Sosyalist Dergi: 12 |  İbrahim Sertçelik |
PASİFİZM VE ETKİLERİ

     Hemen hemen her kurumda ve partide, eski solcularla karşılaşmışsınızdır. Bol bol öğüt verir ve askerlik anısı gibi eskiyi anlatırlar. Bugünkü durumlarını hesaba katmazsak eğer, öğrenilecek bir çok şey de kendilerinde mevcuttur aslında. Ama ne yazık ki bugüne gelindiğinde yaşanan adeta bir trajedidir.


     12 eylül faşist darbesinin yol açtığı ruhsal hezeyanı anlamanın yollarından biri de çevremizdeki dönek ve yılgın kesimi tanımaya çalışmaktır. Toplumumuzun büyük bir bölümü bu baskı ve şiddetin korkusunu henüz üzerlerinden atabilmiş değiller. Nostaljik hatırlamalar dışında geçmişlerini düşünmekten bile çekiniyorlar. Bu çekingenlik öylesine derinleşmiştir ki insanları, burjuva pasifizmiyle aynı noktada buluşturabiliyor. Burada değerlendirilmesi gereken en önemli etkenlerden biri de, çekingen ve pasifist kesimlerin burjuvazinin vahşi yaptırımlarına karşı takındığı tutum(suzluk) ve geri işleyiş olgusudur.
     Doğallığında bu kesimlerin ruhsal dağınıklık taşımaları pasifizme hizmet etse de, sürdürdükleri misyon gereği burjuvazinin yarattığı savaş ve şiddet dalgasının bir yardımcısı konumuna düşmektedirler.
     Pasifizm tüm sahte ahlaki yönleriyle ultra-bireycilik ve bencilliğin inancıdır. Bu bencillik tüm burjuva mantıklı pasifistlerin savunularında görülür. Onlara gore şiddetin şiddet doğurması baskının baskı doğurması kadar doğal ve gerçekçidir. Ancak bu gerçekliği çürütmenin tek yolu pasifizmdir. Garip olansa, bu kesimlerin geliştirdikleri pasifizmin şimdiye dek şiddeti ortadan kaldıracak bir etki yaratamaması, aynı oranda kendilerinin de bu konuyu açıklayamamalarına sebebiyet vermektedir. Pasifizmin şiddeti çürütecek yegâne değer olduğu yönündeki düşünceler mantıksal ve bilimsel boyutuyla hâlâ açıklığa kavuşturulamamaktadır.
     Keza bu mantaliteden yola çıkarak bazı sonuçlara ulaşabiliriz. Örneğin A kişisi B'nin ondan istediği her şeyi yapıyorsa B'nin şiddet kullanması gerekmez. Oysa ki bu tür hükmedici bir ilişki özünde şiddetin ta kendisidir, yalnızca şiddet açıkça görünmez.
     Direnmemek şiddeti engelleyemez; tıpkı av olan kuşun pençelerinin bulunmayışının etoburun onu yemesini engelleyemeyeceği gibi. Tam tersine etobur ilk önce böylesine savunmasız hayvanları seçer.
     Bir başka varsayım ise; insanın yapısı gereği, savunmasız kurbanın düştüğü halin saldırganda acıma uyandıracağıdır. Tarih milyonlarca tersi durum kaydetmektedir. Barbar toplumlar, ilkel katliamlar, Timur'un, Atilla'nın zulmü, 12 eylül faşizminin ilk yıllarındaki ayrımsız şiddet. Eğer barışçıl boyun eğmeler işgalcilerin yüreklerine dokunmuş olsaydı köleci devletler nasıl varolabilirlerdi? 12 eylülde bunca insan nasıl işkence tezgâhlarından geçirilebilirdi (çoğu zaten etkisiz duruma düşmüşken)?
     Nabi Yağcı likidasyon sürecinin sonlarında bir zamanda yaptığı bir konuşmada (Dikili şenlikleri) "Taraflardan biri kavgadan çekiliyor, kavga da iki taraf arasında olabileceği için artık dünya ve ülkemizde şiddet olmayacaktır" diyordu. Maalesef bu teze inanan kesimler de bulabiliyordu.
     Sınıf mücadelesinden izole bu yaklaşımın ne kadar saçma olduğu, dünyanın dört bir yanında artan savaş ve şiddetle bir kez daha gözler önüne serildi. Yani emperyalizm ve işbirlikçileri saldırı ve şiddeti bitirmek yerine daha da azgınca saldırmaya, dünyanın dört bir yanında yeni savaş ve işgaller örgütlemeye başladılar. Yüzyılın başlarında işçi sınıfı ve ezilen halkların kazandığı haklar ve özgürlükler azgınca bir saldırıya uğradı. Bir çok kazanım kaybedildi. Burjuvazinin özünü anlamayan bu pasifist yaklaşımın ne kadar saçma olduğunu bugün yaşananlar bize göstermektedir. Umarız eski dönekler ve yeni pasifistler de bu gerçekliği kavrıyorlardır.

     SİP

     Sip'in yani sahte kp'nin de geldiği nokta burjuva pasifistlerinden pek de farklı değildir. Önce yönetim ve orduya methiyeler düzerek başlayan teslimiyet (bkz Ürün s. 9 "Sip nereye"), suya sabuna dokunmayan bir noktadan devam ediyor. Burjuva iletişim araçlarının (tv, radyo, gazete) oyunlarına kanarak içi boş, ütopik söylemli sözde bir kp oluşturmaya çalışıyorlar. Hatta Reha Muhtar gibi burjuva çanak antenlerinin düzeysiz şov programlarına meze olmaktan öteye gidemiyorlar. Hatırlayın bu ülkede burjuvazi "komünist partisi gerekirse onu da biz kurarız" diyebilen bir mantıktadır. 1920'lerde ilk resmi TKP'yi de devletin liderleri kendi talimatlarıyla kurdurmuştur, ama sökmemiştir. Bu ikinci resmi KP de sökmeyecektir. Burjuva icazetli politika bu ülkede de komünistlerin işi değildir. Bu olsa olsa sahte komünistlerin ve kaşarlanmış anti-tkp'cilerin işidir.

     Cezaevleri
     Cezaevlerinde uzun zamandır süren ölüm oruçlarında gelinen durum, ülkemizde kendine aydınım, devrimciyim, sosyalistim diyen tüm kişi ve yapılar için tek kelimeyle pasifizmdir. Cezaevlerindeki devrimci insanlar resmen ölümün pençesine terkedilmiş, kurtulanlar da büyük sakatlıklarla yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Siyasi atmosferin yükseldiği seçimlerde bile, yasal sol, sosyalist partiler cezaevlerinde yaşananları adeta unutur konuma düştüler.
     Cezaevlerinde gelinen durum yalnızca bir kaç örgütün yaptığı yöntemsel yanlışlık olarak görülmeye devam edilmekte. Bu mantık her ne kadar başta açlık grevi sürecinde doğru olsa da, ölüm orucu sürecinde yanlıştır, bu süreç bir kaç örgütten çıkıp tüm duyarlı insanların sorumluluğuna dönüşmüştür.
     Dışarıda akan politik hayata uygun eylemliliklerin geliştirilmemesi de, cezaevindeki devrimcileri burjuvazinin insafına bırakmıştır.
     Birincisi, bugünden burjuvazinin insafına düşmeyecek hareketli-canlı yöntemler geliştirmeliyiz.
     İkincisi, eğer dışarıdaki ile içerideki eylemler, kullanılan yöntemler açısından aynı konuma gelmişse, özellikle asıl mücadele alanı olması gereken genel toplum alanının bunu bir kez daha düşünmesi ve acilen yeni açılımlar, yöntemler bulması gerekmektedir.
     Başka seçeneği kalmayan devrimci tutsağın bedenini ölüme yatırması kimi zaman en büyük eylemdir; ancak artık hiçbir umar, umut kalmadığında başvurulması gereken bir yöntemdir. Dışarıdaki mücadelenin yöntem olarak içeriye endekslenmesi ve sonuçları da ayrımsız hepimizin sorumluluğundadır ve sebebi de içine düştüğümüz pasifizmdir.

     Devrimci İnsanlar

Pasifizmin trajik durumlarından biri de devrimci, komünist hareketlerde yaşanıyor.
     Bu ülkede komünistler, yapıları likide edilip ellerinden alındığında düştükleri konuma bir daha düşmeyecek kadar uyanık olmaya mecburdurlar. Bu deneyim ve bilgi birikimine de sahiptirler.
     Burjuvazinin baskı ve şiddetinden bizi koruyacak son şey onun icazetinde politika yapmaktır. Bizi koruyacak tek şey ise yeniden marksist-leninist ilkelere sarılmak ve ne gerekiyorsa yapacak cesarete sahip olmaktır. Aksi halde, bizi burjuvazinin saldırısından uzun erimde koruyamayacağı gibi (12 Eylül'de görüldü) tümden savunmasız da bırakacaktır. Bizi saldırılardan koruyacak tek şey pasifizm değil tam tersine M-L ışığında yapılarımızı kusursuz örmektir. En büyük silahımız ve koruyucumuz partimizdir. Bizi koruyacak kollayacak, aidiyetimizi belirleyecek tek şey de budur.
     Gerisi kendimizi kandırmanın, bireysel tatminin ötesine geçemeyecektir.

Pasifist Kişilik
     Pasifist kişilik tüm sahte ahlâki yönleriyle ultra-bireycilik ve bencilliğin adıdır demiştik.
     Pasifist kişilik aynı zamanda tutucudur, bu tutuculuk erke karşı geri çekilerek oluşturduğu bir savunma mekanizmasıdır. Tutucu kişilik kendini sürekli tehdit altında hissetmenin getirdiği, güvensizlik, umutsuzluk sonucu, en kestirme ve görece kolay yolu seçer. Kendine hiç kimsenin saldırmasına, tehdit etmesine gereksinim duymayacağı alanlara kadar çekilerek kişiliğini silikleştirir. Böylece kendini şiddetten koruyabileceğini düşünür. Bu tabii ki büyük bir yanılsamadan ibarettir, çünkü baskı ve şiddet hedefine ulaşmıştır.
     Şiddete dayalı toplumsal ilişkilerin barışçı topluma dönüşümü, pasifistin düşlerini de gerçekleştirebileceği tek yoldur. Toplumumuzdaki pasifist kişilikler bu yolu görmelidirler.
     Devrimci kişilik, yaşamda hep daha iyiyi arayacak ve bulacaktır. Kişi yalnızca binaları, köprüleri planlamakla kalmamalı. Bu yapıları güç kullanarak, onları oluşturan taşları itip kakarak, değiştirebileceğini de bilmelidir. Çürüyen burjuva kültür ve sistemleri destekleyen, insanın giderek artan sefaletine göz yuman pasifizmin kalkması, kalıcı barış için gösterilecek çabanın artarak etkinleşmesi gerekir. Bu şiddetin bitmesi de sınıfsız toplumun kurulması anlamına gelir.
     Pasifizmin karşısına kalıcı barışı hedefleyen eylemli bilgiyi koymalıyız. Barışı kalıcı kılmanın tek yolu toplumsal sistemdeki değişimdir. "Kendi iç devrimlerini gerçekleştirememiş insanlar, toplumsal devrimleri gerçekleştiremezler."
     Pasifizm ve etkilerinin yarattığı pasifist kişiliğin alternatifi olan devrimci kişilik seçeneği ise başka yazıların konusudur.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Solda Bir Burjuva Hastalığı: Kariyerizm
 Kadrolar Üzerine
 Gerçekleri Nasıl Anlatalım?
 PASİFİZM VE ETKİLERİ
 Devrimci ahlak