Bilindiği gibi, 1 Eylül 1939, Nazi ordularının Polonya sınırlarını aşarak insanlığı
İkinci Dünya Paylaşım Savaşı cehennemine sürüklediği tarihtir.
Milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına yol açan bu savaşın
bitiminden sonra "Bir daha asla olmasın" ana sloganı ile 1
Eylül barış güçleri tarafından DÜNYA BARIŞ GÜNÜ kabul edildi.
Ne var ki, bu günün kabulü 2. dünya savaşından bugüne dek ortaya çıkan
yerel-bölgesel savaşlarda ölenlerin sayısının bu savaşta
ölenlerinkinden daha fazla olmasını engelleyemedi.
Bu yazıyı 1 Eylül 1997'nin bu çılgınlığa son verme uğrunda, halkların kardeşçe
yaşadığı, kirli savaşın son bulduğu, savaşsız ve sömürüsüz
bir dünya kurma doğrultusunda güçlerimizi birleştirme ve seferber edebilme yolunda bir adım olması dileğiyle yazıyorum.
* * *
2. Dünya Paylaşım Savaşı 58 yıl önce 1 Eylül'de başlamış, faşist Alman
orduları teslim olduğunda, ardında milyonlarca ölü bırakarak sona ermişti.
1944 sonrası insanlık, savaşı ve faşizmi tarihe gömmek için, kendine yetecek kadar
neden ve acıya sahipti. Gücünü böylesine pekiştirmiş bir
kararlılıktan alan dünya barış güçleri ve ilerici insanlık,
savaşın ve faşizmin yaratıcıları ve gizli açık
destekçileriyle, o gün bu gün uğraştı. Ancak kalıcı bir
başarıya ne yazık ki henüz ulaşamadı.
2. Dünya Paylaşım Savaşının mimarı emperyalizm, 1944 sonrasında da dünyanın dört
bir yanında yeni savaş ateşleri yaktı. Saldırganlığını
paktlaştırdı. NATO'yu kurdu. Nükleer silahlanmada ulaştığı
düzeyle, ulusal kurtuluş savaşlarını boğma girişimleriyle,
çıkarlarına ters her gelişmede her karış yeryüzü toprağını
kendi sınırları içinde görme küstahlığıyla, insanlık için
tehdit olma niteliğini sürekli arttırdı. Soğuk Savaşı başlattı ve sürdürdü.
Barış Savaşımı
Barış savaşımı işte bu gerçeklerin belirlediği koşullarda yürütüldü ve bu
mücadelede öncülük başta Sovyetler Birliği olmak üzere
sosyalist ülkeler tarafından üstlenildi. Çünkü sosyalizmin
özünde "evrensel barış" özlemi, savaşsız ve sömürüsüz
kardeşlik dünyası ideali vardır. Sosyalizmin özünde
kapitalizmde olduğu gibi yayılmacılık, başka halkları
köleleştirme, doğal kaynaklarını ele geçirme, rekabet ve bunun
sonucu savaş kışkırtıcılığı yoktur.
Bu barış savaşımı, dünyayı sıcak savaşın eşiğine getiren 1962 Küba krizinden
sonra dünyada yumuşamanın tohumlarını attı. Yumuşama süreci
1975 Helsinki Konferansıyla sonuçlandı.Yakın siyasi tarihin
önemli bir dönüm noktası olan Helsinki Nihai Senedi ile kurulan
barış düzeni üç ilkeye dayanıyordu. Barış 1) gerçekçi 2)
kalıcı ve 3) adil olmalıydı.
Gerçekçilik dünyada iki
karşıt sosyo-ekonomik sistemin çatışmasız, kuvvete başvurmaksızın birarada yaşamalarını öngörüyordu.
Kalıcılık, dehşet dengesine dayanan barışın kalıcı ve istikrarlı olmadığı düşüncesiyle genel silahsızlanmaya
yönelmeyi gerektiriyordu. Adaletli olmayan bir barışın yeni savaşların tohumunu atacağı gerekçesiyle uluslararası düzenin
adil hale getirilmesi öngörülüyordu.
Bu ilkelerden birincisi geniş ölçüde uygulandı. İkinci ilke belli oranda uygulandı,
ancak üçüncü ilke yalnızca kâğıt üzerinde kaldı.
Barış Savaşımının
Büyük Yenilgisi
Kuşkusuz barış
sürecinin yerleştirilmesi boyunca da iki ideoloji, iki sınıf, iki
sistem arasındaki savaşım devam ediyordu. Sosyalist güçler barış
sürecinin kapitalizme karşı bir mevzi haline getirilmesi için
çalışırken emperyalist-kapitalist güçler bu sürecin dünyanın
sosyalizmden, sosyal mücadelelerden arındırılması ve
emperyalizme boyun eğilmesiyle sonuçlanması için vargüçleriyle
uğraşıyorlardı.
Bu mücadeleden ne yazık ki emperyalist-kapitalist güçler zaferle çıktı. Sovyetler
Birliği'nde Gorbaçovların başa gelmesi ve adım adım kapitalizme dönüşe ve emperyalistlere teslimiyete varan
restorasyon süreciyle taraflardan biri deyim yerindeyse havlu attı
ve minderden çekildi. Sovyet yöneticileri ne pahasına olursa olsun barışı sağlamak gerekçesiyle bütün dünyanın kapitalist
olması dayatmasını kabul ettiler. Kendi kalelerini teker teker kapitalist dünyaya teslim ettiler. Onlara papağanlık etmeyi
marifet sayan Türkiye'deki likidatörlerin barış hareketi içindeki uzantıları da bu teslimiyete karşı duracakları yerde,
hararetle desteklediler. Türkiye'nin yetmiş yıldır kapitalist sınıf tarafından yönetildiğini, içinde bulunduğu bütün
çıkmazlara kapitalizm tarafından itildiğini, Türkiye'nin saldırgan NATO'nun askeri boyunduruğu altında olduğunu,
barışseverlerin bütün bunları dikkate alan bir tutum benimsemesi gerektiğini dikkate alarak Sovyet teslimiyetçilerine eleştirel bir
yaklaşım gösterecekleri yerde, kraldan çok kralcı davrandılar, sosyalizme saldırdılar, militarist olmayan bir emperyalizm ve
kapitalizm hayalini yaymaya çalıştılar.
Oysa barışı sağlamak gerekçesiyle emperyalizmin güdümüne terkedilen bütün topraklar
kısa zamanda halklara büyük acılar veren şovenist savaşların ocağı haline geldi. Barış gelmedi; halkların emperyalistlerin
elinde oyuncağa dönüştüğü, savaş tüccarlarının pervasızca at koşturduğu bir ortam doğdu.
Dünya barışı uğruna mücadeleyi sınıfsal mücadele temelinden kopartan; sosyalist
ideoloji ile kapitalist ideoloji, proletarya ile burjuvazi, ezilen halklar ile emperyalizm, sosyalist sistem ile kapitalist sistem
arasındaki savaşımın zorunlu olarak devam ettiğini unutan; süper güçlerin yapacakları zirve toplantıları ve imzaladıkları
anlaşmalara belirleyici rol tanıyan barış anlayışı bu sonucun alınmasında kolaylaştırıcı bir rol oynadı.
Türkiye Barış Hareketinden Yükselen Onurlu Ses
Dünya barış hareketi için gerçek bir yenilgi anlamına gelen bu gelişmenin gerçek yüzü
barış hareketinin çoğunluğu tarafından en azından başlangıçta anlaşılamadı. Türkiye Barış Derneği başkanı Mahmut
Dikerdem'in bu noktayı açıklıkla kavrayan ve Gorbaçovlar'ın girdiği yolun sadece komünizme değil, dünya barış hareketine de
ihanet anlamına geldiğini sözünü sakınmadan gür bir sesle vaktinde dile getiren ilkeli yaklaşımının Türkiye barış
hareketi için onur kaynağı olduğunu gururla saptıyor, Mahmut Dikerdem'i saygıyla anıp bütün barış savaşımcılarına
örnek gösteriyoruz.
Bugünkü Durum
Sosyalist sistemin gücünün sahneden çekilmesiyle bugün dünya kapitalist-emperyalist sistemi
her zamankinden daha pervasız hale geldi. Teslimiyetçilerin "NATO'yu düşmansız bırakarak ortadan kaldırmak" şeklindeki
akıl almaz taktiğinin sonucunda Varşova paktı ortadan kalktı ama NATO hâlâ ayakta olduğu gibi Polonya, Macaristan ve Çek
Cumhuriyetini içine alarak genişledi ve daha da genişleme planları yapıyor. Dünya barış hareketi başlangıçta önüne koyduğu
hedeflerden bugün çok uzakta bulunuyor. Dünya barış hareketini geçmişte yapılan yanlışları sistemli bir şekilde sorgulayarak
ve düzelterek ayağa kaldırma görevi önümüzde duruyor.
Doğru İlkeler
Doğru kavrayış politika
alanında somut karşılığını nasıl bulabilir? Birincisi, barış
savaşımının yığın girişimi ve kitle örgütleri, özellikle
sendikalar temeline oturtulması gerekir. Barış savaşımına
seçkinci-üsttenci anlayış egemen olagelmiş, bu da barış
hareketinin sağlam biçimde örülmesinin önünde ana engel
olmuştur. Barış savaşımına sınıf karşıtlarından partner
arama anlayışıyla yaklaşanlar aynı seçkinci, üsttenci anlayışı
sürdürmüş olurlar. Barış savaşımının ana taşıyıcıları
da işçi sınıfı, diğer emekçi kesimler ve aydınlardır.
Kerameti kendinden menkul devlet adamları, demagog politikacılar ve
kaypak seçkinler değildir.
Yığınsal bir barış
hareketinin örülebilmesi için, kuşkusuz sınırlayıcı olmayan,
barıştan yana her insanın birşeyler katabileceği örgütlenme ve
eylem biçimleri bulunmalı ve barış hareketi kendine özgü
hedefleri olan, gitgide önemi artan bir amaç olarak görülmelidir,
düşünülmelidir.
İkinci olarak, bu
yığınsal barış hareketi içinde komünistler uzun vadeli, kalıcı
olanı, bir an için olsun gözden kaçırmamalıdır. Bu da günlük
barış savaşımının kalıcı barışın sağlanabilmesi için
gerekli olan noktaya, barış karşıtı güçlerin iktidardan
alaşağı edilmesi hedefine yönlendirilmesini zorunlu kılar.
Somut Hedefler
Barış savaşımı, her
dönemde somut hedefler çerçevesinde yoğunlaşır. Bu somut hedef,
o uğrakta barışı tehdit eden ana güçle bağlantılıdır.
Örneğin 1912 Basel
Çağrısı emperyalistler arası savaş tehditine karşıydı,
Stockholm Çağrısı atom silahlarına karşıydı.
Ülkemizde de bunun
örnekleri vardır: Kore savaşına karşı TKP'nin ve
barışseverlerin çağrısı, ABD üslerine ve NATO'ya karşı
anti-emperyalist barış eylemleri, 6. Filo'ya karşı yükselen
aktif savaşım, Amerika'nın Vietnam'da yürüttüğü sömürge
savaşına karşı kampanya, Pershing-2 ve Cruise füzelerine karşı
yürütülen kampanya, SİA'ya karşı yürütülen kampanya,
Kıbrıs savaşına karşı yükselen barışçı mücadele gibi
örneklerden bugün de ders alabiliriz.
Barış savaşımında
somut hedeflerin doğru seçilmesi ve bu hedeflerin kalıcı bir
barışın sağlanması amacıyla bağlantılı kılınması, barış
hareketinin güçlü ve tutarlı olabilmesinin temelidir.
Türkiye barış güçleri,
Kürt sorununun barışçı bir çözüme kavuşturulmasını,
ülkedeki kanayan yaranın derhal durdurulmasını, kirli savaşın
sona ermesini istiyorlar. "Olağanüstü hal", "bölge
valiliği", "koruculuk kurumu", "özel tim" gibi
yapılanmalara son verilmelidir. Susurluk çeteleri dağıtılmalı
ve cezalandırılmalıdır. Savaş mağdurlarına tazminat
ödenmelidir. Her zaman ve her yerde olduğu gibi, savaştan en ağır
yarayı alan kadınların ve çocukların ruhsal ve bedensel
sağlıklarını yeniden kazanması için köklü adımlar
atılmalıdır. Savaşın yaraları her anlamda sarılmalıdır.
Herkesin bildiği gibi
köylerin, ormanların yakılması, insanların toplu göçe
zorlanması, kimyasal silah kullanımı, halkların düşman ilan
edilmesi, kültürlerin yok edilmesi, ulusal ayrımcılık yapılması
bütün uluslararası belgelerde insanlık suçu sayılmıştır.
1997'de Türkiye'de
barış güçleri, savaş kışkırtıcılığına, yeni silah
teknolojilerine, yöresel müdahale tehditlerine "hayır"
diyorlar. Amerikan emperyalizminin koltuğu altına girerek, komşu
ülkelerin petrol ve diğer kaynaklarına göz dikip her türlü hile
ve baskıyı kullanarak eşkiyalık yapılmasını reddediyorlar.
Türkiye'nin İsrail ve Amerika'yla stratejik bir ittifak kurarak
Arap ülkelerine ve İran'a karşı askeri maceralara
girişilmesine, Yunanistan'a karşı şovenizmin körüklenmesine
dur diyorlar. Yayılmacılık Türkiye'ye yıkımdan başka bir şey
getirmeyeceği gibi, Türkiye'yi insanlığın gözünde de
küçültür.
Türkiye barış güçleri,
"ABD emperyalizmine, üslere, NATO'ya hayır", "Bağımsız
Türkiye" belgilerini dün olduğu gibi bugün de yükseltiyorlar.
Türkiye derhal NATO'dan çıkmalıdır. Türkiye barış güçleri,
Amerikan emperyalizminin Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlardaki
planlarını boşa çıkarmak için bu ülkelerin barış güçleriyle işbirliğini savunur.
Kapitalist silah tekellerinin kârına kârlar katan devasa askeri modernizasyon
çalışmalarına karşı, günden güne geliştirilen silah sanayii
yatırımlarına karşı barış uğruna mücadele etmek ülkemizin
ABD emperyalizmine bağımlılığına son verme savaşımına denk
düştüğü gibi halkımızın ekmeğini küçülten, yoksul,
sağlıksız, eğitimsiz, işsiz, evsiz barksız kalmasına ve
ortaçağ karanlığına kapılmasına yol açan acı şartların
ortadan kalkması yolunda da önemli bir adım olacaktır.
Fetih mantığı, savaş kışkırtıcılığı, ırkçılık, şovenizm ve yayılmacılık Türkiye'de de insanlık suçu sayılmalıdır. Ders kitapları ve
kitle iletişim araçları bu insanlık suçlarını öven her türlü
beyandan kesinlikle arındırılmalıdır. Medyadaki savaş kışkırtıcılığına karşı her örnekte en duyarlı tepki gösterilmelidir. Bugün dünyada ve Türkiye'de savaş karşıtlarının karşı karşı kaldığı kovuşturmalara ve baskılara son verilmelidir. Barış en doğal insanlık hakkı
olarak kabul edilmelidir.
YAŞASIN 1 EYLÜL!
YAŞASIN BARIŞ!
EMPERYALİZME, FAŞİZME, SAVAŞ KIŞKIRTICILIĞINA, MİLİTARİZME, TÜM HAKSIZ SAVAŞLARA HAYIR!
BARIŞI KAZANMAK İÇİN SAVAŞMAK GEREKLİDİR!