Sosyalist Dergi: 21 |  Salih Sinan |
Tüpraş'a Dair Tarihi Belgeler

Tüpras'ın özelleştirilmesi sürecini hep beraber izledik. Tüpraş gibi dev bir kamu birikimi Koç/Shell ortaklığına peşkeş çekildi ve bizim boyalı basınımız bu durumu neredeyse davullarla karşıladı. Ne de olsa Tüpraş yerli sermayenin elinde kalmamış mıydı? Koç gibi bir dev de bu işletmeyi tabii ki daha ileriye taşımayacak mıydı?… Daha uzatılabilecek bir çok saçmalık okuduk ve izledik bu süreçte. Ardından Petrol-İş sendikasının açtığı dava sonucunda Tüpraş'ın satışının Danıştay tarafından iptal edilmesine yani Tüpraş'ın tekrar kamunun malı olmasına tanık olduk.

Tüpras'ın özelleştirilmesi sürecini hep beraber izledik. Tüpraş gibi dev bir kamu birikimi Koç/Shell ortaklığına peşkeş çekildi ve bizim boyalı basınımız bu durumu neredeyse davullarla karşıladı. Ne de olsa Tüpraş yerli sermayenin elinde kalmamış mıydı? Koç gibi bir dev de bu işletmeyi tabii ki daha ileriye taşımayacak mıydı?… Daha uzatılabilecek bir çok saçmalık okuduk ve izledik bu süreçte. Ardından Petrol-İş sendikasının açtığı dava sonucunda Tüpraş'ın satışının Danıştay tarafından iptal edilmesine yani Tüpraş'ın tekrar kamunun malı olmasına tanık olduk.

İşte ne olduysa bu süreçten sonra oldu. Bizim işbirlikçi medya büyük bir şaşkınlık ve sinirle Danıştay'a ve Petrol-İş sendikasına yüklenmeye başladı. Koç gibi bir sermayedarın incitilmemesi gerektiği, bir özelleştirme işini beceremeyerek dünyaya rezil olduğumuzu, Danıştay'ın siyasi kararlar verdiğini, bu kafayla çağdaş dünyaya ulaşamayacağımızı, vesaire anlatıp durdular. Bu türden saldırılar artmaya başladı bu süreçte.
Elbette medyanın kime ve neye hizmet ettiğini tartıştığımız yok; onlar zaten işlerini yapıyorlar. Patronlar üzülmesin, bu ülkeyi daha rahat sömürsünler diye ellerinden geleni yapıyorlar. Bu uğurda gazetelerde büyük başlıklarla Tüpraş'ın neden Koç'ta kalması gerektiği, Tüpraş'ın artık Koç'tan geri alınamayacağı gibi haberlerin yanında köşe yazarlarının Koç'u savunmaları, kimi köşe yazarlarının köşesinde Mustafa Koç'un medyaya yazdığı mektupları yayınlamalarını izledik. Aslında olaya bu şekilde bakarsak yani burjuvazinin gözüyle bakacak olursak her şey olağan, herkes üzerine düşen rolü oynayıp kendine biçilen gömleği giyiyor.

Bizi bu süreçte asıl şaşırtan Cumhuriyet gazetesinin tutumu oldu.
Her zaman gazetecilik ilkelerine bağlılığıyla övünen, haktan hukuktan yana olmaktan dem vuran, boyalı basından olmamakla gururlanan, halkçılığı kimselere bırakmayan, sözde emekçi dostu Cumhuriyet gazetesinde İlhan Selçuk imzalı iki utanç yazısı çıktı. Bu makaleleri incelemeye geçmeden önce Koç grubu'nun Bizden Haberler adlı dergisinin Şubat 2006 tarihli sayısında İlhan Selçuk'un Vehbi Koç Üzerine söylediklerinden başlamak İlhan Selçuk'un bu son dönemdeki evrimini anlamak açısından daha da açıklayıcı olacaktır.

"Avrupa'da herkesin bildiği gibi burjuvazi gelişiyor, fabrikalarını kuruyor, kilisenin koyduğu kuralları yıkarak daha özgür bir hayata doğru gidiyor. O da başını çekiyor bu olayın. Türkiye'deki ise bir mucize. Bu mucizenin önderlerinden biri de Vehbi Koç oluyor. Yani sıradan bir işadamı diye düşündüğümüz zaman yanlış yaparız. İşte Vehbi Bey şöyle yaptı da böyle iyi davrandı da hamiyetperverdi efendim, bilmem neydi de falan, bunlar sıradan iş hayatının öyküleridir. Koç'unki sıradan olmayan bir hayatın devrimidir."

İlhan Selçuk'un yazısında bir noktaya katılmamak gerçekten de mümkün değil; Koç, bu ülke ve bu ülkenin işçi sınıfı için sıradan bir işadamı değildir elbet. O, anti demokratik yasaların çıkarılmasında, sendika mücadelesi veren işçilerin nasıl ezileceğinin ya da işten atılacağının ulusal burjuvazi tarafından benimsenmesinde hep başrolü oynamış birisidir. Aslında Koç'u en iyi anlatacak olan yine kendi sözleridir. Koç 12 eylül döneminde Kenan Evren'e yazdığı tavsiye mektubunda şunlara değiniyor:

"Şimdi; 'faşist ordu iktidara geldi, kapitalistlerle birleşerek Türk işçisini istismar ediyor' propagandası yapılmaktadır. Böyle bir iftira karşısında işçi-İşveren ilişkilerini düzenleyecek olan kanunlar dikkatle incelenerek taraflar için adilane bir şekilde ve asgari hata ile çıkarılmalıdır. Bu düzenleme yapılırken bazı sendikaların Türk devletini ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK'in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler sendikal münasebetler yönünden bir bekleyiş içindedirler. Militan sendikaların yönetim kadrolarına sızarak kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır."

'İki yıl boyunca 5200 vatandaşın anarşi yüzünden canlarını kaybetmiş olmaları ve memlekete büyük miktarda silah ve cephane sokulmuş bulunması vaziyetin ciddiyetini, vahametini göstermektedir. Bu durumda, anarşi, bölücülük ve kaçakçılıkla ilgili kanunlar öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistlerin ve suçluların mahkemeleri uzatılmamalı ve cezaları süratle verilmelidir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletilmeli, gerekli kanunlar bir an önce çıkarılmalıdır."

Bu gayet açık sözler bize, Vehbi Koç'un ne kadar önemli biz zat olduğunu gerçekten de gösteriyor.

26 Mart 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinde İlhan Selçuk'un köşesinde "İlkbaharda TÜPRAŞ" başlıklı makalede Tüpraş gibi bir kamu devinin halkın elinde kalması için mücadele veren Petrol-İş hedef gösteriliyor ve "Petrol-İş bu davayla sonucun nereye varacağını biliyor mu?" gibi sözlerle tehdit ediliyor. Solcular, kamudan taraf oldukları için kafasızlıkla suçlanıyor ve "böyle olursa, Tüpraş, ya Araba ya çoraba gider", gibi söylemlerle açıkça şovenizm yapılıyor. Ulusal sermayede kalsın diye uğraştığınız Tüpraş için Shell ile hammadde alımının %40'ı için anlaşma yapılması sizce ne kadar ulusal? Erdemir'in OYAK'a satılmasına , ulusal sermayemiz aldı diye sevinmenizin ardından Erdemir'in %35'inin yabancılara satılması size bir şeyler ifade etmiyor mu sayın Selçuk?

Bu makalenin ardından 5 Nisan 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Erinç Yeldan'ın "TÜPRAŞ ve Ulusal sermaye" başlıklı makalesi vardı. Makalede Cumhuriyet gazetesinde Tüpraş üzerine çıkan yazıların gazetecilik ilkelerine bile ters düştüğü, hukuka saygı gösterilmediği yazıyor. Erinç Yeldan ulusal olan olmayan ayrımına da şöyle cevap veriyor: "Tüpraş, dikey ve yatay sanayi bağlantılarıyla ülkemizin can damarıdır. Türkiye'nin yıllık rafinaj üretiminin yüzde 86'sını gerçekleştiren ve yarattığı katma değer ile tek başına milli gelirin yüzde 3'ünden fazlasını üretmekte olan TÜPRAŞ, aynı zamanda Ortadoğu ve Güney Asya'ya teknoloji ihraç etmekte olan bir sanayi devidir. Kendisine ait ham petrol depolama tesisleri Türkiye toplamının yarısından fazladır. Böylesi bir stratejik konumda bulunan bir işletmenin, özü itibarıyla, tekelci piyasaların gündelik kar hesaplarıyla değil, sosyal fayda ve soysal hizmet ilkesiyle çalıştırılması esastır.

Bu nedenle, TÜPRAŞ'ta öncelikle kâr elde etme amacıyla çalışacak özel sermayenin 'ulusal' ya da 'uluslar arası' nitelikte olması önemli bir ayrıcalık göstermez.Sonuçta her türlü biçimiyle özel sermaye, 'kâr amacıyla' çalışacaktır ve kâr elde etmek için 'ne gerekirse onu yapacaktır'. Piyasa koşullarının dalgalanmaları altında temel amaç olarak kâr elde etme güdüsüne dayalı işletmecilik anlayışı her zaman 'ulusal çıkar' ile uyuşmayabilir ve sosyal fayda ilkeleriyle çelişebilir. Bunun örnekleri gerek Türkiye'de gerekse dünyada çoktur."

Erinç Yeldan'ın bu makalesini okuyunca ister istemez kamu adına, emekçiler adına sevindik, fakat bu durum pek uzun sürmedi.

Bu makalenin hemen ardından İlhan Selçuk daha da hiddetle ikinci utanç makalesini yazdı."Uzun Lafın Kısası" başlıklı makalede İlhan Selçuk Türkiye'nin uzun laftan battığını söyleyerek Erinç Yeldan'a cevap veriyor ve ekliyor:

"Özelleştirme sürecinde OYAK devreye girdi diye sevindik; ulusal bir kurum olan OYAK, ERDEMİR'e sahip çıktı… TÜPRAŞ ihalesini Koç kazanınca bu ülkenin aklı başında insanları bir soluk almışlardı… Neden?.. Ülkede sermaye yeşilleniyor, ılımlı İslam modeli gerçekleşiyor, kamu kurumları Arabın çorabın eline geçiyor… Koç bu ülkenin güvenilir kurumu değil mi?"

Gerçekten de insanın gözleri yaşarıyor! Şeriat tehlikesi söylemiyle 12 Eylül'ün tüm gerici yasalarına ve kurumlarına sarılan bir kısım Kemalist, en palazlı sermayedarı da ülkenin en güvenilir kurumu yapıveriyor, pes doğrusu. Sayın İlhan Selçuk; ülkenin aklı başında insanları kamunun birikimlerini koruyabilmek için mücadele ediyorlar ve edecekler.

Selçuk sözlerine şöyle devam ediyor:
"Lafın kısası şudur: 1) Tüpraş davası artık yüksek yargının elindedir. Bu konuda karar mahkemelerindir. 2) Mahkeme satışı iptal ederse TÜPRAŞ ne davacı sendikanın, ne de devletin elinde kalacaktır. 3) yeniden satış kaçınılmaz olduğuna göre bugünleri aratacak bir yaşil bela ülkenin TÜPRAŞ'ına el koymasın?.. 4) TÜPRAŞ da Telekom'a benzemesin?.. 5) Soru boşlukta sallanıyor."
Hani hukuk'un üstünlüğü? Hani hukuk devleti?..

Tüm gazetecilik değerlerini çiğneyen İlhan Selçuk'un yazdıkları hakimlere ölümü gösterip onları sıtmaya razı etmek değil midir? Bu nasıl bir gazetecilik anlayışının ürünüdür. Hem neden satış kaçınılmaz olsun? Biz ülkenin emekçileri, işçileri, aydınları, köylüleri... ülkemizin değerlerine, kamunun birikimlerine sahip çıkarsak, sermayeye karşı mücadelemizi yükseltirsek, bu satışları, bu yağmaları neden önleyemeyelim sayın Selçuk?
Evet sorular boşlukta sallanıyor. Uzun yıllar Koç'u komprador sermaye olarak gösteren İlhan Selçuk nereye gidiyor? Hukuk konusunda hassas olduğunu söyleyen bu "cumhuriyet değerlerinin yılmaz savunucusu" konu sermayenin patronuna gelince neden hukuk'u unutuveriyor? Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek, gazetecilik midir? Aydın olmak, sermayeden yana mı olmak demektir?

İlhan Selçuk, aynı dönemde, henüz o günlerde fikri düzeyde tartışılan Tüpraş Halkındır Hareketini desteklediğini belirten bir yazı yazan İzzettin Önder'in de yazısını sansürledi ve ayrıntılarını dosyamızda okuyacağınız şekilde gazeteye konmasını yasakladı.

Sonuç olarak yıllı cirosu 20 milyar dolar olan Tüpraş, tüm şirketleri ve 85 yıllık birikimiyle yıllık cirosu 18 milyar dolar olan Koç'a sunuldu. Bu süreçte emekçiler de mücadelelerini yürüttü, bu yolda Ürün Dergisi'nin ve Birlik Dayanışma Hareketi'nin de öncülüğünü yaptığı " Tüpraş Halkındır Hareketi" kuruldu. Bu hareket özelleştirme karşıtları arasında bir muhalefet yarattı. Pek çok aydını saflarına kattı. Saygıdeğer işler yaptı. Ancak Tüpraş'ın satışını engelleyecek toplumsal bir güce ulaşamadı. Petrol-İş sendikasının da mücadeleden vazgeçmesiyle birlikte halkın en büyük birikimlerinden biri olan Tüpraş, Koç'u kelimenin tam anlamıyla ikiye katladı.

Özelleştirmeler halkın birikimlerinin yağmalanmasıdır. Bu yağmayı laiklik ve ulusallık kılıfı altında haklı göstermeye çalışmak güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Özelleştirmelerin işçilere ve halka karşı açıktan bir saldırı olduğu unutulmamalıdır Petrol-İş sendikasının son süreçte görece başarılı bir toplu iş sözleşmesi imzalaması da emekçilerin toplumsal hakları açısından bir kazanım değil geriye atılmış bir adımdır.

İlhan Selçuk, Emre Kongar ve bunlar gibiler bilmeli ki işçi sınıfı, ve emekçilere karşı tarihin hemen her döneminde böylesi saldırılar yapıldı bu saldırılara cevabı yine emekçilerin kendisi verdi ve bundan sonra da yazılacak olan tarih bunlardan farklı olmayacaktır.

"TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ" ÇAĞRI METNİ
23 NİSAN 2006

Türkiye'de özelleştirme karşıtı mücadele bugün artık farklı bir evreye girdi. En can alıcı iki alan olan sağlık ile eğitimin ve PETKİM, TÜRK TELEKOM, SEYDİŞEHİR ALÜMİNYUM, ERDEMİR, TÜPRAŞ gibi dev kamu kuruluşlarının özelleştirilmelerine karşı toplumsal mutabakat oluştu ancak geniş bir toplumsal muhalefet cephesi örülemedi. Tek tek kimi sendikaların yürüttüğü kararlı mücadeleler oldu. Özelleştirmelere karşı yığınsal mitingler yapıldı. Toplumda ses getiren direnişler yaşandı.

Bu etkinliklerle aynı zamanda az sayıda kişi ve kuruluşun özellikle hukuki planda ciddi bir mücadele sürdürdükleri biliniyor. Ancak bu mücadelelerin çoğu kez birleştirilemediği, yeterince etkin hale getirilemediği de ortada. Bugünse özelleştirmelerin karşısında yer alan cephenin düşünsel zemininin netliğini yitirmeye başladığı, kamu yararı, emekçilerin çıkarları, sermaye hakimiyetinin sınırlandırılması ve özelleştirmelerin yağma karakterinin teşhiri gibi esasa dair meselelerin özelleştirme karşıtı mücadelede öne çıkamadığı görülmektedir.

Tüm bu sorunların farkında olan bizler şimdiye dek yapılan özelleştirme uygulamalarından belki de en önemlisi olan TÜPRAŞ özelleştirmesinde ortaya çıkan durumda artık dünden daha farklı bir şeyler yapmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Bilindiği gibi TÜPRAŞ şu anda Danıştay'ın yürütmeyi durdurma ve 30 Mart'a kadar kamuya iade kararına rağmen çok uluslu bir tekel olan KOÇ/SHELL ortaklığının elinde kaldı.

Bu açık hukuksuzluk sürerken, özelleştirmelere karşı olmayı şimdiye dek sınırlı bir alanda tarif eden kimi kesimlerin, sermaye grupları arasında "ulusal olan/olmayan, laik olan/olmayan" diye yapay bir ayrım yaparak fiili durumu destekledikleri gözlenmektedir.

Bizler bu ülkenin sorumluluk taşıyan yurttaşları olarak, TÜPRAŞ'ın tüm özelleştirmeler açısından taşıdığı sembolik anlamı ve ülke ekonomisindeki yerinin önemini biliyoruz. Bu kuruluşta örgütlü Petrol-İş sendikasının şimdiye dek sürdürdüğü haklı ve yoğun mücadeleyi de göz önünde bulunduruyoruz. Bu konuda şu anda sessiz ama asla küçümsenmeyecek potansiyel bir kamuoyu desteğinin ortaya çıkarılabileceğine de inanıyoruz.

Kendilerini bu ülkenin duyarlı, dürüst, kamusal sorumluluk bilincine sahip aydını, işçisi, emekçisi diye gören yurttaşlar olarak, aşağıda başlıklar halinde belirttiğimiz gerekçelerle TÜPRAŞ'ın halka iadesini ve kamu kuruluşu olarak kalmasını sağlamayı amaçlıyoruz. Bunun için de, TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ'ni başlattığımızı ve tüm yurttaşlarımızı bu hareketin saflarına beklediğimizi duyuruyoruz:

1- TÜPRAŞ özelleştirilerek kamu birikiminin yağmalanması ve özel sermayenin bir kesimine kolay birikim imkânlarının sağlanması sadece Petrol-İş Sendikasının değil bütün yurttaşların sorunu olarak değerlendirilmelidir.

2- Sendikanın bu konuda uzun süredir yürüttüğü kampanyalar ve çeşitli eylemler ciddi bir kamuoyu oluşturabilmiştir. Sonuçta bugün TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi meselesi salt bir "işçilerin iş güvencesi, işten atılmama gayreti" olmaktan çıkmıştır. Şimdi tüm yurttaşlara düşen görev, Petrol-İş'in yalnız olmadığını, TÜPRAŞ'ın sahipsiz olmadığını hem KOÇ AİLESİNE, hem de AKP iktidarına göstermektir.

3- Türkiye'de geçtiğimiz yıllar içinde gerçekleştirilen özelleştirmelerin sonuçları artık net olarak görülmüştür. Her renkten, ulusal ve ulusötesi sermayenin dahil olduğu özelleştirmelerin hem toplumsal yarar hem de emekçilerin çıkarları açısından olumlu sonuçları olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Bugün milli duyarlılıklarla sermaye grupları arasında yapılan ayrımlar sonucu geliştirilen söylem ve politikalar özelleştirmelere cepheden ve esastan bir karşı duruşu zayıflatmaktadır. Oysa bugün tam da meselenin esasına dair tavır almak gereklidir. Bu çerçevede bizler kamu birikimlerini talan ederek, ekonomik ve toplumsal yaşam üzerinde hakimiyetlerini artıracak her renkten sermayeye karşı tavır alırken ayrım gözetmemekteyiz.

4- Danıştay'ın 2 Şubat 2006'da verdiği yürütmenin durdurulması ve Tüpraş'ın kamuya iadesi kararı ile TÜPRAŞ özelleştirmesi çok açık biçimde yasadışı bir gaspa dönüşmüştür. Şimdiye dek özelleştirme karşısında ulaşılan en meşru, en haklı, en güçlü anlardan birinde bulunmaktayız. Hem toplumsal vicdan hem de hukukun sunduğu bu meşruiyet zemininde bu gayri meşru fiili duruma dur demenin yurttaşlık görevi olduğunu düşünüyoruz.

5- KOÇ HOLDİNG'e bağlı 97 ayrı şirket ve 82 bin çalışan bulunuyor. KOÇ ailesinin tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yapabildiği birikimlerle bu şirketlerin yıllık toplam cirosu ancak 18 milyar ABD Doları (2005 verileri) olabilmiştir. Tek başına TÜPRAŞ ise 20 milyar ABD Doları ciro yapmaktadır (2005 verileri). Bu kadar büyük bir gasp karşısında namusuyla çalışan hiç kimsenin vicdanı susamaz diye düşünmekteyiz.
6- AKP Hükümeti derhal bu hukuksuzluğa son vermeli, muhtemel bir hırsızlığa karşı TÜPRAŞ'ın tüm demirbaşları acilen kayıt altına alınmalı ve TÜPRAŞ en kısa zamanda halka iade edilmelidir.

7- TÜPRAŞ davasının daha önce defalarca örneği görüldüğü gibi hukuk labirentlerinde kaybolmaması ve ülkemizin zorbaların hüküm sürdüğü bir yer haline dönüşmemesi için emekçiler, kadın erkek bütün yurttaşlar, savcılar, hakimler, yürütme organları derhal harekete geçmelidir.
Bu gerekçe ve düşüncelerle kamunun/halkın müdahale hakkını kullanmak üzere yola çıkan; meşru, demokratik, katılımcı ve kitlesel çalışmayı benimseyen; aydınlara, siyasi ve sendikal yapılara, kitle örgütlerine ve yurttaşlara çağrı yaparak oluşturulan TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ yola çıkmıştır. Taleplerimizi sahiplenmenizi ve hareketimize katılarak daha da güçlendirmenizi bekliyoruz.

Saygılarımızla,
TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ

TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ FORUM SONUÇ DEKLARASYONU
28 MAYIS 2006

TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ'nin 28 Mayıs Pazar günü Petrol-İş Sendikası Konferans salonunda düzenlediği açık forum, çeşitli sendika başkan ve yöneticilerini, aydın ve akademisyenleri, siyasi parti ve oluşumların temsilcilerini ve hareketimize destek veren duyarlı yurttaşları, işçileri, emekçileri bir araya getirmiştir.

Kamu birikimlerinin yağmalanması, özel sermayenin bir kesimine kolay birikim imkânlarının sağlanması anlamına gelen özelleştirmelere karşı mücadelenin, özelleştirilen işletmelerdeki örgütlü işçilerin mücadelesi genel bir toplumsal mücadele ile de birleşmediği sürece kolayına kazanılamadığı yaşanarak öğrenilmiştir.

Bu anlamda TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ artık sembolik bir anlam kazanarak Türkiye'de kamu varlıklarının yağmalanması, sermayenin mutlak egemenliğinin kurulması, kar mantığının toplumsal yarar ilkesini yok etmesi anlamına gelen TÜPRAŞ özelleştirmesi karşısında gösterilecek tavrın yaygınlaştırılması gerektiğine inanmaktadır. Bugün düzenlenen forum sonucunda genişleyerek yoluna devam etmeye karar veren hareketimiz konuya duyarlı kişileri ve kurumları kampanyamıza katılarak güç vermeye davet etmektedir.

TÜPRAŞ HALKINDIR HAREKETİ Tüpraş özelleştirmesinde kamu vicdanı adına taraf olan tüm kesimleri bünyesinde toplamayı hedeflemekte ve bu özelleştirme ile ilgili yaşanan hukuki süreçte de taraf olma ve fiili durumun sürmesi durumunda yeniden kamulaştırma yönünde hukuki girişimlerde bulunacaktır.

Vergi vermeyenlerin, vergilerimizle kurulan kamu kuruluşlarını hukuksuzluk örnekleriyle, birtakım özel kirli politik-ekonomik ilişkilerin sonucu olarak gasp etmesine yol açan AKP hükümetinin de, şu anda ülkenin rafinerilerini hukuk dışı biçimde işgal etmiş olan KOÇ grubunun da yaptıklarını gayrı-meşru ve geçersiz ilan ediyoruz ve bu gayrı-meşru fiili durumu teşhir etmek ve ortadan kaldırmak için tüm gücümüzle çalışacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz. Biz kamu mülkiyetinde, işçilerin denetiminde, sağladığı katma değerler kamusal hizmetler için kullanılan bir TÜPRAŞ istiyoruz.

Yapılan forumda gündeme gelen önerilerin değerlendirilmesi sonucunda hareketimizin önümüzdeki dönem için belirlediği eylem programı şöyledir:

 Hareketi sürdüren komitenin yeni kişisel ve kurumsal katkılarla genişletilmesi, mümkün olduğunca işçi temsilcilerinin bu komitede yer almasının sağlanması,
 
 TÜPRAŞ rafinerilerinin bulunduğu 4 bölgede komiteler oluşturarak benzer forumların Aliağa, Batman, Kırıkkale ve Kocaeli'de de düzenlenmesi,
 Aliağa'da ve Kırıkkale'de birer mitingin düzenlenmesi için çalışmalar yapılması,
 
 Hareketin amaç ve taleplerinin olabildiğince çok yayın organında yer alması için çalışma yürütülmesi, bu konuda tüm duyarlı çevrelerden destek alınması,
 
 Tüpraş Halkındır Hareketinin etkili bir kampanyanın ardından Tüm Kamu Malları Halkındır ortak cephesine dönüştürülmesi,
 www.tuprashalkindir.org internet sitesinin geliştirilmesi, başlamış olan imza kampanyasının yaygınlaştırılması.

PENCERE / İLHAN SELÇUK
İlkbaharda TÜPRAŞ...
Bizim evin arkasında üç, önünde bir erik ağacı boy atmıştır...
Her yıl ilkbaharın kokusu havada duyumsanmaya başladı mı erikler çiçek açar...
Arka taraftaki eriklerden birinin dalları mutfağın penceresine dek dayanır...
Dün sabah gözüm dallara şöyle bir ilişti...
Aaa o da ne?..
Çiçek ne demek?.
Yeşil yapraklar sürgün vermeye başlamamışlar mı?..
Peki, sonra ne olacak?..
Dallar olgunlaşan eriklerin ağırlığıyla aşağıya doğru sarkacaklar...
Sonra?..
Mahalle çocukları eriklerin icabına bakacaklar...
* * *
Evin çevresindeki yakın geleceği görmenin bilinciyle gazeteye geldim, baktım, Alev Coşkun 'la Emre Kongar bir odada söyleşiyorlar; ben de bir koltuğa oturup kahvemi söyledim ve sordum:
- Ne konuşuyorsunuz?..
Emre:
- Konu, dedi, TÜPRAŞ!..
- Boşverin, bizde bu akıl varken TÜPRAŞ ne devlette kalır ne de ulusal girişimcide!.. Petrol kurumunu da ya Araba veririz ya çoraba!..
Böylece tartışmaya ben de katılmış oldum, kahvem geldi, ilk yudumu aldım...
Alev dedi ki:
- ABD bir Amerikan şirketini satın almak isteyen Çin'e izin vermedi... Sayalım mı bu konuda aklımızda kalan örnekleri!..
Emre bir kâğıt çekti, yazmaya başladı:
- Evet, ABD bir Amerikan şirketini almak isteyen Çin'e izin vermedi; Fransa ulusal sermayenin elindeki şirketlerin Çin'e satışını önledi; ABD yedi limanın işletmesini yapan İngiliz şirketinin Dubai sermayesine devrini engelledi; ama, Türkiye'nin en stratejik yatırımı Telekom Lübnan kökenli şaibeli işadamı Hariri 'ye satıldı...
Peki, ulusal stratejide Telekom'dan aşağı kalmayan TÜPRAŞ ne olacak?..
Bizim solda bu akıl oldukça ya 'Arab' ın, ya 'çorab' ın, ya Hariri gibi bir şaibelinin eline geçecek...
Ben kahvemi bitirmiştim, Alev ile Emre çaylarını içmişlerdi; üçümüz de buruklaşmıştık...

TÜPRAŞ'taki kamu hisseleri özelleştirme sürecinde satıldı, Koç devreye girdi, kurumda örgütlü Petrol-İş Sendikası buna karşı çıktı, mahkemeye gitti, Danıştay'a başvurdu, dava sürüyor...
Diyelim davayı sendikacılar kazandı; ulusal sermaye Koç devreden çıktı...
Ne olacak?..
TÜPRAŞ 'kamu' ya da başka deyişle 'devlet' elinde mi kalacak?..
Yok canım...
IMF'nin fetvası, AKP'nin tezgâhıyla TÜPRAŞ'ın yine satışa çıkarılması kaçınılmaz kuraldır...
Takıyyeci iktidar, sendika davayı kazanırsa göbek atar!..
Çünkü Dubai'den başlayarak İslamcı sermaye TÜPRAŞ'ı ele geçirmek için can atıyor, sırada bekliyor...
* * *
Türkiye öyle bir kuşatıldı ki ülkedeki sol-sağ çelişkisi geriye itildi...
Ulusalcı ile ümmetçi, milli ile gayrimilli, laik ile İslamcı ülkenin alın yazısındaki yeni çelişkileri oluşturuyorlar...
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi bu nedenle TÜSİAD'a gidip dedi ki:
- Biriz, beraberiz!..
Petrol-İş davayı kazansa bile işin sonu nereye varacak?..
Sendikacılar bu işin hesabını yaptılar mı?..
Evimin penceresinden gördüğüm erik ağacındaki değişimi, dönüşümü biliyorum; çiçek açıldı, yaprak sürgün veriyor, dalları erikler basacak; sonra mahallenin çocukları meyveleri afiyetle yiyecekler...
TÜPRAŞ'ta neler olacak?..
Sendikacı kardeşlerimizin geleceği görüp görmediklerini merak ediyorum...
Soru gündemdedir...
(Cumhuriyet Gazetesi, 26 Mart 2006)


EKONOMİ POLİTİK / ERİNÇ YELDAN
TÜPRAŞ ve 'Ulusal Sermaye'
TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi süreci bir hukuk skandalı haline dönüştürülmüş durumda. Neoliberal ideoloji bir yandan IMF programının koşullandırmalarıyla, bir yandan da "küreselleşen dünyanın mantığı gereği" gibi aldatmacalarla Türkiye'nin en stratejik işletmelerinin özel sermaye gruplarına devrini -gereğinde hukuk ilkelerini de hiçe sayarak- gerçekleştirmeyi amaçlamakta. Bu arada Cumhuriyet gazetesinde geçen hafta içinde konuyla ilgili olarak yayımlanmış bazı yazılarda "TÜPRAŞ'ın ulusal sermayeye satılmasına karşı olunmamalı" görüşünün savunulduğunu üzüntüyle okudum. Söz konusu yazıların önemli yanlışlar içerdiği ve gazetemizin temel ilkelerine de ters düştüğü kanısındayım. TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesinde "ulusal" sermaye kavramını üç ayrı noktadan tartışmak istiyorum.

* * *

TÜPRAŞ, dikey ve yatay sanayi bağlantılarıyla ekonomimizin can damarıdır. Türkiye'nin yıllık rafinaj üretiminin yüzde 86'sını gerçekleştiren ve yarattığı katma değer ile tek başına milli gelirin yüzde 3'ünden fazlasını üretmekte olan TÜPRAŞ, aynı zamanda Ortadoğu ve Güney Asya'ya teknoloji ihraç etmekte olan bir sanayi devidir. Kendisine ait ham petrol depolama tesisleri Türkiye toplamının yarısından fazladır. Böylesi bir stratejik konumda bulunan bir işletmenin, özü itibarıyla tekelci piyasaların gündelik kâr-zarar hesaplarıyla değil, sosyal fayda ve sosyal hizmet ilkesiyle çalıştırılması esastır.

Bu nedenle, TÜPRAŞ'ta öncelikle kâr elde etme amacıyla çalışacak olan özel sermayenin "ulusal" ya da "uluslararası" nitelikte olması önemli bir ayrıcalık göstermez. Sonuçta her türlü biçimiyle özel sermaye, "kâr amacıyla" çalışacaktır ve kâr elde etmek için "ne gerekirse onu yapacaktır". Piyasa koşullarının dalgalanmaları altında, temel amaç olarak kâr elde etme güdüsüne dayalı işletmecilik anlayışı her zaman "ulusal çıkarlar" ile uyuşmayabilir ve sosyal fayda ilkeleriyle çelişebilir. Bunun örnekleri gerek Türkiye'de gerekse dünyada çoktur.

Kaldı ki çağımızda bir "küreselleşme" olgusundan sıkça söz edilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, özel sermayenin ulusal ya da uluslararası olmasının da çok önemli bir kriter olmadığı çok açıktır. Kaldı ki TÜPRAŞ'ın ihale sürecinde yüzde 51 hissesinin ana ortağı olan kuruluşun da ne kadar "ulusal" bir anlaşmaya imza atmış olduğu tartışmalıdır. Kamuoyunda TÜPRAŞ'ın ana hissedarının Koç Şirketi olduğu, Shell'in sembolik olarak çok düşük bir ortaklık payına sahip olduğu imajı yaygınlaştırılmak istenmektedir. Oysa ilgili tarafların (Koç ve Shell) aralarında imzaladıkları Ortak Girişim Anlaşması Shell grubuna çok geniş imtiyazlar tanımaktadır. Bu imtiyazlar sayesinde Shell, TÜPRAŞ'ın pazarlama, ihracat ve kâr payının dağıtımı gibi stratejik kararlarında belirleyici bir konumdadır. Bu satış ile TÜPRAŞ'ta alınacak en stratejik kararlarda esas belirleyici olanın Shell grubu olduğu ve Koç'un da özelleştirmenin aracısı konumunda olduğu açıkça görülmektedir.

Diğer yandan, özelleştirme uygulamalarını "ulusal" sermaye kavramı ile yorumlamaya çalışmak ne derece doğrudur? Örneğin "ulusal sermaye" nin unsurları nasıl tanımlanmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan her özel sermaye girişimi "ulusal" olarak tanımlanacak ise, geçmiş dönemlerde Cumhuriyet gazetesinde de çok sık eleştirilen ve çoğunlukla "yeşil" sermaye kavramıyla tanımlanmaya çalışılan şirketler de "ulusal sermaye" kavramı içinde yer alacak mıdır? Türkiye kaynaklı her şirket ulusal sermaye içinde yer almayacak ise buradaki iktisadi ya da siyasi kriter nedir?

Öte yandan, şu ya da bu kriter ile "ulusal" niteliğe sahip bir özel sermaye grubunun piyasanın değişen koşulları altında dahi ileride de bu konumunu muhafaza edeceğini kim garanti edebilir? Ülkemizde, örneğin "ulusal" sermayenin niyetleri açısından, POAŞ'ta ve Erdemir'de sürmekte olan yabancı ortak arayışlarının sunmakta olduğu dersler yeterince öğretici değil midir?

III - Son olarak, TÜPRAŞ'ın ihalesinde hukuka aykırı bir durum var ise, bu aykırılık şu ya da bu nedenle hoş görülemez. "Hukuka aykırı ama neyse ki ulusal sermayeye satıldı" görüşüyle hukuk kurallarının çiğnenmesine göz yumulamaz. Gerçekten günümüzde de buna benzer gerekçelerle, örneğin, "kamu yararı yoktur" ya da "fiilen uygulanması mümkün değildir" denilerek birçok yargı kararı uygulanmamaktadır. Ne yazık ki bugünkü iktidar tarafından da bu durum olağan bir hale getirilmiştir. Nitekim, söz konusu yürütmeyi durdurma kararının uygulanmaması artık bir hukuk sorunu olmaktan öteye hukukun üstünlüğü ilkesinin benimsendiği Türkiye'nin sorunu haline gelmiştir.

Oysa anayasamızda yargı kararlarının, başta Büyük Millet Meclisi olmak üzere, bütün kurumlar için bağlayıcı olduğu hükmü çok açıktır: "Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir surette değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." (madde 138).

Geçmişte de "Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz" söylemiyle hukuk çiğnenmiş idi. O günden bu yana süregelen bu anlayış, anayasamızda yer alan "Türkiye Cumhuriyeti... demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" (madde 2) ilkesinden giderek uzaklaşılmasına neden olmaktadır.

* * *
Ne hazindir ki Cumhuriyet gazetesinde son günlerde çıkan bazı yazılar "IMF şantajı altında TÜPRAŞ'ın ulusal sermayeye satılması ehven-i şerdir" görüşünü öne sürerek TÜPRAŞ emekçisini ve sendikasını bu tür hukuk dışı uygulamalara ortak olmaya çağırmaktadır.
Unutmayalım ki, Mustafa Kemal 'in de vurguladığı üzere, "Ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür" !..
5.04.2006 Cumhuriyet


PENCERE / İLHAN SELÇUK
Uzun Lafın Kısası...
Bir vakitlerin çekimli gazetecisi ve mizah ustası Şinasi Nahit Berker kısa fıkralarıyla ünlüydü, sözü uzatıp dolandıranları da uyarırdı:
"- Bu memleket uzun laftan battı..."
* * *
Türkiye'de özelleştirme süreci tam bir keşmekeşe dönüştürüldü, bu ortamda kafalar da sap ile saman da birbirine karıştı.
Sözgelimi Telekom ulusal iletişimin can damarıdır, yeşil sermayeye satıldı, eloğluna havale edildi, kimsenin gıkı çıkmadı, medya zaten solda sıfır, meydanlar bomboş, hani nerede işçisi, sendikacısı, köylüsü, ilericisi, solcusu, milliyetçisi, ülkücüsü, aydını?..
* * *
Özelleştirme sürecinde OYAK devreye girdi diye sevindik; ulusal bir kurum olan OYAK, ERDEMİR'e sahip çıktı... TÜPRAŞ ihalesini Koç kazanınca da bu ülkenin aklı başında insanları bir soluk almışlardı...
Neden?..
Ülkede sermaye yeşilleşiyor, Ilımlı İslam Modeli gerçekleşiyor, kamu kurumları Arabın çorabın eline geçiyor...
Koç bu ülkenin güvenilir kurumu değil mi?..
* * *
Ancak TÜPRAŞ ihalesinde bir belirsizlik sürüyor, vaktiyle Petrol-İş Sendikası satışın iptali talebiyle dava açtığı için dosya yargıda inceleniyor...
Sözün kısası bu davada kararı yargıçlar verecekler...
Ne söylesen boş!..
Yüksek yargıçlara akıl öğretmeye kalkışmak akıl kârı değil...
Dava karar aşamasında...
* * *
Ancak geçen gün bu köşede TÜPRAŞ davasını ele alarak bir soruyu gündeme getirmiştim...
Diyelim ki TÜPRAŞ'ın Koç'a satışı yüksek mahkemede iptal edildi...
Sonra ne olacak?..
TÜPRAŞ devlet elinde mi kalacak?..
Yoksa yeniden satışa mı çıkarılacak?..
Hiç kuşku yok ki yeniden satışa çıkarılacak..
Peki, bu kez kimin eline geçecek?..
* * *
Olayın püf noktası bu soruda odaklanıyor...
Şinasi Nahit'in dediği gibi, bu memleket uzun laftan battı...
Lafın kısası şudur:
1) TÜPRAŞ davası artık yüksek yargıçların elindedir, bu konuda karar mahkemenindir..
2) Mahkeme satışı iptal ederse TÜPRAŞ ne davacı sendikanın, ne de devletin elinde kalacaktır...
3) Yeniden satış kaçınılmaz olduğuna göre bugünleri aratacak bir yeşil bela ülkenin TÜPRAŞ'ına el koymasın?..
4) TÜPRAŞ da Telekom'a benzemesin?..
5) Soru boşlukta sallanıyor.
06 Nisan 2006 Cumhuriyet

İZZETTİN ÖNDER

Tüpraş İçin Yurttaş Hareketi
"Özelleştirme sözcüğü ilkin 1969 yılında Peter Drucker tarafından [tekrar özelleştirme] şeklinde kullanılmıştır. Bu tanımı yorumladığımızda, tarihin bir döneminde devletleştirme politikasının uygulandığını, şimdilerde ise eskiye dönüş biçiminde tekrar özelleştirilme politikasına dönüldüğünü anlarız. ...özelleştirmenin Türkiye'de ve dünyada iddia edildiği gibi kamu kesiminin verimsizliği ile bir ilgisinin bulunmadığını ya da özelleştirmeye gerekçe olarak ileri sürülen savların geçerli olmadığını, sorunun sermayeden kaynaklandığını ve dayatmanın sermayeden geldiğini görürüz ....özelleştirmenin gerçek yüzünü görebilmek için doğru soru şöyle olmalıdır: [Tarihin bir aşamasında kamulaştırma politikasını dayatmış olan sermaye, niçin şimdilerde de özelleştirme politikasını dayatmaktadır?] Bu sorunun yanıtı olarak, özelleştirme, krize girmiş sermayenin kendisine yeni faaliyet ve kâr alanı açma, bu yolla krizi aşma ve siyasal-toplumsal kararlarda daha güçlü olma amacına ulaşma aracı..." olarak tanımlanabilir.
Geçen haftaki yazıdan yapılmış alıntıdan yola çıkarak, özelleştirme politikalarının amacını ortaya çıkan sonuca göre anlamak ve yorumlamak bilimsel bir yaklaşım değildir. Sonuç ortaya çıktıktan sonra dahî gerçeği hâlâ kamuoyundan saklamak ise hainliktir. Özelleştirmenin nasıl bir yağma ve halkın birikimlerine yönelik saldırı olduğu "köprüyü satarım, sattırmam" tuluatında belli idi. Daha o zamanlarda iç ve dış kaynaklı sermayenin kendileri dışında oluşmuş halk birikimini yağmalama iştahının kabarmış olduğu anlaşılıyordu. Sermayenin bu arzusunu tatminle görevli siyasîler ve toplumun beynini yıkama işlevini yüklenmiş olan medya halkı baskı altına aldı. Bu süreçte kamu çıkarı doğrultusunda özelleştirmelere karşı zorlu bir hukuk mücadelesi de yürütüldü. Sermaye bu mücadeleyi, bir yandan siyasîler marifetiyle yasayı değiştirerek, diğer yandan da hukuksuzluğa baş vurarak aşmaya çalıştı. Ege'deki beş çimento fabrikasının Danıştay kararına rağmen Fransız firmasında kalması yönünde zamanın hükümeti hukuk dışı bir karar aldı.

Sermaye, bir yandan siyasî gücü ile yasaları hukuk dışına taşırken, diğer yandan da varolan yasaları dahî çiğnemeye çekinmezken, açıktır ki, görev artık halka düşmüştür! TÜPRAŞ için yurttaş hareketinin başlatıldığını memnuniyetle öğrendim. Bu grubun medyadan derlediği bilgilere göre, TÜPRAŞ'ın 2005 yılı cirosu 20 milyar dolar dolayındadır. Aynı kaynağa göre, TÜPRAŞ'ı yabancı petrol şirketinin de bulunduğu bir grup içinde alan en büyük holdingin 2005 yılı cirosu ise ancak 18 milyar dolar civarındadır. Danıştay 2 Şubat 2006 tarihli kararı ile bu ihale hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldı. Bu kararı uygulamayan siyasal erk de, ilgili firmalar grubu da hukuku çiğnedi. TÜPRAŞ ihalesi ile bir kamu tekeli özel tekele dönüşmüş oldu. Türkiye'de enerji alanında alınacak ekonomik kararlar ve yürütülecek faaliyetler, bu ihale ile tekel gücünü ele geçiren özel kesime, onun da ötesinde, halkın bilinçsizce "ulusal" olarak nitelediği bir holdingin arkasındaki uluslararası petrol devine emanet edilmiş oldu. Siyasal erki de yanına almış olan böylesi çıkar çevrelerince kuşatılmış olan halkın kamu yararı doğrultusunda mücadeleye girmesi hukuka müdahale anlamına değil, tam tersine, yasayı hukuka uyarlamak anlamına gelir. Halkımız, bu zorlu mücadelede, yargı organından da, daima olduğu üzere, yasalardan kazınsa da vicdanlardan kovulamayan kamu yararı doğrultusunda haklı sonucu beklemektedir!

Bu veriler karşısında ne yağmacı sermayeye ve onun medya alanındaki ideolojik aygıtlarına, ne IMF direktiflerini kalkan yaparak ülkeyi pazarlama işlevini sadakatle yürüten siyasal erke fazla söyleyecek bir şeyimiz yoktur. Ancak, arkalarında koskoca holdinglerin bulunduğu vakıf üniversitelerinin ve devlet üniversitelerinin hukuk ve iktisat fakültelerinde hukukun çiğnenmesi, kamu tekelinin özel tekele dönüşmesi, özelleştirmelerle kamu yararı aleyhine halk birikiminin yağmalanması derslerde ve sohbetlerde acaba nasıl işleniyor diye çok merak ediyorum. Acaba, üniversiteler ticarîleştirilerek, üniversitelerin kamu kaynakları kısılıp, üniversite-sanayi ilişkisi çıkar ilişkisine dönüştürülerek, yarı-zamanlı çalışma yaygınlaştırılarak ve ünlü holding üniversiteleri oluşturularak, bilimsel faaliyet görüntüsü altında toplumsal beyin dönüşümü mü gerçekleştirilmektedir! Günümüzde işgal ve sömürü araçları olarak silâhın yerini dil, kültür ve bilim emperyalizmi almıştır. Bu şartlar altında "TÜPRAŞ İÇİN YURTTAŞ HAREKETİ" olumlu bir girişim olarak görülmelidir.

Not: Bu yazı, Prof. Dr. İzzettin Önder tarafından Cumhuriyet Gazetesi'ndeki köşesinde, 18 Nisan 2006 tarihinde yayınlanmak üzere yazılmıştı. Ancak, Cumhuriyet Gazetesi bu yazıyı yayınlamadı. Gazete, yazarına konuyla ilgili hiçbir bilgi vermedi.

İzzettin Hoca, İlhan Selçuk'un doğrudan müdahalesi sonucu oluşan bu sansürü protesto etti ve Cumhuriyet gazetesinde yazarlığından istifa etti.
Ürün Sosyalist Dergi olarak İzzettin Hoca'nın bu onurlu tutumunu desteklediğimizi belirtiyor, emekçilerin sesini kesen Cumhuriyet gazetesini kınıyoruz.

Ürün'ün notu: Bu aşağıda gördükleriniz, Vehbi Koç'un ölümü üzerine hazırlanan güzelleme dergisinde, ona methiye düzen yazarların yazılarıdır. Biz dosyamıza uygun olan ikisinin yazılarını yayınlıyoruz. İsteyen okurlarımız www.koc.com.tr adresinden diğer methiyecilerin de yazılarını okuyabilirler.

Bizden Haberler Dergisi- Şubat 2006 ( Koç Holding'in kurum tanıtım ve reklam dergisi)
Vehbi Koç'u sevgi ve saygıyla anıyoruz
Genç Türk sanayiinin duayeni...
Semahat Arsel: Koç Ailesi'ne yüksek değer ölçülerini emanet etti
Mustafa V. Koç: En iyi olmak ve güven vazgeçilmez hedefiydi
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel: Tüm özelliklerinin yanı sıra onun büyüklüğü "ülkemizi düşünen bir adam" olmasındandır
Prof. Dr Erdal İnönü: İsmet İnönü, ekonomideki gelişmeleri Vehbi Koç'a danışırdı
Ertuğrul Özkök: Vehbi Koç, Türk ekonomisinin Macellan'ıdır
Çetin Altan: Vehbi Bey ülkemize de, dünyaya da ekonomik açıdan baktı
İlhan Selçuk: Türkiye Cumhuriyeti bir mucizedir, mucizenin önderlerinden biri de Vehbi Koç'tur
Altan Öymen: Dinlemesini bilen adam Vehbi Koç
Güneri Civaoğlu: Dürüst bir insan olması, mallarına duyulan güveni de artırdı
Bedri Koraman: Halk adamıyken keskin zekasıyla ipin ucunu yakaladı
Ali Kırca: Siyasal olarak kendisini bütün partilere eşit mesafede konumlandırmaya çalıştı
Mehmet Ali Birand: Hayatımın dönemeçlerinde hep Vehbi Koç vardır
Prof. Dr. Emre Kongar: AB'ye aday Türkiye'yi yaratan simgelerden biridir
Prof. Dr. Talat Halman: Hem Cumhuriyetçi hem dindar bir insan olarak erdemini önemsiyorum
Turgut Özakman: Cumhuriyet Türkiye'sinin tevazu içindeki işadamıydı
Aydın Boysan: Vehbi Bey kendisi için yaşamadı
Can Kıraç: Milli mücadele ruhu ile çalışırdı
Ege Cansen: Vehbi Bey'in amacı sürekliliği sağlamaktı hem holdinginde, hem de tüm eserlerinde
Ömer Sabancı: Geniş ufku ve enerjisiyle çağdaş Cumhuriyet'e damgasını vurdu
Prof. Dr. Yakup Kepenek: Yenilikleri alma ve uygulama yeteneğiyle kalıcı oldu
Prof. Dr. İhsan Doğramacı: Eğitime ne pahasına olursa olsun yatırım yapardı
Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen: Heykelini torunları için yaptırdı
İlhan Cavcav: Gençlerbirliği'nin başarısında Vehbi Koç imzası var
Dr. Tarık Minkari: Kritik ameliyat kararım "Koç Tıp Bayramı"yla sonuçlandı
Türkan Şoray: Vehbi Koç, dünya devleri karşısında, onlarla yarışan bir Anadolu insanıdır ve hepimiz için gurur kaynağıdır
Zeki Alasya: Dostluğumuz sadece saygı ve sevgiye dayalıydı
Ses Sanatçısı Emel Sayın: Sanata ve sanatçıya büyük bir saygısı vardı

Yazar
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı İlhan Selçuk
İlhan Selçuk:
Türkiye Cumhuriyeti bir mucizedir, mucizenin önderlerinden biri de Vehbi Koç'tur
Vehbi Koç da, Koç Holding de Türkiye'de hem laik, hem de ulusal sermayenin liderliğini yapmıştır. Vehbi Bey kimliği bu çabanın içinde görülmelidir.
Cumhuriyet kurulurken Vehbi Bey şunu görüyor; çağ değişiyor, yeni bir devlet kuruluyor, bu yeni devletin kendisine göre koşulları var, bu devletin de ekonomisi olacaktır, bu ekonominin içinde de işadamı Vehbi Koç olacaktır.

Vehbi Koç'u ele alırken bir kere dünyadaki herhangi bir işadamı gibi ele almamak gerekiyor. Vehbi Koç devletin kuruluşu ile birlikte ve o devletin hedefleri ile birlikte oluşmuş bir işadamı. Türkiye Cumhuriyeti ilan ediliyor, Türkiye Cumhuriyeti halifeliği kaldıracak, o sırada Yunus Nadi Ankara'da Yenigün gazetesini çıkarmakta. Atatürk'ün yanında. Atatürk diyor ki: "Çocuk kalk git İstanbul'a, Cumhuriyeti ilan ettik, Cumhuriyet gazetesi diye bir gazete çıkaralım!.. Sana yer de veriyorum. Pembe Konak'a git otur, orada yeni Türkiye Cumhuriyeti'ni, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni savunacak bir gazete çıkaracağız, çünkü Babıali'nin çoğu geçmişten kalmadır." Ve Yunus Nadi bir anlamda devletten görev alıyor. Bir anlamda. Gazeteciliğe çok ters bir şey gibi görünüyor ama gerçekte büyük bir devrimin gazetecisi, yazarı ve öyle başlıyor işe.

Bir devrimci devlet kuruluyor ve bu devlette de onun anlamını kavrayacak olan yetenekli ve atılgan kişilere görev veriliyor. Vehbi Koç'un oluşumu da bir anlamda ve kapsamda, hele Ankara'da gelişmesi de bunu gösteriyor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir işadamı olarak görülmeli. Ve bu işadamlığı da aynı zamanda tarihsel bir misyon taşımakta.

Neden böyle yeni işadamları ortaya çıkıyor? Bir kez o zamana kadar işadamı denen şey Türklerde yok. Bütün işler, bütün bankalar, her şey ne varsa Hıristiyanların elinde, Musevilerin elinde. Türkiye'nin bankası bile yok. Merkez Bankası bile daha sonra kuruluyor. Düşünebiliyor musunuz içinde bulunduğumuz durumu? Yeryüzündeki işadamlarıyla, İngiltere'deki, Fransa'daki, Almanya'daki ve başka ülkelerdeki işadamları düşünüldüğü zaman tamamıyla değişik birtakım ölçüler ortaya çıkıyor. Şimdi Vehbi Bey bir kere bunu görmüş. Yani çağ değişiyor, bir yeni devlet kuruluyor, bu yeni devletin kendisine göre koşulları var, bu devletin de ekonomisi olacaktır, bu ekonomisinin içinde de işadamı Vehbi Koç olacaktır. Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'nda bir pasaj vardır. Yüzbaşı Selahattin, Birinci Dünya Savaşı'nda etrafa bakar, umutlanmak istiyor çünkü, bir sürü eğilim var, bir sürü atılgan insan öne çıkmış. Diyor ki: "Artık iş hayatında gelişmeye başladık. Çünkü Kadıköy'de bir Türk, kundura dükkanı açmış." Bu kadar zavallı bir ortam. Türk, iş hayatından uzakta; ya köylü, ya asker ya da bürokrat.

Her şeyin yeni baştan kurulduğu bir ülkede Vehbi Koç, ekonomideki iş sezgileri ile hareket ederek neyi nereden yakalayabileceğini bilen bir genç işadamı . Şimdi önce kişiliğini buradan hareketle saptamak lazım. Onu yenilik arayan ve başkaldıran bir adam olarak görmek gerekiyor. E tabii başkaldıran kişi ama başkaldırmayı da devrimci devletle birlikte yapıyor.

Bankası yok, sermayesi yok, böyle bir ülkede, 11 milyon nüfus, on milyonu köylü, 1 milyonu da okuma yazma bilen, başka bir sıfatı da olmayan bir nüfus. Hariciye'ye insan alacaklar, adam alacaklar, bulamıyorlar. Böyle bir yerde yoku var etme üzerine yola çıkmış olan bir kişi olarak ortaya çıkıyor Vehbi Bey. Bugünden o günü anlamak mümkün değil.

Avrupa'da herkesin bildiği gibi burjuvazi gelişiyor, fabrikalarını kuruyor, bankalarını kuruyor, kilisenin koyduğu kuralları yıkarak daha özgür bir hayata doğru gidiyor. O da başını çekiyor bu olayın. Türkiye'deki ise bir mucize. Bu mucizenin önderlerinden biri de Vehbi Koç oluyor. Yani sıradan bir işadamı falan diye düşündüğümüz zaman yanlış yaparız. İşte Vehbi Bey şöyle iyi yaptı da böyle iyi davrandı da, hamiyetperverdi efendim, bilmem neydi de falan, bunlar sıradan iş hayatının öyküleridir. Koç'unki sıradan olmayan bir hayatın devrimidir.

Sanayileşme olmadan da demokrasi olmuyor biliyorsunuz. Bu sanayileşmenin sermayedarı devlet olacak. Ama devlet altyapıyı ve temelleri kurmakla birlikte genç ve atılgan işadamlarına da olanaklar tanıyacak. Vehbi Koç işte burada ortaya çıkıyor. Büyük de başarı kazanıyor. İster devletten destek alsın, ister almasın; şimdi bu Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Vehbi Koç'un bir yerde özdeş olduğunu ve işbirliği ve dayanışmayla bu işi yürüttüğünü gösteriyor. Ama bir de bunun dışarısı var. Yani dışarıya baktığınız zaman da eğer kendi ülkesinde, kendi vatanında var olamazsa zaten dışarıya karşı olan kimliğini de koruyamaz. Sözgelimi ampul Türkiye'de yoktur, Amerika'dan ya da başka bir yerden alacaktır, ama dışarıdan aldığı bütün bilgilerin ve yatırımların ve bütün atılım altyapılarının bir yerde kendi benliği ile ve kendi fikriyle yoğrulması lazım. Yoksa dışarının içeride bir şubesi olmaktan başka bir işe yarayamazdı. Koç Holding Türkiye'de hem laik, hem de ulusal sermayenin liderliğini yapmıştır. Vehbi Bey kimliği bu çabanın içinde görülmelidir. Çok disiplinli, ölçülmüş biçilmiş, aile hayatıyla örnek oluşuyla da unutulamaz.

Bugüne geldiğimiz zaman geriye dönüp baktığımızda başka bir değerlendirme ortaya çıkıyor. Çünkü onun çapında, onun ölçütlerinde, onun dengelerinde işadamı şu anda yavaş yavaş kayboluyor. Bunun yerine mafyozi bir işadamı takımı ortaya çıkmaya başladı. Bir taraftan mafyozi; hem bir taraftan dinci. İkisi birden çalışıyor. O zaman Vehbi Koç'un Atatürk ve İsmet Paşa ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti'ni getirmek istediği noktada bugün Koç'un ideallerinin tehlikede olduğunu görüyoruz. Eğer bu mafyozi gelişme, bu dışa bağımlılıkta yatırım yapmadan, alın teri dökmeden para kazanma hırsı devam ederse, o zaman Koç ve öbür işadamları değil, bütün Türkiye'nin tehlikeye gireceği gibi bir eğilim ortaya çıkıyor.

Toplum
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Emre Kongar
Prof. Dr. Emre Kongar: AB'ye aday Türkiye'yi yaratan simgelerden biridir

Vehbi Koç ve Koç Topluluğu hem Türkiye Cumhuriyeti'nin milli ekonomik politikasının bir ürünüdür, hem de dünkü yoksul ülkeyi, bugün AB'ye aday ülkeler arasına taşıyan bu ekonomik gelişmenin simgesidir.
Koç, sadece müteşebbis olarak değil, işletmeci olarak da Cumhuriyet'in yarattığı birikimden yararlanmıştır. Bir anlamda genç Cumhuriyet'in üç ana kurumundan biridir.

Türkiye Cumhuriyeti, endüstri devrimini kaçırdığı için gerileyen ve güçsüzleşen, gerileyip güçsüzleştikçe savaş yitiren, savaş yitirdikçe yine gerileyip güçsüzleşen Osmanlı İmparatorluğu'nun en sonunda yine yenilip işgal edilip ortadan kaldırılması üzerine verilen bir Kurtuluş Savaşı ile kurulmuştu.

Kurtuluş Savaşı kazanılmıştı ama elde avuçta hiçbir şey yoktu. Yaklaşık 11 milyon nüfus. Bunun okuma yazma bilme oranı yüzde 10, yani 1 milyon 100 bin kişi kadar. Bu nüfusun hepsi "kılıç artığı"; ya sakat, ya çocuk, ya çok yaşlı. Nüfusun yarısı verem, sıtma ve trahom. Ne ulusal fabrika var, ne endüstriyel üretim... Olanlar da yabancıların elinde.

Bu koşullar altında fabrika kurmak, neredeyse savaş kazanmaktan daha zor gibi görünüyor; çünkü sermaye birikimi, bilgi birikimi, teknoloji, altyapı yatırımları gibi çok daha derin ve yaygın olanaklar istiyor. İşte bu olanaksızlıklar içinde ülkenin asıl bağımsızlık savaşının ekonomik alanda olacağının bilinciyle Atatürk ve arkadaşları, iki somut hedefe kilitlendiler:

Birinci hedef, mevcut yabancı yatırımların ve işletmelerin milleştirilmesi; ikinci hedef de, özel teşebbüs olmadığı için, devlet eliyle yatırımların yapılması ve ortamın kalkınmaya uygun bir hale getirilmesi. İşte Vehbi Koç bu ortamda, bu iki hedefe yönelen genç Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte gelişen ve büyüyen bir yapıya sahip oldu. Genç Cumhuriyet'in "devletçilik" politikası, pek çok insanın sandığı gibi "sosyalist" bir anlayışın ürünü değildi. Tam tersine İsmet İnönü'nün 1930 yılında Sivas demiryolunun açılış töreninde yaptığı konuşmada da vurguladığı gibi "Özel teşebbüsü asli öğe olarak kabul eden" bir yaklaşıma sahipti. Vehbi Koç bu ortam içinde devletin inşaat işlerini "milli" görüş çizgisinde deruhte eden bir girişimcilik örneği verdi. Koç'un seçeneği, ne yazık ki o ortam içinde sadece yabancılardı. Böylece Koç, genç Cumhuriyet'in ekonomi politikasının desteği ile gelişti ve büyüdü. Genç Cumhuriyet bir yandan Etibank, Sümerbank gibi yatırımlarla milli bir sanayi için altyapıyı hazırlıyor, öte yandan yurtdışına yolladığı genç insanlarla bu yatırımların beyin gücünü yetiştiriyordu. Sümerbank Genel Müdürü Hulki Alisbah gibi yurtdışına yollanarak yetiştirilen bu genç mühendislerden daha sonradan Koç Topluluğu'nun üst düzeyinde yönetici olarak yararlanılması bir rastlantı değildir: Koç, sadece müteşebbis olarak değil, işletmeci olarak da Cumhuriyet'in yarattığı birikimden yararlanmıştır.

Bir anlamda genç Cumhuriyet üç ana kurum yaratmıştır diyebiliriz: Basında, bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle Cumhuriyet Gazetesi; bankacılıkta, bizzat Atatürk'ün kendine yollanan paralarla kurduğu İş Bankası ve Cumhuriyet'le birlikte gelişen ve büyüyen Koç Topluluğu. Vehbi Koç işte hem Türkiye Cumhuriyeti'nin milli ekonomik politikasının bir ürünü, hem de dünkü yoksul ülkeyi, bugün AB'ye aday ülkeler arasına taşıyan bu ekonomik gelişmenin simgesidir.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Tüpraş'a Dair Tarihi Belgeler