Hemen hemen her kurumda ve partide, eski solcularla karşılaşmışsınızdır. Bol
bol öğüt verir ve askerlik anısı gibi eskiyi anlatırlar. Bugünkü durumlarını
hesaba katmazsak eğer, öğrenilecek bir çok şey de kendilerinde mevcuttur
aslında. Ama ne yazık ki bugüne gelindiğinde yaşanan adeta bir trajedidir.
12
eylül faşist darbesinin yol açtığı ruhsal hezeyanı anlamanın yollarından biri de
çevremizdeki dönek ve yılgın kesimi tanımaya çalışmaktır. Toplumumuzun büyük bir
bölümü bu baskı ve şiddetin korkusunu henüz üzerlerinden atabilmiş değiller.
Nostaljik hatırlamalar dışında geçmişlerini düşünmekten bile çekiniyorlar. Bu
çekingenlik öylesine derinleşmiştir ki insanları, burjuva pasifizmiyle aynı
noktada buluşturabiliyor. Burada değerlendirilmesi gereken en önemli etkenlerden
biri de, çekingen ve pasifist kesimlerin burjuvazinin vahşi yaptırımlarına karşı
takındığı tutum(suzluk) ve geri işleyiş olgusudur.
Doğallığında bu kesimlerin
ruhsal dağınıklık taşımaları pasifizme hizmet etse de, sürdürdükleri misyon
gereği burjuvazinin yarattığı savaş ve şiddet dalgasının bir yardımcısı konumuna
düşmektedirler.
Pasifizm tüm sahte ahlaki yönleriyle ultra-bireycilik ve
bencilliğin inancıdır. Bu bencillik tüm burjuva mantıklı pasifistlerin
savunularında görülür. Onlara gore şiddetin şiddet doğurması baskının baskı
doğurması kadar doğal ve gerçekçidir. Ancak bu gerçekliği çürütmenin tek yolu
pasifizmdir. Garip olansa, bu kesimlerin geliştirdikleri pasifizmin şimdiye dek
şiddeti ortadan kaldıracak bir etki yaratamaması, aynı oranda kendilerinin de bu
konuyu açıklayamamalarına sebebiyet vermektedir. Pasifizmin şiddeti çürütecek
yegâne değer olduğu yönündeki düşünceler mantıksal ve bilimsel boyutuyla hâlâ
açıklığa kavuşturulamamaktadır.
Keza bu mantaliteden yola çıkarak bazı
sonuçlara ulaşabiliriz. Örneğin A kişisi B'nin ondan istediği her şeyi yapıyorsa
B'nin şiddet kullanması gerekmez. Oysa ki bu tür hükmedici bir ilişki özünde
şiddetin ta kendisidir, yalnızca şiddet açıkça görünmez.
Direnmemek şiddeti
engelleyemez; tıpkı av olan kuşun pençelerinin bulunmayışının etoburun onu
yemesini engelleyemeyeceği gibi. Tam tersine etobur ilk önce böylesine
savunmasız hayvanları seçer.
Bir başka varsayım ise; insanın yapısı gereği,
savunmasız kurbanın düştüğü halin saldırganda acıma uyandıracağıdır. Tarih
milyonlarca tersi durum kaydetmektedir. Barbar toplumlar, ilkel katliamlar,
Timur'un, Atilla'nın zulmü, 12 eylül faşizminin ilk yıllarındaki ayrımsız
şiddet. Eğer barışçıl boyun eğmeler işgalcilerin yüreklerine dokunmuş olsaydı
köleci devletler nasıl varolabilirlerdi? 12 eylülde bunca insan nasıl işkence
tezgâhlarından geçirilebilirdi (çoğu zaten etkisiz duruma düşmüşken)?
Nabi
Yağcı likidasyon sürecinin sonlarında bir zamanda yaptığı bir konuşmada (Dikili
şenlikleri) "Taraflardan biri kavgadan çekiliyor, kavga da iki taraf arasında
olabileceği için artık dünya ve ülkemizde şiddet olmayacaktır" diyordu. Maalesef
bu teze inanan kesimler de bulabiliyordu.
Sınıf mücadelesinden izole bu
yaklaşımın ne kadar saçma olduğu, dünyanın dört bir yanında artan savaş ve
şiddetle bir kez daha gözler önüne serildi. Yani emperyalizm ve işbirlikçileri
saldırı ve şiddeti bitirmek yerine daha da azgınca saldırmaya, dünyanın dört bir
yanında yeni savaş ve işgaller örgütlemeye başladılar. Yüzyılın başlarında işçi
sınıfı ve ezilen halkların kazandığı haklar ve özgürlükler azgınca bir saldırıya
uğradı. Bir çok kazanım kaybedildi. Burjuvazinin özünü anlamayan bu pasifist
yaklaşımın ne kadar saçma olduğunu bugün yaşananlar bize göstermektedir. Umarız
eski dönekler ve yeni pasifistler de bu gerçekliği kavrıyorlardır.
SİP
Sip'in yani sahte kp'nin de geldiği nokta burjuva pasifistlerinden pek de
farklı değildir. Önce yönetim ve orduya methiyeler düzerek başlayan teslimiyet
(bkz Ürün s. 9 "Sip nereye"), suya sabuna dokunmayan bir noktadan devam ediyor.
Burjuva iletişim araçlarının (tv, radyo, gazete) oyunlarına kanarak içi boş,
ütopik söylemli sözde bir kp oluşturmaya çalışıyorlar. Hatta Reha Muhtar gibi
burjuva çanak antenlerinin düzeysiz şov programlarına meze olmaktan öteye
gidemiyorlar. Hatırlayın bu ülkede burjuvazi "komünist partisi gerekirse onu da
biz kurarız" diyebilen bir mantıktadır. 1920'lerde ilk resmi TKP'yi de devletin
liderleri kendi talimatlarıyla kurdurmuştur, ama sökmemiştir. Bu ikinci resmi KP
de sökmeyecektir. Burjuva icazetli politika bu ülkede de komünistlerin işi
değildir. Bu olsa olsa sahte komünistlerin ve kaşarlanmış anti-tkp'cilerin
işidir.
Cezaevleri
Cezaevlerinde uzun zamandır süren ölüm oruçlarında gelinen durum, ülkemizde
kendine aydınım, devrimciyim, sosyalistim diyen tüm kişi ve yapılar için tek
kelimeyle pasifizmdir. Cezaevlerindeki devrimci insanlar resmen ölümün pençesine
terkedilmiş, kurtulanlar da büyük sakatlıklarla yaşamak zorunda
bırakılmışlardır. Siyasi atmosferin yükseldiği seçimlerde bile, yasal sol,
sosyalist partiler cezaevlerinde yaşananları adeta unutur konuma düştüler.
Cezaevlerinde gelinen durum yalnızca bir kaç örgütün yaptığı yöntemsel
yanlışlık olarak görülmeye devam edilmekte. Bu mantık her ne kadar başta açlık
grevi sürecinde doğru olsa da, ölüm orucu sürecinde yanlıştır, bu süreç bir kaç
örgütten çıkıp tüm duyarlı insanların sorumluluğuna dönüşmüştür.
Dışarıda
akan politik hayata uygun eylemliliklerin geliştirilmemesi de, cezaevindeki
devrimcileri burjuvazinin insafına bırakmıştır.
Birincisi, bugünden
burjuvazinin insafına düşmeyecek hareketli-canlı yöntemler geliştirmeliyiz.
İkincisi, eğer dışarıdaki ile içerideki eylemler, kullanılan yöntemler
açısından aynı konuma gelmişse, özellikle asıl mücadele alanı olması gereken
genel toplum alanının bunu bir kez daha düşünmesi ve acilen yeni açılımlar,
yöntemler bulması gerekmektedir.
Başka seçeneği kalmayan devrimci tutsağın
bedenini ölüme yatırması kimi zaman en büyük eylemdir; ancak artık hiçbir umar,
umut kalmadığında başvurulması gereken bir yöntemdir. Dışarıdaki mücadelenin
yöntem olarak içeriye endekslenmesi ve sonuçları da ayrımsız hepimizin
sorumluluğundadır ve sebebi de içine düştüğümüz pasifizmdir.
Devrimci İnsanlar
Pasifizmin trajik durumlarından biri de devrimci, komünist hareketlerde
yaşanıyor.
Bu ülkede komünistler, yapıları likide edilip ellerinden
alındığında düştükleri konuma bir daha düşmeyecek kadar uyanık olmaya
mecburdurlar. Bu deneyim ve bilgi birikimine de sahiptirler.
Burjuvazinin
baskı ve şiddetinden bizi koruyacak son şey onun icazetinde politika yapmaktır.
Bizi koruyacak tek şey ise yeniden marksist-leninist ilkelere sarılmak ve ne
gerekiyorsa yapacak cesarete sahip olmaktır. Aksi halde, bizi burjuvazinin
saldırısından uzun erimde koruyamayacağı gibi (12 Eylül'de görüldü) tümden
savunmasız da bırakacaktır. Bizi saldırılardan koruyacak tek şey pasifizm değil
tam tersine M-L ışığında yapılarımızı kusursuz örmektir. En büyük silahımız ve
koruyucumuz partimizdir. Bizi koruyacak kollayacak, aidiyetimizi belirleyecek
tek şey de budur.
Gerisi kendimizi kandırmanın, bireysel tatminin ötesine
geçemeyecektir.
Pasifist Kişilik
Pasifist kişilik tüm sahte ahlâki yönleriyle ultra-bireycilik ve bencilliğin
adıdır demiştik.
Pasifist kişilik aynı zamanda tutucudur, bu tutuculuk erke
karşı geri çekilerek oluşturduğu bir savunma mekanizmasıdır. Tutucu kişilik
kendini sürekli tehdit altında hissetmenin getirdiği, güvensizlik, umutsuzluk
sonucu, en kestirme ve görece kolay yolu seçer. Kendine hiç kimsenin
saldırmasına, tehdit etmesine gereksinim duymayacağı alanlara kadar çekilerek
kişiliğini silikleştirir. Böylece kendini şiddetten koruyabileceğini düşünür. Bu
tabii ki büyük bir yanılsamadan ibarettir, çünkü baskı ve şiddet hedefine
ulaşmıştır.
Şiddete dayalı toplumsal ilişkilerin barışçı topluma dönüşümü,
pasifistin düşlerini de gerçekleştirebileceği tek yoldur. Toplumumuzdaki
pasifist kişilikler bu yolu görmelidirler.
Devrimci kişilik, yaşamda hep daha
iyiyi arayacak ve bulacaktır. Kişi yalnızca binaları, köprüleri planlamakla
kalmamalı. Bu yapıları güç kullanarak, onları oluşturan taşları itip kakarak,
değiştirebileceğini de bilmelidir. Çürüyen burjuva kültür ve sistemleri
destekleyen, insanın giderek artan sefaletine göz yuman pasifizmin kalkması,
kalıcı barış için gösterilecek çabanın artarak etkinleşmesi gerekir. Bu şiddetin
bitmesi de sınıfsız toplumun kurulması anlamına gelir.
Pasifizmin karşısına
kalıcı barışı hedefleyen eylemli bilgiyi koymalıyız. Barışı kalıcı kılmanın tek
yolu toplumsal sistemdeki değişimdir. "Kendi iç devrimlerini gerçekleştirememiş
insanlar, toplumsal devrimleri gerçekleştiremezler."
Pasifizm ve etkilerinin
yarattığı pasifist kişiliğin alternatifi olan devrimci kişilik seçeneği ise
başka yazıların konusudur.