Sosyalist Dergi: 3 |  Ekrem Sarıoğlu |
DUR DEMEDİKÇE

     Egemenlerimiz ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krizi bahane ederek kendi kötü yönetimlerinin ve basiretsizliklerinin faturasını emekçilere yüklemeye çalışıyor. Kendi rantları, kârları ve lüks harcamalarından vazgeçemedikleri için açık veren bütçelerini sefalet ücretiyle çalışan işçi ve memura verdikleri sadaka düzeyindeki zamlarla dengelemeye çalışıyorlar. Tüm bu yaptıkları yetmezmiş gibi emeklilik hakları da ellerinden alınmaya çalışılan emekçilere, çıkarılmak istenen sosyal güvenlik yasasına karşı direnmekten başka bir şey kalmıyor.


     Türkiye işçi sınıfının tarihi ve geçmişi bu tür saldırıları boşa çıkartma deneyimleri ile doludur. Şanlı 15-16 Haziran direnişi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne (DGM) karşı yapılan genel grev, 20 Mart Faşizme İhtar eylemi, MESS'e karşı yapılan büyük grevler herkese göstermiştir ki örgütlü güç yenilmez.
     Şimdi bunları unutanlar yine işçilere ve emekçilere karşı yeni saldırılar düzenliyorlar. 57. Hükümet "biz hazırladığımız yasa taslağından geri adım atmayız" dedi. İşçi sendikaları, odalar, demokratik kitle örgütleri ve tüm emekten yana olan kuruluşlar yasanın çıkmaması için günlerdir sokaklarda, meydanlarda, işyerlerinde direniyorlar. Yurdun her bölgesinde eylemlerine devam eden emek platformu 24 Temmuz 1999 tarihinde Ankara'da ortak bir eylem örgütledi. 500.000'in üzerinde emekçinin katıldığı bu eylem tam anlamıyla bir genel direnişe dönüştü ve 100.000'ler hep bir ağızdan "Direne Direne Kazanacağız "Geliyor Geliyor Genel Grev Geliyor" sloganlarıyla bütün Ankara'yı salladı.
     Tüm bu eylemlerin örgütlenmesinde DİSK ve KESK sınıftan ve emekten yana tavırlarını net bir şekilde ortaya koydular. Türk-İş, Hak-İş ve Kamu-Sen gibi Konfederasyonlar her zamanki uzlaşmacı tavırlarını, son ana kadar anlaşma sevdalarını sürdürdülerse de tabanlarının zorlamasıyla fazlaca tavırsız kalamadılar. DİSK'in ve KESK'in kararlı tavrı karşısında genel grev talebine katılmak zorunda kaldılar.
     9 Ağustos günü uygulamaya konulan genel grev sonunda mecliste görüşülen yasa geçici olarak ertelendi. Türk-İş'in genel greve katılmasında Başkanlar Kurulunda diğer emekten yana olan sendikacılarla birlikte büyük çaba sarf eden Şemsi Denizer'e yapılan hain saldırı da bu mücadelenin boyutlarının nerelere vardığının açık kanıtıdır.
     Türk-İş bünyesinde her zaman istediğini yaptırmaya hazır yöneticilere alışık olan derin devletlûlar kendi isteklerine karşı koyanları fiziksel olarak yok etmeyi artık alışkanlık haline getirmiştir. Onun için Denizer'in alacak verecek hesapları uğruna cinayete kurban gittiği senaryolarına kargalar bile güler. Denizer'in öldürülmesi de yasanın görüşülmesini biraz daha erteledi.
     Emek Platformu yapacağı eylemleri tüm bu gelişmeler ışığında saptamaya çalışırken 17 Ağustos 1999 günü sabaha karşı yaşanılan deprem tüm ülkede hayatı felce uğrattı. Ülkemizin önemli bir bölümünü yerle bir eden deprem karşısında bu kadar basiretsiz kalmayı becerebilen iktidar bir yandan deprem bölgesinde olanı biteni saklamaya çalışırken bir yandan da sağlık bakanının ırkçı, kafatasçı açıklamalarının arkasında duruyor. Bu da aslında bakanın söylediklerinin devletin resmi ideolojisi olduğunun açıkça ifadesinden başka bir şey değildir.
     Yaşadığımız bu felaket karşısında 48 saat kılını bile kımıldatmayan DSP-MHP-ANAP iktidarı felaketin izlerini ve yaralarını saramayan emekçilerin ve halkımızın bu durumundan faydalanarak 23-24 Ağustos tarihinde yasayı meclisten geçirerek depremden mal kaçırdı.
     Çalışma Bakanına önerimize gelince; SSK'dan ellerini çeksinler ve SSK'nın özerkliğine saygı göstersinler. Polikliniklerin hizmetlerini saymazsak (ki buradaki aksamaların nedeni iyi biliniyor) SSK ülkenin en iyi hizmet veren kurumudur. Emekçilerin haklarına saygı göstermek, halka hizmeti öne almak, önce insan demek dururken, ülkedeki bozuk gidişin suçunu çalışanlara yüklemek "hem suçlu, hem güçlü olmak" demektir.
     Özelleştirmenin nelere yolaçtığını biliyoruz. Bir de buna Tahkim Yasası eklenince uluslararası tekellerle kol kola olma mantığına suçüstü yapılmıştır. Yabancı sermaye ve işbirlikçileri holdingler bundan böyle sorunlarını ulusal mahkemelerde değil, kendilerinin belirleyeceği kurumlara taşınarak çözeceklerdir. Çünkü, ara sıra karşılaştıkları sorunlarla (Eurogold gibi) uğraşmak istememektedirler. Tüm bunlar İMF ve Dünya Bankası gibi, uluslararası para babalarının bizzat oluşturduğu kurumların ve MAİ gibi anlaşmaların sonucudur.
     Şimdi tahkimle ilgili olarak Başbakan Bülent Ecevit işçilerin yürüyüşlerdeki tahkim karşıtı sloganlarına anlam veremediğini söylüyor ve tahkime karşı olmayı ülkenin çıkarına karşı olmakla özdeşleştiriyor. Oysa işçiler özelleştirme ile tahkimin burjuvazinin işine yarayacağını, bağımsızlık ve halkçılığın emekçilerin işine yarayacağını kendi deneyleriyle bildikleri için bu sloganları haykırıyor.
     100.000'lerce işçi ve emekçinin haftalarca işyerlerinde, sokaklarda ve alanlarda sosyal güvenlik yasasına karşı direnmesini hiçe sayan iktidarın halka karşı bu saldırgan tavrı üzerine bu partilere oy verenler şimdiden "elim kırılsaydı" demeye başladı.
     Sonuç olarak, yıllarca halk kendisine yapılanları nasıl olsa unutur diyen iktidarlar halkı ve emekçilerin eylemlerini ciddiye almamıştır. Biz de onlardan kurtulana kadar eylemleri yükseltelim ve sonuç alıncaya kadar siyasileri ciddiye almayalım. Çünkü 75 yıldır bunu yapıyorlar; zihniyet değişmedikçe, yani bu sistem emekçiler tarafından değiştirilmedikçe saldırıların daha da şiddetlenerek devam edeceğini söyleyebiliriz.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Yirmibeşinci Yılında 24 Ocak 1980 "İstikrar Programı"
 PAŞABAHÇE DİRENİŞİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
 YOLCULAR VE HANCILAR
 DUR DEMEDİKÇE
 BİR SENDİKACI DAHA ÖLDÜRÜLDÜ