Sosyalist Dergi: 4 |  Sevgi Gürsel |
KİMYA TEKNİK BU İŞ YERİNDE GREV VAR!

     Petrol-İş İstanbul Şube Başkanı Nesim Aksakal ve İdari Sekreter İsmail Yılmaz ile Kimya Teknik işyerinde 11 Ağustos 1999'dan beri devam eden grev üzerine yaptığımız bu söyleşi, durgunluk dönemi yaşayan işçi sınıfının bir çıkışı olması açısından büyük önem taşıyor. Kimya Teknik işçilerine büyük bir inançla sürdürdükleri mücadelelerinde başarılar diliyor ve grevin kazanımla sonuçlanacağını umuyoruz.



     Ürün:Sendika içindeki yerinizi biliyoruz ve yaptıklarınızla sizi az çok tanıyoruz. Ancak okurlarımızın da tanıması açısından kısaca kendinizi ve sendikanızı tanıtır mısınız?
     Nesim Aksakal: 1978'de işçilik hayatıma başladım. 12 Eylül öncesi sendikal hareketin, yani sınıf sendikacılığının olduğu dönemlerde sınıf sendikacılığı anlayışıyla işçilik yaşamımızı öğrendik ve ondan sonraki işçilik hayatımızda da bu ölçülerle devam ettik. 12 Eylül'den sonra askere gidip geldikten sonra bu sendikanın üyesi oldum. 85 yılında işyeri temsilciliği görevine getirildim. 89'da da şube mali sekreterliği görevine seçildim. Bu güne kadar da şubede görev yapıyorum.
Günümüzdeki sendikacılığa göre 12 Eylül öncesinde ve 12 Eylül'den sonraki faşist diktatörlüğün getirdiği baskıcı koşullarda sendikacılık çok daha etkindi, işçi sınıfı arasında da örgütlenmesi bugünkünden çok daha iyiydi. Bizim sendikamız da 1950 yılından beri Türkiye sendikal hareketinin içinde olan bir sendika. Özellikle 78 merkez kongresinden sonra sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışını benimsemiş bir sendika. Özellikle 78'li yıllardan 80'e gelene kadar DİSK gibi, DİSK'e bağlı sendikalar gibi mücadele eden, onlarla eylem birliği içinde olan bir sendikaydı. 12 Eylül'den sonraki dönemde de bu anlayışını devam ettirdi.
     İsmail Yılmaz: Ben 1977'de Petrol Ofisi'nde işbaşı yaptım. 1978'de Petrol Ofisi'nde İstanbul Bölge Müdürlüğü'nde işyeri temsilciliğine seçildim. 79'da baş temsilcilik görevine seçildim ve 98 yılı 6 Haziran kongresinde de idari sekreter olarak şube yönetimine seçildim. 1978'den 1998'e kadar, şubede görev alana kadar işyeri temsilciliği yaptım. 1 yıl temsilcilik, 19 yıl da baştemsilcilik görevi yaptım. Petrol-İş'i eskiden beri tanıyordum, sendikacılığa olan duyarlılığım da Petrol-İş'ten kaynaklandı. Daha önce işçi olarak çalışmadığım zaman, köyümde oturduğum zaman dahi Petrol-İş'in yayınlarını okuma fırsatı buluyordum. İlgim oradan oldu. Tabii hiçbir zaman Petrol-İş geleneğini ve mücadele ruhumuzu kaybetmediğimize inanıyorum. Aynı şekilde devam etmesini de diliyorum.
     Ürün: Bugün Petrol-İş hangi alanları kapsıyor, hangi alanlarda örgütlü, kısaca anlatabilir misiniz, genel hatlarıyla.
     İsmail Yılmaz: Petrol-İş, petrol, kimya ve lastik işçileri sendikası. Petrol, lastik ve plastik işkollarında örgütlü bir sendikayız. Bizim sendikamızın, zaten en fazla Petrol-İş üyesi olduğu yerler kamu sektörleri. İşyerlerimizin çoğu kamu sektöründe. Bugün 33 bin, 34 bin arası üyemiz var, bunun aşağı yukarı 21 bini, 22 bini kamu sektöründe çalışıyor. Tabii bizim de özelleştirmeyle ilgili hazırladığımız şeyler var. Bununla ilgili kaygılarımız var. 98'deki satışlardaki yolsuz- lukları karıştırdık, durdurduk, böyle birtakım mücadelelerimiz oldu. Kamu sektörü bizim için çok önemli. Tüpraş, TPAO, Petkim, Botaş, Petrol Ofisi, Etibank Boras gibi işyerleri, bunlar bizim kamu ağırlıklı işyerlerimiz.
     Ürün: Petrol-İş'in geleneğinde çok mücadeleci dönemler var. Bu yasalarla bırakın grev yapmayı, sendikacılık bile yapılamaz denilen dönemde 1987'de onlarca grev birden yapmıştı ve Türkiye'deki sendikal hareketin de önünü açmıştı. Türkiye'ye baktığımızda grevlere daha az başvurulduğu görülüyor. Sebebi ne olabilir sizce?
     Nesim Aksakal:Soruda da belirttiğiniz gibi, hiç kimsenin grev yapamaz dediği şartlarda ilk defa bizim sendikamıza bağlı ve bizim şubemize bağlı Birleşik Alman işyerinde 53 günlük bir grevimiz oldu. Burada tabii ki sadece ücretlerdeki anlaşmazlıktan ötürü de olmadı, Birleşik Alman işyerinin 12 Eylül öncesinden elde etmiş oldukları hakkı, işyerinin bu işçilerin elinden alınmak istenmesi üzerine yapıldı. Yani işyeri disiplin kurulu maddesiyle ilgili, önceden kazanılmış bir hak için Birleşik Alman işyerimiz o 85 koşullarında, hiç kimsenin grev yapamaz biçiminde izah ettiği koşullarda Birleşik Alman işyeri, bizim şubemize bağlıyken istedikleri hakları da elde ettiler ve grev başarılı bir şekilde devam etti. O zaman gündemde en etkili olan, en belirleyici olan Otomobil-İş sendikasının Netaş grevi vardı. Onun da tabii ki işçi sınıfı üzerinde çok olumlu etkileri oldu. Oradaki işçilerle ortaya koydukları o kararlı mücadele bizim üyelerimizi, bilhassa diğer işyerlerindeki işçileri de etkiledi. O zamanki Birleşik Alman grevine, Netaş grevine yoğun biçimde destekler, ziyaretler yapıldı. 1987'de gene bizim sendikamıza bağlı 63 işyerinde, 10.000 üyemizle birlikte ilkesel anlamda grevlere çıkıldı. 3 ay devam eden 87'deki grev bizzat işçilerimizin istediği doğrultuda oldu. Ancak işçi sınıfı hareketi, özellikle 89 bahar eylemlilikleriyle birlikte, 12 Eylül'den sonra yükselen bir dalga oldu. Bu kamu sektöründeki işçilerin enflasyon karşısında eriyen ücretlerinin tekrar elde edilmesi için, kazanılması için yapmış oldukları bahar eylemlilikleri sonucunda onlar da ekonomik bakımdan önemli kazanımlar elde ettiler.
Ancak, 90'dan sonraki süreci ele aldığımızda, bunda tabii sermayenin izlediği politikaların da çok büyük etkisi oldu; uluslararasılaşma, ekonominin o noktalara getirilmesi Türkiye'de sendikaları da ve işçi sınıfını da belli bir etkisi altına aldı. Ben bunu şöyle ifade ediyorum, özellikle Sovyetler Birliği'nin yıkılmış olmasıyla birlikte, sosyalist dalganın sınıf hareketi dalgasının dünyada olduğu gibi bizim üstümüzde de, işçilerin üstünde de olumsuz etkileri oldu. Kapitalizmin sağladığı hakimiyet, üstünlük ister istemez sınıf hareketini de olumsuz yönlerde etkiledi.
Bugüne baktığımız zaman, bunu Türk-İş içinde de görebiliyoruz, DİSK içinde de, Hak-İş içinde de. Özelleştirmelere karşı kararlı bir tutum, bir mücadele ortaya koymak yerine özelleştirmelerin işçi sınıfının örgütleri olan sendikalar tarafından bile artık kabul edilmiş olması, 'bu dünyada esen bir rüzgardır, biz bu rüzgardan kendimizi koparamayız' anlayışında olan sendikalar, maalesef Türkiye'de sendikal hareketin de olumsuz noktalara gelmesinde büyük katkıları olmuştur.
     İsmail Yılmaz: Ben mesela Haramidere'de işyerindeydim, birisi geldi bana dedi ki, birisini bana şikayet etti, bir başka işçiyi. Ne oldu dedim. Dedi ki, bu arkadaş burada DİSK'in kitaplarını okuyor dedi. Yani ben Petrol-İş'in temsilcisiyim ya, bana gelmiş DİSK'in kitaplarını okuyan bir temsilciyi şikayet ediyor. Sanki biz ona karşı çıkacakmışız gibi. Kesinlikle Petrol-İş üyeleri, yani bilinçli işçiler, hakikaten DİSK'in dergilerini de okurlardı, değerlendirirlerdi, hür türlü ideolojik yayınların hepsini benimserlerdi. Bugünkü pasifliğe, bu günkü aktiviteye baktığımız zaman işin içinde ideolojik eksiklik söz konusu. Bu ideoloji de insanlara mücadele azmini aşılayan veya mücadeleye ivme kazandıran aslında bu ideoloji. O ideolojinin eksikliğini aslında bugün duyuyoruz. 12 Eylül'le birlikte bizim sendikamız da asker, polis baskısına uğradı, aramalar yapıldı, birtakım insanlarımız cezalandırıldı. Bunun yanında kapandı, faaliyeti durduruldu, daha sonra tekrar açıldı. Türk-İş'in içinde bulunan sendikalar gibi, daha sonra tamamen kapanma sürecine girdi, kapandı. Bu 12 Eylül cuntasının da Türkiye işçi sınıfını her ne kadar 12 Eylül'den sonra tüm eylemler, grevler dursa dahi herhalde cunta tüm işçi sınıfını karşısına alamadı, hatta Türk-İş genel sekreterini de bakan yaptılar o dönemde. O zaman da açıldı, onunla birlikte bizim Petrol-İş'in de faaliyetleri açılmış oldu tekrar.
Tabii 1980 sonrası bir kesit olarak birtakım grevlerimiz vardı. Orada önemli olan şuydu, zaman zaman bizlerin de sermaye karşısında yanlışlarımız oldu, yani ödün vermek durumunda kaldık. Mesela 1985 yılında toplu sözleşmeleri imzaladık. Karşımızda Kiplas var. Özellikle kimya işyerleriyle ilgili. Gerçekten kimya işyerleri de bizim sendikamız açısından çok önemli yerler. Çünkü ilaç fabrikaları. Bizim ilaç fabrikaları sendikamızın en üretken işkollarından bir tanesi. 1985 yılında 36 maddelik bir anlaşma imzaladık işverenlerle. Bu genellikle merkez yönetimiyle birlikte oldu. Şimdi, ancak tabanda belirli bir kaynaşma olmuştu, neden bunları imzaladık diye. Bu 36 madde gerçekten bizim kimya işyerlerimizde insanların haklarını, toplu sözleşmeden kazanılmış hakları geri götürebilecek maddeydi. Hatta o dönemde başkanın söylediği gibi, grev olmaz denen bir dönemde Birleşik Alman'da grev yapıldı ve o hak kazanıldı. Tabii daha sonra masadan geri dönüldü ve 1987 yılında 63 işyerinde grev oldu. Hatta o zaman 63 grev diye kitaplarımız oldu. Grevlerin olduğu dönemde 1 Mayıs vardı. 1 Mayıs o zaman kutlaması tabii çok zordu, maalesef. Grevdeki işçileri karanfillerle ziyaret ediyorduk 30 Nisan'dan itibaren, ertesi gün 1 Mayıs olduğu için. Bu şekilde tekrar, kaybettiğimiz hakları, o grevlerin sonucunda geri kazanmış olduk.
Bu bir hatadan dönüş oldu aslında bizim için. Bu grevleri yapmak bir hatadan dönüş oldu. 1989, 1991 bahar eylemleri, yaz eylemleri, Özal dönemi, Mesut Yılmaz dönemi, gerçekten çok sıcak eylemlerdi. Ancak daha sonra maalesef çok farklı bir durum ortaya çıktı. Bunu söylemek istemiyorum ama, 1991'lerde, biz Maden-İş'in olsun, Petrol-İş'in olsun, tüm Türk-İş'in, daha çok tabii tabandan başlayan bir şeydi, tersane işçileri, petrol işçileri, maden işçilerinin bir bölümü. O zamanlar da muhalefette Sosyal Demokrat Halkçı Parti vardı. Genellikle onlar geliyorlardı. Mesela grev yapılan işyerlerine, ve hakikaten 1993 yılında kamu işyerlerinde çok sayıda grev oldu. Bu sefer sosyal demokratlar, DYP-SHP koalisyonu, sanki insanlar bir rehavete düştüler. Sanki sosyal demokratlardan birşeyler bekliyorlarmış gibi. Ve grev süreci uzadıkça uzadı. Ve yaz aylarına kadar, Ağustos ayına kadar hiçbir eylem yapmadan bu şekilde gelindi. Sanki SHP'nin iktidar olması bir toplumsal muhalefetin önünü kesmiş gibi bir durum sözkonusu olduğu çıktı ortaya. Halbuki haklarımızı alma noktasından baktığımız zaman bizim mücadele etmemiz lazım. Yukarıda kimin olduğu pek fazla önemli değil. Maalesef öyle oldu.
     Ürün: Bilindiği gibi şu anda Kimya Teknik işyerinde sendikalaşma mücadeleniz var. Bu yerde daha önce sendikalaşma hareketi gerçekleşmiş, ancak hiç yetki alma boyutuna varmamış, Kimya-Teknik A.Ş.'de bugünlere nasıl gelindiğini anlatır mısınız?
     Nesim Aksakal: Kimya-Teknik işyerimizde 11 Ağustos'tan beri 112 üyemizle birlikte kararlı bir mücadele ortaya koyuyoruz. Bu işyerimiz 35 yıllık bir işyeri. İlk defa işçiler burada sendikalaşma haklarını, örgütlü olma haklarını elde ettiler. 35 yıl boyunca, daha önce bir iki sefer sendikalaşma girişimleri olmasına rağmen işçiler bu 12 Eylül'den de kaynaklanan anti demokratik iş yasalarından ötürü örgütlenemediler. Bu son örgütlenmede sendika aslında önemli. İnsanlara örgütlenmeyi ve sendikalı olmayı, hak aramanın sendikalı olmaktan başka, örgütlü olmaktan başka hiçbir yolu olmadığını anlatabilmek de çok önemli. Burada sendikayla işçi arasındaki ilişki, işçileri örgütlemeyle ilgili onların bilinçlendirilmesi, Türkiye'deki sorunların anlatılması, örgütlülüğün öneminin anlatılması, örgütlenme oldukça zor, eziyetli bir iş aynı zamanda. Ama bunu bıkmadan usanmadan insanlara anlatıp işçileri sendikal örgütlülüğün içine kazanabilmek de olanaklı olabiliyor.
Bu işyerimizde bizim her aşamalarında işçilerin kendi aralarında, 'bizim işyerinden bir şey olmaz', 'bizim işçiler örgütlenmez', 'biz buraya sendikayı sokamayız' şeklinde konuşmaları var; büyük bir çoğunluk da bu anlayışta olan işçiler. Ama birbirine sahip çıkıp örgütlü olunduğunda işyerimizdeki, 35 yıldır örgütlü olmayan işçiler, daha önce sendikalaşmanın, örgütlü olmanın bilincinde olmayan insanlarla, farkında olmayan insanlarla uzun zamandan beri yaptığımız uğraşlar sonucunda bugün Kimya Teknik işçilerini sendikamızın örgütlü saflarına kazandık.
İşyerinin buradaki tavrı sendikayı kabul etmeme. Daha doğrusu işçilerin örgütlü olmasını kabul etmemek var. "Ben burada yıllardan beri, bu işçiler benim işçimdi. Benden istediklerini ben iyi ücretlerle ödüyordum. İyi paralar veriyordum" sanki sendikalı olmayı kendisine isyan olarak algıladı ve toplu sözleşme müzakerelerine katılmadı işveren. Biz de bunun üzerine arkadaşlarımıza anlatarak, hak aramanın başka yolunun olmadığını, gerekirse bunun için grev silahını da kullanmamızın zorunlu hale geldiğini anlattık ve işçilerimizle birlikte 11 Ağustos tarihinde bütün üyelerimizin hepsi grevimize başladık. O günden bu zamana kadar da grevimiz aynı kararlılıkla, aynı heyecanla devam ediyor. Bizim de tabii sendika olarak oradaki arkadaşlarımıza sahip çıkmamız, onların her sorunlarıyla ilgilenmemiz, sendikamızın maddi imkanlarıyla birlikte grevcilerin maddi sorunlarının çözülmesi konusunda da üzerimize düşen görevi yerine getirmeye çalışıyoruz.
Bugün grevimizin 112. günü. İlk örgütlenme aşamasındaki Kimya Teknik işyerinin yapısını, bilincini ele aldığımızda ve bir de şimdiki konumlarını dikkate aldığımızda arada büyük bir bilinç değişikliğinin olduğu bizler tarafından rahatlıkla görülebiliyor. İşçiler 112 gün boyunca kendilerine kimlerin sahip çıktığını, kimlerin dayanışmada bulunduğunu, grevi kimlerin ziyaret ettiğini çok açık bir biçimde gördüler. Eskiden söylenilen şey her grevin bir okul olduğu, bizim bu grevimizde de ortaya çıktı. Arkadaşlarımız gerçekten de grevde geçirdikleri her gün onlar için birer okul oldu. Grevde tabii insanlar dostunu da düşmanını da iyi öğreniyor. Grevimiz şu anda gayet başarılı bir şekilde üyelerimizin kararlılığıyla devam ediyor. Biz de sendika olarak üyelerimizle ta ki isteklerimiz kabul edilene kadar bu grevimizi devam ettirme konusunda oldukça kararlıyız.
     Ürün: Sendikalaşmaya nasıl karar verdiniz, durup dururken olmamıştır. İşverenin dediği gibi eğer işçilerin tüm isteklerini yerine getiriyorsa zaten gerek yok. Daha önce sorunlarını nasıl hallediyorlarmış?
     Nesim Aksakal: İşveren bunlarla her sene, her yılbaşında işçilerle oturuyormuş kendi aralarında sözleşme imzalıyormuş. Tabii bu yapılan sözleşmede, bu yapılan anlaşmada işçiler isteklerini özgürce kendi aralarında belirleyip de işverene götürüp onları dayatma konusunda bir noktaya kadar devam ettiriyorlar. Bu anlaşmaların sonucunda işverenin iki dudağının arasından çıkan ücretler, verdiği zamlar aynen işyerinde uygulanıyormuş. En sonunda bundan önceki Ocak ayında işverenle işçilerin bu sözleşmedeki, kendi aralarında yaptıkları anlaşmazlık sonucunda artık bu işin böyle olmayacağını, işverenden bu yöntemlerle, örgütsüz olarak bir hak alınamayacağını ve bunun da bir tek yolunun sendikalı olmaktan geçtiğini arkadaşlarımız bunu kendi aralarında da uzun süre, bizimle, sendikayla birlikte kendileriyle konuştuk. Ondan sonra sendikalı olmaya, örgütlü olmaya işyerimiz karar verdi.
Tabii sendikaların yapısını, konumunu, bizleri çok da fazla tanımadıkları için, Türkiye'deki sendikaların işçiler üzerinde olan güvensizliklerinin olduğu da o dönemlerde ortaya çıktı. Kafalarında 'acaba bu sendika bizim hakkımızı savunur mu', 'bu sendika bizi yarın öbür gün yarıyolda bırakır mı' gibi oldukça yoğun endişeler vardı arkadaşlarımızın üzerinde. Ama tabii onlarla konuştukça, onlara anlattıkça, bizim şube olarak sendikal anlayışımızı kendilerine anlattıkça aramızdaki güvensizlik sorunu da ortadan kalkmış oldu. Şu anda tam bir bütünleşme, bir kaynaşma içindeyiz arkadaşlarla.
     Ürün: İşçilerin ailelerinin yaklaşımı, greve katılımları nasıl?
     Nesim Aksakal: Tabii işçilerin ailelerinin greve katılımı konusunda eksikliklerimiz hala var. Tabii Türkiye'nin içinde bulunduğu aile konumlarını, yapılarını hepimiz az çok biliyoruz. Bunlar da tabii hemen bugünden aşılacak sorunlar gibi değil. Önümüzdeki günlerde, zaman zaman işyerinin önünde yaptığımız etkinliklerde üyelerin çocuklarının ve ailelerinin de orada olmalarını istiyoruz. Yani, grevci işçilerimizin ailelerini şu anda grev mücadelesine katmakta kimi sorumluluklarımız var. Ama işte bunları da aşmak için uğraşıyoruz. Yapacağımız geceyle ilgili biz bütün grevci arkadaşlarımızın çocukları ve eşleriyle birlikte o dayanışma toplantısında olmalarını kendilerine anlatıyoruz.
     Ürün: Sendika yetki aldığı halde işverenin bu tutumunun sebebi nedir? Sizce işveren gücünü nereden alıyor olabilir, örneğin yasalarda işveren lehine getirilen düzenlemelerin (esnek üretim, kuralsızlaştırma, sendikalaşmadaki işçilerin aleyhine düzenlemeler vs. gibi) bunda etkisi nedir?
     İsmail Yılmaz: O konuda işveren açısından avantajlar var. Yasaların arkasına sığınıyor. Türkiye'de örgütlenmenin önünde bir sürü engeller var. Kimya Teknik işçisi talep etmiş, örgütlenmiş. O örgütlenme hakkını kullanmış. Bir kere o bir haktır, anayasal haktır aslında. Ama Türkiye'de insanlar belki de anayasal hakları olduğunun farkında bile değiller bunun. İkinci bir olay, ücretlerin düşüklüğü. İşveren diyor ki, 'ben bunları çıkartırım bir başkasını da alabilirim.' Yani buna karşı da direnmek lazım, böyle bir noktaya gelindiği zaman. Gerçi bizim grevimizde öyle bir noktaya gelinmedi. Ancak öyle bir duruma geldiğimizde, öyle bir direniş yaptığımızda hazır olmalıyız. Ona da hazırızdır mutlaka. Üç ay gibi bir süreç de zaten normal bir süreçtir. İşverenler de üç ay dayanır, sendikalar da, bu bir psikolojik savaştır. Ne kadar dayanacaksınız? Sendikaların belli bir güçleri olacak. Mesela biz de ona göre işçilerimizi, üyelerimizi mağdur etmemek için bir önlem aldık. Arkadaşlarımızın rahatlaması lazım. Birtakım dayanışmalarımız oluyor, ziyaretçilerimiz oluyor. Bu şekilde psikolojik olarak rahatlama getiriyoruz arkadaşlara. Onların da kendilerine göre birtakım sıkıntıları başladı. İlk 1.5 ayda içerden hiçkimse gelmedi, ama şimdi yavaş yavaş onlar da 'gelin işbaşı yapın, neden buradasınız, gelin başlayın, ücretlerinizi alın' gibi birtakım tesirlerde bulunuyorlar.
     Nesim Aksakal: İşçiler 3 aydır greve çıkmış, işyerinde hiçbir üretim olmuyor. Bu işverenin de bir dayanma gücü var. İşverenler özellikle 12 Eylül'den sonra çıkan 2821-22 sayılı sendikalar kanununda grev hakkı bir hak olarak kanunda yer almasına rağmen grevin kullanılamaz bir biçimde, yapılamaz bir biçime de o yasayla o hale getirilmiş. Bugün işyerinin önünde iki grev gözcüsünden başka kalabalık bulunması suç. İşyerinde, grevci işyerinin soğuktan, sıcaktan, kötü hava koşullarından korunması için bir baraka yapılması suç. İşyerine her türlü hammaddenin araç ve gerecin sokulması ve işyerinden alınmasıyla ilgili iş yasasında en ufak bir açıklık yok. Biz 100 gündür biraz bu sorunlarla karşı karşıya kaldık. İşveren orada zaman zaman üyelerimizle birlikte işyerinin önünde kalabalık bir şekilde olmamızdan çok rahatsız oluyor. İşveren orada kulübemizin bulunmasından çok büyük rahatsızlık duyuyor. Hatta bizi emniyete şikayet etti. Bunlar grevi kanunsuz grev haline sokuyorlar, burada işyerinin önünde iki kişiden fazla kalabalık olamaz, bunlar burada her gün 30 kişi, 40 kişi oluyorlar. Polis ilk günler, grev kulübemizi grevimizin 4. gününde geldiler, zorla, fiili güçle yıktılar. Biz tabii orada polisle de işverenle de "bu grev olduğu müddetçe burada grev gözcüsü de olacaktır, grev pankartımız da olacaktır, burada işçiler de olacaktır, grev kulübemiz de olacaktır, siz bunu yıktınız, biz gene yarın aynısını buraya yapacağız" biçiminde kararlılığımızı orada da ortaya koyduk. Hatta işte o zaman benimle ilgili, beni de grev çadırının yıkılması döneminde aldılar götürdüler, karakolda bir saat ifademizi aldılar. Sendikalar kanununun şu maddesine göre senin yaptığın üç aydan üç yıla kadar hapsi gerektiriyor şeklinde konuştular. Bunların aşılabilmesi bu konularda kararlı olmaktan geçiyor. Yani zaman zaman biz sendikalar kanununda, grev ve lokavt kanununda olmasa bile orada fiili durumlar ortaya koyduk. Ancak bu tür grevle ilgili kazanımlarımızı bunun sonucunda elde edebildik. Şu anda işte, işçilerimizle kimi zamanlar, zaman zaman yığınsal bir şekilde de oluyoruz, sloganlarımızı da atıyoruz, gelen ziyaretçilerimizi, misafirlerimizi işyerinin önünde karşılıyoruz. Grev kulübemizi orada yeniden, yıkmış olmalarına rağmen yeniden elde ettik. Birçok antidemokratik hükme rağmen, 2821-22 sayılı sendikal hakların kullanılamaz hale getirilmesiyle ilgili maddeler, hükümler olmasına rağmen bunları aşılması gerektiğine inandık ve bu kararlılıkla ve bu fiili durumları yaratarak bu sorunlarımızı aşıyoruz. Diğer sendikalarla birlikte grevi sahiplenme konusunda da özel uğraşılarımız oldu. Özellikle Topkapı bölgesinde örgütlü olan Birleşik-Metal sendikamızın üyeleri işyeri işyeri, fabrika fabrika, öğlen paydoslarında, iş çıkışlarında geldiler. Grev yerinde bizlerle birlikte oldular. Bunların tabii bizim üyelerimizle grevci arkadaşlarımızın üzerinde de oldukça büyük moral etkisi oldu.
     İsmail Yılmaz: İşverenlerin aldığı güç de burjuvazinin son derece örgütlü olmasından geçiyor. Onlar, mesela 12 Eylül'de, 12 Eylül'den sonra daha doğrusu, ünlü bir iş adamının bir sözü var, hatta TİSK genel başkanı Halit Narin, bu adam şöyle söylemişti: "Yirmi yıldır işçiler güldü biz ağladık, şimdi biz güleceğiz işçiler ağlayacak" demişti. Halbuki kendisi de pek gülemiyor aslında. Kaç sefer devlet onu kurtardı, devlet desteğiyle. Para verdi devlet, yine de kendini kurtaramadı. Yani gülemedi, tabii gülememesi de temennimiz. Biz işçiler olarak bilmiyorum 20 yıldır nasıl gülmüşüz. Nasıl gülmüş işçiler, acaba neyi kastetti bilemiyorum. Herhalde şöyle birşey, 60'tan 80'e kadar işçiler gülmüş, 80'den sonra işverenler gülecekmiş. Halbuki onlar her zaman gülüyorlar.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 1 MAYIS 97
 Özelleştirme Saldırısında Son Hamle: SEKA
 Antalya Serbest Bölgesi'nde Bir Örgütlenme Mücadelesi: Novamed İşçisinin Grev Hikâyesi
 SSK Halkındır, Elini Çek!
 Kamu Reformunda
Son Söz İşçi Sınıfının

 Benim Cici Silahım
 YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ!
 TÜRBAN MI, ŞERİAT MI?
 GELENEKTEN GELECEĞE BEKİR KARAYEL
 KİMYA TEKNİK BU İŞ YERİNDE GREV VAR!