birkaç yılın
ardından dağılmıştı. Daha sonra, Paris'te, Bastil
Hapishanesinin yıkılıp Fransız İhtilali'nin başladığı
tarihin yüzüncü yıldönümüne denk gelen 14 Temmuz 1889
tarihinde Paris'te toplanan Uluslararası Sosyalist Kongrede bir
araya gelen Marksist eğilimli sosyalist ve işçi partileri
tarafından yeniden kuruldu. Sonradan İkinci Enternasyonal adını
alan bu Birlik, her yılın 1 Mayıs gününü "kendi
siyasi partilerinde veya sendikalarında örgütlü bulunan dünya
işçilerinin, 8 saatlik işgünü için mücadele edecekleri gün "
olarak belirledi. Bu tarihte her ülkede sendikalar biçimini ve
koşullarını kendileri belirleyerek grevler, gösteriler ve
direnişler yapacaklardı. Böylece, 8 saat talebi ve 1 Mayıs
gösterileri uluslararası işçi örgütleri tarafından da
benimsenmiş oldu ve bu talep ilk kez bu denli uluslararası hale
gelmiş oldu.
Şimdiye kadar
yazdıklarımızı birkaç maddede özetlemeye çalışalım:
- Kapitalizmin yeni
geliştiği dönemlerde işçiler "gün ışığı" esasına
göre çalışıyordu. Hava aydınlanınca işe başlıyor, karanlık
çökmeden işi bırakamıyorlardı.
- İşçilerin
toplu olarak fabrika, atölye tarzı imalathanelerde çalışmaya
başladıkları ilk dönemlerden beri en önemli talebi daha kısa
çalışma süreleriydi.
- Avustralya
işçileri, günde on sekiz yirmi saat çalışmaktan bıkmış ve
"sekiz
saat çalışma, sekiz saat sosyal hayat, sekiz saat dinlenme ve
uyku"
sloganıyla gösteriler yapmaya başlamışlardı.
- Birinci
Enternasyonalin 1866 yılında Cenevre'de yapılan Kongresinde, "tüm
işçiler için yasal çalışma süresi günde sekiz saati aşamaz"
kararı alındı.
- Amerikan Emek
Federasyonu, 1884 yılında yaptığı kongrede, sekiz saatlik
çalışma süresi için yığınsal mücadele yürütme kararına
vardı.
- Amerika'nın her
yerinde, farklı siyasal anlayışlara sahip işçiler bir araya
gelerek Sekiz Saat Hareketi adıyla bir cephe kurdular.
- 1 Mayıs 1886
tarihinde, sekiz saatlik işgünü talebini hayata geçirmek üzere
başta Şikago olmak üzere ABD'nin pek çok ülkesinde grevler
yapıldı, örgütlü, örgütsüz, vasıflı vasıfsız on binlerce
işçi iş bıraktı.
- 4 Mayıs 1886
tarihinde Şikago Saman Pazarında yapılan gösteriye polis
saldırdı. Bu sırada kim tarafından atıldığı belli olmayan
bir bomba bazı polis ve işçilerin ölümüne yol açtı. Bunu
bahane eden hükümet dört işçi önderini düzmece bir mahkeme
sonunda idam etti. 
- ABD sendikaları
1889 yılında her 1 Mayıs'ın 8
Saatlik İş Günü
talebini hayata geçirmek için grev ve gösteri günü olmasını
kararlaştırdılar.
- 1889 yılında
Paris'te toplanan İkinci Enternasyonal 1 Mayıs'ı tüm dünyada
işçilerin haklarını almak üzere grev ve eylem yapacakları gün
olarak belirledi. Bu kararla 1 Mayıs ilk kez uluslararası hale
geldi.
ÜLKEMİZDE 1
MAYISLAR
Osmanlı döneminden
başlayarak bizim topraklarımızda da Avrupa ve Amerika fikri
akımlarından etkilenen örgütler kurulmuştu. Bilinen ilk işçi
örgütü, illegal olarak oluşturulan Amele Perver Cemiyeti 1871
tarihinde kuruldu. Eldeki kayıtlara göre ilk grev olarak da Haliç
tersane işçilerinin 1872 tarihinde yaptıkları grev gösterilir.
O dönemde, Abdülhamit yönetimine karşı kurulan örgütlerin bir
kısmı 1889 yılında kurulan İttihad-ı Osmani Cemiyeti gibi
yüksek askerî ve mülki bürokratlardan oluşuyordu.
1895 yılında
Paris'te gizli olarak kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti ise, o
dönemde büyük acılar çeken emekçilerin dertlerine ortak olmak
amacıyla, işçicilik fikirlerinden etkilenen aydınlar tarafından
oluşturulmuştu.
Kimisi geniş
çevreleri etkileyen kimisi ise dar kalan bu işçi örgütlenmeleri,
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 24 Temmuz 1908 tarihinde iktidara
geçmesinden sonra hızla açığa çıktılar. Sendikalar kuruldu,
ilk kez yaygın grevler yapılmaya başlandı. İkinci Meşrutiyetin
ilan edilmesinden bir iki hafta sonra Sofya, Selanik, Ereğli, Adana
gibi büyük kentlerde yüzlerce grev ve iş bırakma yaşandı. 13
Ağustos-15 Eylül arasındaki bir ayda, kayıtlara geçen yüzlerce
direnişin ardından, 25 Eylül'de sendika ve grev yasağı tekrar
kondu.
İttihat ve Terakki
döneminin Birinci Dünya Savaşı'na kadar geçen döneminde
Üsküp'te, Selanik'te, İstanbul'da dünya işçileriyle aynı
zamanda 1 Mayıs gösterileri yapıldığı bilinmektedir. Türkiyeli
işçilerin de talepleri dünyanın diğer bölgelerindekiyle aynı:
Kanunlarca güvence altına alınmış daha az çalışma süresi,
seçme seçilme hakkı, sendika kurma hakkı, grev yapabilme hakkı.
1914-18 arası
savaş döneminde sıkıyönetim olduğu için kayıtlarda grevler
ve gösteriler bulunmuyor. Daha sonra, kimisi işgal kuvvetlerine
rağmen olmak üzere, İstanbul'da ve Ankara'da grevler,
gösteriler yapıldı.
Cumhuriyetin ilanından sonra da 1 Mayısların kutlanmasında Hükümet
tarafından zorluklar çıkartıldı. 1925 yılında Şeyh Sait
isyanı gerekçe gösterildi ve tüm örgütlenmeleri, grevleri,
gösterileri yasaklayan Takrir-i Sükûn (Sessizliğin Sağlanması)
kanunu çıkartıldı. Kemalist iktidarın emekçiler üzerindeki bu
yasağından sonra, tam elli yıl boyunca 1 Mayısı kutlamayı
amaçlayan yasal hiçbir
toplantıya veya gösteriye izin verilmedi.
1 Mayıs 1935
yılında çıkarılan Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki
Kanun ile "Bahar Bayramı" olarak kabul edildi. Ancak bu tatil
gününün diğer genel tatil günlerinden bir farkı vardı;
çalışanlara ücret ödenmeyecekti. Daha sonra çıkartılan
kanunlarla, genel tatil günü olan 1 Mayıs'ta önce 1951 yılında
yarım günlük ücret ödenmesi, sonradan 1956 yılında ise tam
gün ücret ödenmesi kabul edildi. 
Ülkemizde, gizlice
yapılan pullamalar, duvar yazıları, kimi işyerlerinde yapılan
toplantılar vs. dışında yasal olarak 1 Mayıs'ın kutlanması
için 1975
yılının beklenmesi gerekti. O yıl, İstanbul'da Tepebaşı'nda
bir düğün salonunda DİSK tarafından 1 Mayıs kutlandı.
Böylece, yüzlerce işyerinden gelen işçilerin yaptığı bu
mütevazı kutlama, elli yıllık bir yasağı da ortadan kaldırmış
oldu. 
1976
yılında, komünist sendika önderleri İbrahim Güzelce'nin ve
Kemal Türkler'in büyük kişisel gayretleri sonucunda ilk kez
yığınsal olarak 1 Mayıs mitingi yapıldı. Bu mitingin
organizasyonunda TKP kadroları çok büyük görevler üstlendi.
İstanbul'da Taksim meydanında yapılan mitinge ülkenin dört
bir yanından onbinlerce işçi, emekçi, aydın katıldı. Bu
mitingde kortejler Taksim'e Beşiktaş yönünden girdiler. Bu
miting sayesinde, Kemalist iktidarın yarım yüzyıl boyunca
işçilere koyduğu yasak, bir önceki yıl nasıl salonda
kutlanarak ortadan kaldırıldı ise, bu kez alanlarda böylesine
yığınsal şekilde kutlanarak geri dönülmez biçimde kırılmış
oldu.
1977
yılında ise yüz binlerce işçinin katılımıyla Türkiye
tarihinin en görkemli mitingi yapıldı. DİSK yöneticileri,
yaptıkları hesapta mitinge beş yüz bin kişinin katıldığını
belirttiler. Katılımın o denli yığınsal olacağı tahmin
edilmişti ki, iki ayrı güzergâh belirlendi. Bir kesim
Beşiktaş'tan, diğerleri Saraçhane tarafından Taksim'e
girdiler. Hatta, miting kalabalıktan dolayı ilan edilen saatte
başlayamadı; DİSK genel başkanı Kemal Türkler'in kürsüden
konuşması öğleden sonra saat 4'ü buldu. 
Kemal Türkler
konuşmasına henüz başlamıştı ki, Taksim meydanındaki en
yüksek bina olan o zamanki adıyla İntercontinental Oteli'nden
(bugünkü adı The Marmara) yüzbinlerce insanın üstüne ateş
açıldı. Çıkan izdihamda ne yazık ki 34 işçimiz hayatını
kaybetti. Hastaneye kaldırılan yaralılar arasından 2 kişinin
daha hayatını kaybetmesiyle 1 Mayıs 1977 şehitlerinin sayısı
36'yı buldu. (Kimi
kaynaklar bu rakamı 37 olarak vermektedir.)
Bu olayın failleri
hâlâ meçhul. Kimlerin hangi görevde olduğu bilinmesine,
oteldeki hangi odaların kimler tarafından kullanıldığının
belirlenmesine, polis telsizlerinden geçen konuşmaların kaydının
tutulmasına rağmen, hiçbir sorumlu yakalanmadı. Geçen otuz yıl
boyunca soruşturma açılması talebi hep reddedildi. Emekçilerin
bayramını kana bulayanlar aranmadı. Ülkemizi bir parça bile
tanıyanlar bilir ki, bu türden eylemlerin failleri meçhul
kaldığında, bu tipik bir kontgerilla eylemidir.
Olayın gerçek
failleri yerine, sendikacılar soruşturuldu; aralarında miting
tertip komitesindeki DİSK yöneticilerinin de bulunduğu bir kısmı
sırf asıl failleri perdeleme adına gözaltına alındı ve
tutuklandı. Daha sonra hepsi de serbest bırakıldı. Ancak,
katliamın sorumlularının ele geçirilmesine dair bilinçli olarak
bugüne dek hiçbir işlem gerçekleştirilmedi.
Sıradan bir
yurttaşın kafasında 1 Mayıs'ın "olaylarla", "korkuyla"
özdeşleşmesi bundan sonra gerçekleşti. Egemenler bilinçli
olarak bu korkuyu beslediler, halkın, emeğiyle geçinen insanların
alanlara çıkarak hak talebinde bulunmasını engellemeye
çalıştılar. Her insanın aklına, "mitinge gidersem başıma
bir şey gelir mi" sorusunun düşmesini istediler. Katliamın
faillerinin bilerek yakalanmamasını başka türlü açıklamak
mümkün değildir. 
Ancak, tüm bu
korkuyu besleyen propagandalara rağmen, 1978
1 Mayıs'ında, işçiler yine aynı kalabalık ve coşkuyla
Taksim'e geldiler. Bu kez, diğer taleplerinin yanı sıra, 1977
katliamının sorumlularının bulunmasını da istediler. Halkı
yıldırma politikasına karşı verilebilecek en sağlam cevabın,
aynı kararlılıkla, aynı yığınsallıkla talepte bulunmak
olduğu bir kez daha görüldü. 1978 1 Mayısında "Yaşasın
TKP" "TKP'ye Özgürlük" ve "Atılım Bizimle"
pankartları alanın dört bir yanında açıldı.
1979
yılında, İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildiği için
merkezî kutlamalar İzmir'e alındı. Türkiye İşçi Partisi
yöneticileri ise, bu yasağa karşı İstanbul'da alana çıkma
kararı aldılar; ancak başta Behice Boran olmak üzere yüzün
üzerinde TİP üyesi göz altına alındılar.
1980
yılında ise en büyüğü Mersin'de olmak üzere ülkenin
çeşitli yerlerinde yapıldı.
12 Eylül 1980
faşist askeri darbesi, sadece 1 Mayıs kutlamalarını yasaklamakla
kalmadı, bu günün tatil olmasını da engelledi ve 1 Mayıs günü
tatil olmaktan çıkartıldı.
12 Eylül'den sonra
Darbeden sonra demokratik her etkinlik yasaklandı. DİSK üyesi sendikalar topluca
kapatıldı; Türk-İş'e bağlı kimi sendikalar geçici
sürelerle kapatıldı. Partiler, dernekler, gösteriler, grevler,
direnişler yasaklandı. Buna rağmen her 1 Mayıs'ta gizlice de
olsa bayram kutlandı. Açığa çıkmamış TKP ve İGD üyelerinin
her türlü bedeli göze alarak gizlice yaptıkları yazılama,
afiş, pul ve benzeri çalışmalar 1 Mayısın belleklerden
silinmemesini sağladı. Bazen üst geçitlere asılan pankartlarla,
bazen duvarlara geceden yazılan sloganlarla, kimi zaman kentlerin
merkezî yerlerinde dağıtılan bildirilerle, çoğu zaman
işyerlerinde işçilerin kendi aralarında yaptıkları
toplantılarla 1 Mayıs kutlanmaya devam etti. 
Ancak, tekrardan
ilk yasal etkinlikler, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde,
1985
yılından başlayarak kapalı salon toplantıları şeklinde ve
faşist yasalardan dolayı resmen "1 Mayıs Kutlaması" adı
verilemeden yapıldı.
12 Eylül sonrasının ilk yasal 1 Mayıs mitingi girişimi 1988
yılında gerçekleştirildi. Türk-İş üyesi Kristal-İş,
Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş sendikaları ile bağımsız BANKS
ve Otomobil-İş sendikaları kurdukları tertip komitesi ile
İstanbul Valiliğine başvurarak 1 Mayıs'ı yasal olarak
kutlamak istediler. Ancak Valilik 1 Mayıs'ın yasal olarak
kutlanmasına izin vermedi. Buna rağmen 1 Mayıs günü Taksim'e
çıkmak isteyen sendikacılar polisin saldırısıyla karşılaştı.
81 işçi, temsilci ve sendikacı gözaltına alındı ve bunlardan
bir kısmı tutuklandı.
1989
yılında bir kez daha yasal olarak kutlama girişiminde bulunuldu.
Türk-İş üyesi Kristal-İş, Petrol-İş, Tümtis, Deri-İş,
Basın-İş ile bağımsız Otomobil-İş, BANKS ve Laspetkim-İş
sendikalarının 1 Mayıs'ı kutlama isteği, kutlamanın önünde
herhangi bir engel bulunmamasına rağmen yasaklandı. Mecidiyeköy
ve Çağlayan'da gösteri yapmak isteyen işçiler ve sendikacılar
gözaltına alındı ve uzun süre gözaltında tutuldu.
Aynı yıl,
Taksim'in simgesel öneminden dolayı 1 Mayıs'ta Taksim
meydanına yürümek isteyen gruplar polisin çok sert bir
saldırısıyla karşılaştı. Bir trafik polisinin hedef gözeterek
açtığı ateş sonucu Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında genç
bir işçi hayatını kaybetti. 
1990 'da
1 Mayıs yasağına rağmen, 1 Mayıs'ı korku ve şiddet günü
gibi göstermek isteyenlere inat fabrikalarda, işyerlerinde yüz
binlerce işçi birlik ve dayanışma ruhuyla bayramı kutladı.
Fabrikalarda 1 Mayıs bildirileri okundu, türküler söylenip
halaylar çekilerek 1 Mayıs kutlandı. Bu arada yine 1 Mayıs'ı
Taksim'e çıkarak kutlamak isteyen grubun üzerine açılan ateş
sonrasında hemşire bir genç kız, Gülay Beceren felç oldu.
1991
yılında 1 Mayıs yine fabrikalarda kutlandı. 1989 yılından
başlayarak 1 Mayıs'a ilişkin tutumunu değiştiren Türk-İş
Genel Merkezi de hem genel merkezinde hem de çeşitli il
temsilciliklerinde düzenlediği kapalı salon toplantıları ile 1
Mayıs'ı kutladı.
1992
1 Mayıs'ında Türk-İş, Hak-İş ve yasakları kaldırılan
DİSK Ankara'da salon toplantısı yaparak ortak bir kutlama
gerçekleştirdi. Üç konfederasyonun ortak açıklaması
işyerlerinde okundu. Aynı yıl 12 Eylül'den sonra ilk yasal 1
Mayıs mitingi İstanbul Gaziosmanpaşa Meydanı'nda Sosyalist
Parti tarafından düzenlendi.
1993
yılında işçiler yeniden meydanlarda 1 Mayıs'ı kutlamaya
başladılar. Türk-İş 1 Mayıs'ı İstanbul'da Abide-i
Hürriyet Meydanında düzenlenen bir mitingle kutladı. Türk-İş
genel merkez olarak tarihinde ilk kez 1 Mayıs'ı alanlarda
kutlamış oldu. DİSK ise aynı gün İstanbul Pendik Meydanı'nda
düzenlediği mitingle 1 Mayıs'ı kutladı.
1994
1 Mayıs'ı ortak kutlamanın yapıldığı, emekçilerin
taleplerinin hep bir ağızdan ve birlikte haykırıldığı bir yıl
oldu. O zamanlar oluşturulan Demokrasi Platformu içinde yer alan
Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve daha sonra KESK'i kuracak olan Kamu
Çalışanları Sendikaları Platformu İstanbul'da Abide-i
Hürriyet Meydanında ortak bir mitingle 1 Mayıs'ı kutladı.
1995
yılında da 1 Mayıs Demokrasi Platformu tarafından ortak bir
biçimde kutlandı. Ancak bu kez Hak-İş bu ortak kutlamanın
içinde yer almadı, ayrı kutladı. Demokrasi Platformu tarafından
organize edilen ortak mitingler İstanbul, İzmir, Mersin, Adana ve
Ankara'da yapıldı.
1996
yılında son dönemin en yığınsal 1 Mayıs'ı yapıldı. Yine
yüz binlerce insan 1 Mayıs'ı kutlamak üzere alanlara,
İstanbul'da Kadıköy meydanına geldi. Türk-İş, DİSK, Hak-İş
ve KESK tarafından düzenlenen mitingin yürüyüşü daha
başlamadan arama noktalarında çıkan bir arbedede polis silah
kullandı ve üç işçi öldürüldü. Daha sabahın erken
saatlerinde polisin yaptıkları, sonraki olayların da
tetikleyicisi oldu. Medya, her zamanki gibi, yüz binlerin disiplin
içinde birlik, mücadele, dayanışma bayramını kutlamasını
değil de, birkaç kişinin, öldürülen arkadaşlarının
yarattığı derin öfke ile kırdığı camları göstermeyi tercih
etti. Bu provokasyondan sonra, iktidar Kadıköy'ü yasal miting
alanı listesind en
çıkarttı; Kadıköy, yıllar sonra işçilerin mitingler için
Taksim meydanında ısrarcı olması üzerine bir sus payı olarak
tekrardan miting alanı olarak ilan edildi.
1996
yılında yaşanan, siyasal iktidarın 1
Mayıs'ın meşrulaştırılmasını ve kitleselleşmesini
gölgelemeye dönük kışkırtmalarına rağmen 1997
1 Mayıs'ında işçiler yine alanlardaydı. İstanbul, Ankara,
Adana, Mersin, İzmir, Antalya, Denizli ve Uşak'ta yürüyüş ve
miting düzenlendi. Bu yılki 1 Mayıs kutlamalarını Türk-İş,
DİSK ve KESK birlikte organize ettiler. Merkezi miting İstanbul'da
Çağlayan Meydanı'nda yapıldı.
1998
1 Mayıs'ı "Şimdi Demokrasi Zamanıdır" temel sloganı ile
ifade edilen, demokrasi ve özgürlük talebinin, güvenli bir
gelecek isteğinin dile getirildiği mitinglere sahne oldu.12 Eylül
sonrasında ilk kez bu yıl 1 Mayıs yaygın biçimde kutlandı.
Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK tarafından İstanbul, Ankara,
İzmir, Mersin, Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep
ve Samsun başta olmak üzere pek çok ilde ve ilçede 1 Mayıs
kutlandı.
1999
1 Mayıs'ı işçi konfederasyonları ve çeşitli toplumsal
muhalefet örgütlerinden 15 örgütün bir araya gelmesiyle
oluşturulan Emek Platformu tarafından kutlandı. İstanbul,
Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Kocaeli, Lüleburgaz, Gebze,
Eskişehir, İskenderun, Kayseri, Trabzon, Silifke ve Divriği'de
mitingler yapıldı. 1999 1 Mayıs'ında dikkat çeken nokta büyük
kentlerin yanı sıra emekçilerin yoğun olarak bulunduğu ilçe
merkezlerinde de 1 Mayıs mitinglerinin düzenlenmiş olmasıydı.
2000
yılında Türkiye'de 1 Mayıs'ı kutlamak üzere bir araya
gelen Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK "Küresel saldırıya
karşı güç birliği" sloganını temel aldılar. İstanbul,
Ankara, İzmir, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır, Mersin, Malatya,
Tunceli'de düzenlenen mitinglerde çalışanlar sosyal devletin
korunmasını istediler ve iş güvencesi talep ettiler.
2001
yılında İstanbul kutlamaları üç işçi konfederasyonu ve KESK
ile ortak düzenlendi. Miting Çağlayan'da yapıldı. Ülkenin
pek çok kentinde yine kutlamalar yapıldı.
2002
1 Mayıs'ını bir çok emek örgütü, İstanbul'da Çağlayan
meydanında kutladı.
2003
yılında aynı şekilde, 1 Mayıs yine Çağlayan'da yapıldı.
2004
yılında DİSK ve Türk-İş kutlamaları Taksim'de yapmak üzere
valiliğe başvurdu, ancak valilik izin vermedi. Bunun üzerine
Türk-İş Çağlayan için başvurdu ve mitingi orada yaptı. DİSK,
KESK ve pek çok emek örgütü, Taksim'de ısrar edince, valilik
ara formül olarak 1 Mayıs mitinginin Saraçhane'de toplanılarak
Yenikapı'ya yürünülmesi şeklinde yapılmasına izin vermek
zorunda kaldı. Yasal izin başvurusunda bulunmadan Saraçhane'de
kutlanan bu mitingin yararı, yukarıda değindiğimiz gibi 1996'dan
sonra yasaklanan Kadıköy'ün tekrar mitinglere açılması oldu.
2005 ve 2006
yıllarındaki mitingler Kadıköy meydanında yapıldı.
2007
yılında, İstanbul 1 Mayıs mitingi için iki ayrı kutlama kararı
bulunuyordu. DİSK, TMMOB, KESK, Tabibler Odası Taksim meydanını
istiyordu. Türk-İş ise bu örgütlerden ayrıldı; Kadıköy'de
kutlama kararı verdi ve kutladı. Taksim'de kutlama yapmak
isteyen işçileri ve işçi önderlerini emniyet kuvvetleri çok
aşırı şiddet ve zor kullanarak dağıttı. Polisin aldığı
olağanüstü tedbirler yüzünden sadece bir meydanla sınırlı
kalacak bir kutlama, tüm kente yayıldı. Sabahın erken
saatlerinden akşama kadar vapur, otobüs, tren gibi toplu taşıma
araçlarının seferleri durduruldu. Tüm çalışanlar mağdur
edildi. Adeta kentte sıkıyönetim ilan edildi. Barışçıl bir
gösteri için bir araya gelen işçilerin ve halkın üzerine
kilolarca gaz bombası atıldı. Ancak, yine de, sendikalı,
sendikasız binlerce işçinin ve memurun Taksim meydanına çıkması
engellenemedi. Böyleci 1 Mayıs 1977'nin otuzuncu yıldönümünde
emekçiler yine Taksim'de bayramlarını kutlamış oldular. 
Yanlış
bir öngörü ile, İstanbul'da emekçilerin 1 Mayıs
kutlamalarından uzak kalmaması gibi saf, ancak çok yanlış bir
düşünceyle Kadıköy'de miting talep edenlerin de, bir tarafta
sınıf kardeşleri gazlara, coplara maruz kalırken asla neşeyle,
coşkuyla miting yapamayacakları bir kez daha görülmüş oldu.
Kadıköy'de miting, resmi bir müsamere havasında, çok cansız,
ruhsuz ve sönük olarak geçti. Miting de apar topar sonlandırılmak
zorunda kalındı.
2008
yılındaki 1 Mayıs, ne yazık ki AKP iktidarının emekçi düşmanı
provokasyonları ile hatırlanacak. Bu yıl konfederasyonların tümü
1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması için çağrıda bulundular.
Türk-İş, DİSK, KESK ve TMMOB ile pekçok siyasi örgüt,
kutlamaların Taksim'de yapılması için Valiliğe başvurdular. Bu
amaçla, gerek bakanlar düzeyinde, gerekse de Başbakan düzeyinde
defalarca görüşmeler yapıldı. Ancak, daha birkaç hafta
polislerin, ondan önce futbol seyircilerinin, o arada defalarca
hayvan hakları vs. yürüyüşlerinin yapıldığı güzergâhların
işçiler tarafından da kullanılması talebi, bizzat Başbakan'ın
emriyle Valilik tarafından yasaklandı. Türk-İş yönetimi bu
durum karşısında bölündü. Türk-İş merkez yönetiminde yer
alan TekGıda-İş ile Belediye-İş Taksim'e çıkma kararlarından
vazgeçmediler. Diğerleri ise (Demiryol-İş, Türk Metal-İş ve
Tes-İş) Taksim alanı çağrılarından geri adım attılar. 
Halbuki
2008 yılı ayrı yapılan kutlamaların birleşebilmesi için uygun
bir zemin taşıyordu. O yıl, Türk-İş içindeki muhalif
sendikacıların gayretleriyle "kutlamaların ya ortak yapılması
veya ortaklaşılamadığı durumlarda da Türk-İş'in İstanbul
için ayrı bir alan başvurusunda bulunmaması" kararı
alınmıştı. Çünkü bir önceki yıl Türk-İş'in İstanbul'da
ayrı bir alan başvurusu yapması Valiliğin Taksim'de ısrar
edenlere dönük çabasını meşrulaştırmıştı. Bu kez aynı
hata tekrarlanmadı.
1
Mayıs 2008 İstanbul mitinginin Taksim'de yapılması yasaklanınca,
sendikalar kitlesel bir basın açıklaması veya kitlesel çelenk
bırakma formülünü ortaya attılar. Fakat, emniyet güçleri,
yasada yeri olmamasına rağmen, büyük bir hukuksuzlukla, tüm
alanı önce demir çitlerle kapattı, ikiden fazla kişinin yan
yana yürümesini yasakladı ve alan civarına işleri dolayısıyla
gelenleri bile engelledi. Ardından gün boyunca, toplanan her
grubun üzerine su sıkıldı, biber gazı atıldı. Hatta
hastanelerin acil servisleri bile bu terörden nasibini aldı. 
Sonuç olarak, Taksim meydanını yasaklayarak 1 Mayısı kutlatmama
kararlığındaki siyasi iktidar, bu şekilde İstanbul'un her
yerinin kutlama alanına dönüşmesini seyretmek mecburiyetinde
kaldı. 2008 yılının 1 Mayıs kutlamalarından ise akılda,
iktidarın kendi meydanını sanki düşmanlar gelecekmiş gibi
işgal etmesinden ve polisin her önüne gelene düşmanmış gibi
gaz bombası atmasından başka bir şey kalmadı.
2009
yılında ise, Hükümet, 1 Mayıs'ı tatil ederek işçi sınıfının
Taksim ısrarından vazgeçebileceği hesabını yaptı. Ancak, tüm
işçi ve emekçi örgütleri bu rüşveti reddettiler. Ne var ki,
iki yıl önceki bölünmüşlükten hiç ders almayan Türk-İş ve
üyesi pek çok sendika, 'devletle kavga olmaz' gibi bir gerekçe
ile Taksim'den vazgeçtiler ve yine Kadıköy'de "kutlama"
yapacaklarını belirttiler. Sınıf kardeşlerinin bir başka
meydanda coplara, gazlara maruz kaldığı bir ortamda asla
"kutlama" yapamayacaklarını bilmelerine rağmen, sınıftan
kopuk sendikacılar işçilerin Kadıköy'e gitmesi için
ısrarcılar. İşçi sınıfını bölen bu sakat anlayışa EMEP
ve SİP de dahil oldu. SİP son anda karar değiştirerek bu kez
Taksim dedi. 1 Mayıs'ın ardından daha ayrıntılı
değerlendirmeler yapacağız.
En küresel bayram
1 Mayıslar tüm dünyada işçilerin, emekçilerin, geçimini çalışarak
sağlayanların renk, dil, din, ırk, cinsiyet ayrımı
gözetmeksizin kutladığı bir bayramdır. 1 Mayısın doğuşunda
işçilerin sermayeye tüm hayatlarını vermeme mücadelesi vardır.
İşçiler, sosyal bir varlık olarak yaşamak istemişler, "gün
doğumundan gün batımına" çalışmayı reddetmişlerdir. 
Kapitalizmin yeniden yapılandığı, tüm sermaye sözcülerinin sürekli olarak
"küreselleşme"den bahsettiği bir dönemdeyiz. Yeryüzünde
mevcut iki tür küreselleşmeden birisi kapitalistlerin mallarını
ve paralarını istedikleri ülkeye, istedikleri zaman, istedikleri
kadar taşıyabilmeleri anlamına geliyor.
İkinci tür küreselleşme ise, gerçek anlamda ulussuz, gerçek anlamda dost,
gerçek anlamda birbirinin kardeşi bir sınıfın, işçi sınıfının
enternasyonalizmi anlamındadır. Hayatı yaratan emekçiler,
sermayeden almak istedikleri en önemli taleplerini hep 1 Mayıs'ta
haykırmışlardır. Bu nedenle dünyanın pek çok ülkesinde 1
Mayıs resmen tatil ilan edilmiştir.
Emekçilerin dünkü talepleri daha kısa süre çalışmak, kalıcı bir işgüvencesine
sahip olmak, hastalandığı, sakatlandığı, emekli olduğu zaman
sağlam günlerindeki gibi hayatını devam ettirmek, çocuklarına
iyi bir gelecek bırakmak, eğitimlerini gerçekleştirmek, başını
sokacak bir ev sahibi olmak, ele güne muhtaç olmadan yaşamak,
milli geliri eşit bir şekilde paylaşmaktı.
Bugün, bu taleplerin hangisinin geçersizliğinden bahsedebiliriz?
Tüm insanlığa yetecek birikimlerin, birkaç yüz özel şirkete verildiği
dönemdeyiz. Böylesine acımasız bir sömürü düzeninin tüm
çalışanlara kader diye dayatıldığı bir çağdayız. Geçmiş
yüzyıllardaki kazanımlarımızın artık unutulması gerektiğini
iddia ediyorlar. Yeni dönemde sermayenin sınırsız kâr hırsını
engelleyecek her düzenlemenin "çağdışı" olduğu
propagandası yapılıyor.
Ama, işçiler, emeğiyle geçinenler, beyaz yakalısı, mavi yakalısı dünyanın
en ücra köşesinde bile, daha fazla hak elde etmek için alanlara
çıkmakta, hayatı talep etmekte ısrarcılar. Milli gelir sürekli
artarken, işçinin cebine giren paranın azalmasını, ne kadar
süslenirse süslensin, hiçbir iktisatçı anlatamıyor. Bu sermaye
sisteminin parıltılı yaldızlarının altında yatan sömürü
çarkını kimse gizleyemiyor artık.
Her 1 Mayıs, 1886 yılından beri, emekçilerin çok mütevazı davranarak dünyayı
istedikleri bir gün olmaya devam edecek.